Kit Armstrong / Üç yıl önce kesin kararımı verdim, matematik yerine müziği seçtim

0

7 yaşında ilk senfonisini yazan, 9 yaşında biyoloji, fizik, matematik öğrenimi için Utah Üniversitesi’ne kabul edilen Kit Armstrong 16 yıldır dünyayı şaşırtmayı sürdürüyor. Alfred Brendel’in her fırsatta takdirle bahsettiği öğrencisi, 2012’de bir Fransız köyünde 115 bin Euro’ya eski kiliseyi alıp ev ve kültür merkezine dönüştürdü. Piyanistliği, besteciliği sürdürürken bir yandan da sıra dışı konser programları hazırlıyor. 2015’te İstanbul’da Gershwin’in konçertosunu seslendiren Armstrong eser için “En güzel yanı doğallığı” diyor.

Standart sorulardan biriyle başlayalım… 8 yaşında senfoni bestelemek mi yoksa 23 yaşında dinleyicilerin gittikçe yükselen beklentilerini karşılamak mı daha zor, daha büyük cesaret gerektiriyor?
– Şablon sayılmaz, çünkü daha önce soran çıkmamıştı. Sanırım, “meydan okumak” kavramının farklı tanımları olabilir. Kişiden kişiye değişir, demek istemiyorum. Şablon bir cevap olurdu. Eylemlerinin sonuçları konusunda bilgisiz olduğun bir çağda, 7 yaşında senfoni yazmakla şu andaki durumum arasında karşılaştırma yapmak zor. Güzel olduğuna inandığın bir şeyi ortaya çıkarmaya çalışmıştım o zaman. Geçmişi dikkate almamıştım. Şimdi müzik bilgim çok daha fazla, ayrıca beste yapmanın ne demek olduğunu biliyorum. Güzel bulduğum şeylerin dinleyicilerde ne gibi etki yapacağını da düşünüyorum. Dinleyiciyi düşündürmenin yollarını arıyorum. Konser vermek sadece sevdiğim eserleri seslendirmek değildir. Öncesinde eser seçimi, bunlardan anlamlı bir mesaj oluşturma çabası, eserlere bakış açısı geliştirme uğraşıdır. Bunlar müziğin geçmişte yaşamımda olmayan boyutları. Şimdilerde yeni ögeler içeren her konserde bir mesaj veriyorum. Tabii duygular yerli yerinde. Birkaç hafta önce yaylı çalgılarla 1. Dünya Savaşı’yla ilgili bir anma konseri verdim. 16’ncı yüzyıldan 1918’e eserler seçtik. Hepsi varoluş üzerine temalarla meditasyon yapan eserlerdi. Program dinleyiciyi duygulandırmak ve düşündürmek için hazırlanmıştı.
Ergenlik sonrasında dahi çocukluktan çıkış sendromu yaşadınız mı?
– Benim durumum biraz farklıydı. Başkaları beni deha olduğuma inandırmaya çalışıyordu. Kişiliğimi korudum. Deha duygusunu pek yaşamadım. Kuşkusuz şunu belirtmem gerekir ki, çok şanslıydım. Pek çok kişiye nasip olmayan fırsatlar sunuldu: Çok küçük yaşta sanatımı icra edebildim, ilginç şeyler yaptım, bunlar dünya çapında ilgi çekti, takdir edildi. Dinleyicilerle iletişim kurabildim. Şu anda deha çocuk sendromunun sadece olumlu yanlarını yaşadığımı görüyorum. Kendimi ifade edebileceğim bir zemin oluşturdu.
Fransa’nın Hirson köyüne gitmeniz rastlantı, Azize Therese Kilisesi’ni satın almanız anlık karar mıydı? Wagner’in Bayreuth Festival Salonu gibi bir mekan almayı daha önce düşünüyor muydunuz?
– Bir açıdan rastlantı sayılabilir. Bir süredir Fransa’dayım, fakat oraya yerleşmemiştim. 2012’de kilisenin satılık olduğunu öğrenince gittim. Toplumsal dönüşüm, mimari değeri olan, korunması gereken bu yapıları işlevsiz kılmış, bazı köylerin kiliseleri satılığa çıkarılmıştı. Herhangi bir projeyi gerçekleştirebileceğim bir mekandı. Bir yıl sonra satın almaya karar verdim. Bu binanın korunması, yeniden hayata kazandırılması gerekiyordu. Başkalarının elinde binanın özelliği kaybolabilirdi. Bugüne kadar ibadette kullanılmayan pek çok kilise, şapelde resital verdim. Azize Therese, benzeri konser mekanına dönüşebilirdi. Ayrıca bana bu işte kendi patronum olma fırsatı verecekti.
L’Express dergisi bölgede iki kilisenin daha satılık olduğunu yazmış. Neden özellikle bunu seçtiniz?
– Azize Teresa’nın mimarisi, öyküsü beni etkiledi. Güçlendirilmiş betondan dökümü geliştirip Paris’te büyük servet kazanan işadamı, Aime Bonna 1929’da köyüne özenerek kilise yaptırmış. O dönemde art deco üslubunda yapılan, bu boyuttaki yegane kilise.
Dergi sizden önce gece kulübü işletmecisinin talip olduğunu yazmış. Yine de sormak istiyorum: Gelecekte yapacağınız her projede, geçmişte dini mekan olduğunu hatırlamanız gerekmeyecek mi? Hayallerinizi kısıtlamayacak mı?
– Kilisenin geçmişi, öyküsü bilgi panolarında yaşatılıyor. Fakat artık yeni bir kimliği var. Geçenlerde bölgeyle yakından ilgili 1. Dünya Savaşı kurbanlarını anma etkinliğini düzenledik. Gelecekte dini özelliğiyle çelişen projeler de olabilir. Fakat şimdilik böyle bir planım yok.
Her sabah Thomaskirche gibi bir mekanda uyanmak, Bach gibi her gün müzik yazma ihtiyacı doğuruyor mu?
– Leipzig’e her gittiğimde ziyaret ederim bu kiliseyi. Müzisyenler için çok etkileyici bir mekan. Tabii ki bu mekan hep halkın olmalı, hiç özelleşmemeli. St. Terasa zihni temizleyen bir mekan. Özel tınısı, akustiği nedeniyle burada piyano çalmak gerçekten çok zevk veriyor. Her tını, ruhani, yepyeni bir anlam kazanıyor. Sanki kulağıma gelen tınılarla diyalog kuruyorum. Normal konser salonlarında çaldığımda bazen sadece verdiğimi, hiçbir şey alamadığımı hissediyorum.  Azize Therese’nin durumu çok farklı…
Müzikseverlerden destek, bağış geliyor mu?
– Bu amaçla bir dernek kurdum. 100’ü aşkın üyesi var. Web sayfam kanalıyla da bağışlar geliyor.
Gelecek sezon için ne gibi sıra dışı etkinlikler planlıyorsunuz?
– Pek çok plan var. Şu anda Bach’tan alıntı yapılan piyano eserlerinden bir konser dizisi hazırlıyorum.
Alfred Brendel size 13 yaşında özel ders vermeyi kabul etmeseydi, dostluğunuz bugüne kadar sürmeseydi hayatınızda neler eksik kalırdı?
– Buna cevap vermek mümkün değil. Yıllarca onunla çalıştıktan sonra, müziği sadece onun esin verdiği kulakla dinleyebiliyorum…
Piyanist olarak repertuvarınızı hangi yönde geliştirmeyi, yakın gelecekte hangi önemli eserleri öğrenmeyi planlıyorsunuz?
– Uzun vadeli plan yapmıyorum. 2012’ye kadar matematik eğitimi görüyordum, kendimi bilime daha yakın hissediyordum. Meslek seçimim netlik kazanmamıştı. Diplomamı aldıktan sonra, profesyonel müzisyenliğe karar verdim. Besteciliğin yanı sıra, bana ilginç gelen eserleri kaydediyorum. Geçenlerde Liszt’in senfonik tabloları üzerine bir albüm hazırladım. Çok az seslendirilen, bestecinin 19’uncu yüzyılda orkestra müziğine getirdiği katkıları vurgulayan bir albüm bu. Diğer proje 14’üncü yüzyıl Fransız müziği üzerine. Müzik dünyasında tuhaf bir moda var. Sadece 18-20’nci yüzyıllar arasına bakılıyor.  18’nci yüzyıl öncesinde de önemli eserler yazıldığını göstermek istiyorum. Bir çok solo resitallarde bazen zamanın, evrenin durduğunu hissediyorum. Esere yoğunlaşmak, içimdekini dışarı çıkarmak bu duyguyu yaratıyor. Oda müziği konserlerinde çalmayı da seviyorum. Müzik olmasa bu kadar derinlemesine tanıyamayacağım kişilerle çalıyorum, fikirlerimin yansıtma yoluyla güçlendiğini hissediyorum. Geçenlerde Mozart’ın keman-piyano sonatlarını çalarken bunu hissetmiştim. Ayrıca bazen orkestra konserlerinde, turlarda, yolculuklarda müzikçilerle sohbetler benim için çok değerli oluyor. Sadece piyanist olarak konser vermiyorum, erken çağ müziği konusunda araştırma yapıyorum. Besteci olarak birçok bağlantım var. Ayrıca Azize Therese’yi yeniden hayata kavuşturmaya çalışıyorum.
Müziğin yanı sıra hobi düzeyinde de olsa matematik çalışmayı, projeler yapmayı sürdürüyor musunuz?
– Her hangi bir proje yapmıyorum. Fırsat buldukça kitaplığımdaki daha önce fırsat bulamadığım kitapları okuyorum. Özellikle Hermann Weyl’in analizlerini büyük ilgiyle inceliyorum.
Bestecilikte hangi yönde ilerleyeceksiniz?
– Besteciler için çok özel bir çağda yaşıyoruz. Geçmişte, hiçbir çağda kompozisyonda aynı anda bu kadar çok üslup bir arada olmamıştı. Bu kadar çok yapacak şey de yoktu. Besteci eser yazmadan önce kendisini tanımlamak zorunda. Bu bir açıdan bestelemeyi çok zorlaştırıyor, diğer yandan ilginçleştiriyor. Kuşkusuz yeni şeyler yazmak lazım. Bence bu yönüyle ilgi çekici bir kendini kanıtlama fırsatı. Besteci kişisel açıdan da doyuma ulaşabilir. Kimi zaman yazarken, tamamen kişisel, müzik tarihinde yenilik yaratma iddiası olmayan, sadece izlenimlerimi yansıtan müzikler çıkıyor. Bu nedenle besteledikçe mutlu oluyorum. Sanıyorum gelecekte de yazmayı sürdüreceğim…
Şu anda hangi eserler üzerine çalışıyorsunuz?
– Çoğunlukla orkestraların siparişi üzerine yazıyorum. Son birkaç yılda ağırlıkla orkestra müziği yazdım. Mutluluk verici bir kendimi kanıtlama fırsatı. Çünkü orkestra pek çok imkan veriyor. Özellikle de orkestranın tüm üyeleri aynı ciddiyetle, ekip ruhuyla çalışıyorsa… Kendim için besteler yapıyorum. Bu sayede düşüncelerimi iki kez yorumlama fırsatı buluyorum: bestelerken ve çalarken. Orkestra için yazmak, hazır dinleyiciye ulaşmak için fırsat. Şu anda, geçmişteki bestelerime oranla sıra dışı bir eser yazıyorum. Elektronik ve çello için 10 dakikalık bir parça. Gelecek yıl konçerto yazacağım. Sipariş bir eser bu.
Hangi ekollere yakınsınız, hangilerinden uzak duruyorsunuz?
– Cevaplaması zor bir soru. Çünkü her akımda güzel, etkileyici, takdir edilecek, ekolün dışına çıkabilen eserler var. Şu sözü her fırsatta hatırlıyorum: Sanat sanatçı demek değildir, eser demektir. Ekollerle ilgili önyargılardan uzak çalışıyorum. Sanatta her mesaja açık olmasam da, her üsluba açığım.
Piyanist olarak, genç bestecilere teşvik amaçlı eser siparişi veriyor musunuz?
– Şu anda bunun için kaynağım ve zamanım yok ne yazık ki. Bununla birlikte genç bestecileri çok takdir ediyorum. Takip ediyorum, tanışıp, desteklemenin yollarını arıyorum.
Türk bestecilerin eserleriyle, Türk müzikçilerle yollarınız kesişti mi?
– Avrupa’daki orkestralarda çalarken Türk sanatçılarla karşılaşıyorum. İki kez konsere geldim, fakat tanışma, ortak çalışma olmadı.
Web sayfanız kanalıyla ilginç besteler geliyor mu?
– Çok sayıda beste geliyor. Mutfak kültürüne ilgimi bilen bir besteci, sevdiği yiyeceklerden her biri için birer dakikalık varyasyonlar yazmış.
Rossini’nin piyano eserlerinden esinlenmiş olmalı. Peki sizin Rossini gibi geliştirdiğiniz özel yemekler var mı?
– Balık ve deniz ürünleri özellikle ilgimi çekiyor. En yalın yoldan pişirmenin yollarını arıyorum.
İstanbul’a Batı Yakası’nın Hikayesi Festivali için geliyorsunuz. 21’inci yüzyılın bestecisi olarak Bernstein’ın eserini nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Sanıyorum, içeriği çok ciddi olmadığı için pek çok kişi eserden hoşlanmıyor. Bence besteci geniş kitleleri hedeflediği, kısıtlı kavramların içine hapsolmadığı için çok takdire şayan bir eser. Birçok etkileyici, duygu yüklü bölüm var içinde. Kuşkusuz herkesin sevdiği, sevmediği bölümler var eserde. Benim en sevdiğim bölüm orkestranın son bölümdeki interlüdü.
Bernstein Ödülü müzik kariyerinizi nasıl etkiledi?
– Bu sorunun cevabını menajerim vermeli. Bu işin pazarlama bölümüyle o ilgileniyor. Yapmak istediğim şeyler açısından birçok fırsat yarattı. Kendimi, dünyayı, müziği daha iyi tanımamı sağlayacak imkanlar sundu. Bu nedenle şükran duyuyorum. Bu tür ödüller, gençleri geniş sanatsever topluluğuna tanıtma açısından önemli bir işlev üstleniyor.
Zihin açan tanışıklıklar sağladı mı?
– Sanatçı olarak zaten çok farklı topluluklara girme fırsatına sahibim, matematik yerine müziği seçmemin nedenlerinden biri de bu…
İstanbul’da seslendireceğiniz Fa Minör Gershwin konçertosunu ilk kez nerede seslendirmiştiniz, zaman içinde yorumunuz nasıl biçimlendi?
– İlk kez 2011’de Nice’de seslendirmiştim. Biraz tuhaf bir eser. Çünkü tipik klasik müzik bestecisi değil Gershwin. Güzel olan yönü içinde yapay ögelerin bulunmaması. Ele aldığı ezgileri klasik müziğe aktarırken doğallığını koruması. Besteci, yorumcu olarak bu özelliğinden çok hoşlanıyorum. Ardındaki öyküyü bilmek gerekmiyor, müzik kendi başına da değer taşıyor.
(Serhan Yedig / Müzik Söyleşileri / 1 Aralık 2015)

(c) Bu metnin tüm yayın hakları saklıdır, kısmen dahi olsa izinsiz alıntı yapılamaz.

Linkler

Kit Armstrong’un biyografisi

Kişisel web sayfası

BİFO Konseri

Share.

Leave A Reply

five × 3 =

error: Content is protected !!