Şöhret basamaklarını dörder, beşer atlayarak yükseldiği yıllarda, tam tarih vermek gerekirse 1987 Temmuzu’nda İstanbul’a yolu düşmüştü ünlü kemancı Viktoria Mullova’nın. Claudio Abbado’ya ilişkisinin bu hızlı yükselişteki payını, servet niteliğindeki 1723 tarihli Stradivarius kemanını nasıl aldığını merak eden müzikolog, yazar Filiz Ali fırsatı değerlendirmişti. Konserden önce gerçekleştirdiği söyleşide nezaket gereği bu soruları direkt sormamış, ancak cevaplarını almayı başarmıştı.
Siyah pantolon, siyah bluz. Sahneye hep bu kılıkta çıkıyor Mullova. Dikkati kendine değil, müziğe çekmek ister gibi. Dümdüz saçlarını ortadan ayırıp sımsıkı arkaya tarayarak atkuyruğu yapmış. Giysileri, saçları, tavrıyla sadeliğin ta kendisi. Tek başına, piyano eşliğinin desteği olmadan Aya İrini’yi kişiliği ve müziğiyle dolduruyor.
Bela Bartok’un Solo Keman İçin Sonat’ı, J.S. Bach’ın 1 Numaralı Si Minör Solo Keman İçin Partita’sı ve Paganini’nin “Nel çor piu non mi sento” başlıklı antik arya üzerine yaptığı Çeşitlemeler var programında.
Sahneye çıktığı anda hipnotize ediyor Mullova dinleyiciyi. Konserin sonuna kadar iskemlenize çakılmış, büyülenmiş gibi dinliyorsunuz Bartok’un, Bach’ın ve Paganini’nin müziğini.
Mullova’nın tekniği şöyle iyi, böyle parlak gibi sözlere hiç gerek yok. Kemancı, teknik meseleleri çoktan aşmış, gerilerde bırakmış. Bach partita yorumundaki sadelik ve derinlik ürpertici. Akorların tınlayışı, polifoninin en ince ayrıntısına kadar duyulması, rubatoların sadeliği ve nüansların dengesi, tek kelimeyle “kusursuz.”
Mullova ile konserden dört saat önce Aya İrini’de buluşup, konuşuyoruz. İnsanı şaşırtan bir dinginliği var. Kendisine New York dergisinde Joe Klein imzasıyla çıkan yazıyı hatırlatıyorum. “O yazı çok eski ve yanlışlarla dolu” diyor. “O günden bu güne köprülerin altından epey su geçti. Artık New York’ta oturmuyorum örneğin. New York’ta yaşamak ve çalışmak olanaksız. İnsanın çalışırken kafasını dinlemesi, sakin olması gerek. Oysa New York deli bir kent. Bana, kişiliğime hiç uymadı. Şimdi Viyana’da oturuyorum. İtalya, İsviçre ve Fransa’da da kaldığım oluyor. Devamlı konser verince insanın yeri yurdu pek belli olmuyor zaten. Fakat, Avrupa’nın temposu bana uygun; sakin kafa ile çalışabiliyorum” diyor Mullova.
Mullova’ya “ayıp olur” diye, bir gazetecinin sorması gereken soruları soramıyorum. Sözgelişi, “Claudio Abbado ile birlikte yaşadığınız doğru mu” ya da “Elinizdeki 1723 tarihli Stradivarius yapımı kemanı konser gelirleriyle mi aldınız” diyemiyorum. Ancak, satır aralarında bu sorular yanıtlarını buluyor yine de. Her ikisinin de yanıtı “evet,”
Başka bir konuya geçiyoruz:
“Batı’ya kaçmamın nedeni tek değil. Sovyetler Birliği’nde yarışma kazanmış ve kendini kanıtlamış bir müzisyen ille de iyi bir kariyer yapar, diyemem. Bütün konserleri Goskonzert ayarlar. Kuruluşun hangi konseri neden ayarlayıp neden ayarlamadığını hiç bilemezsiniz. Kararları müzikten hiç anlamayan bürokratlar verir zira. Konserlerden aldığınız ne kadar yüksek olursa olsun sizin payınıza hep aynı miktar düşer, gerisi Goskonzert’e kalır. Para aslında o kadar önemli değil. Ama kendi kariyerini yönlendirememe çok yıpratıcı. Sanatçının kendini yenilemesi için dünyayı görmesi, başka ülkelerin müzisyenlerini tanıyıp dinlemesi, ekmek, su, hava kadar hayati önem taşır.”
Kendisiyle 1982 yılında Çaykovski Ödülü’nü paylaşan Sergey Stadler’in üç gün önce Aya İrini’de bir konser verdiğini hatırlatıyoruz Mullova’ya. Bu konserde Stadler, Beethoven, Schumann, Slonimski ve bol bol da Paganini çalmıştı. Kemancılar alınmasınlar ama, piyanistler için Paganini kadar can sıkıcı bir ikinci besteci olamaz. Kemancı, keman üzerindeki olanca hünerini gösterirken zavallı piyaniste, tonik-dominant-tonik akorlar üzerinde zım-çak-çak çalmaktan başka iş düşmez. Mullova bu konuda ne düşünüyor acaba?
“Ben de bazı konserlerimde birden fazla Paganini çalma yanlışını yapmışımdır. Paganini değişik bir tattır, tadında bırakılmalıdır. Değerli bir zümrüt yüzük, gözümüzü kamaştırıp soluğumuzu kesebilir, fakat birinin boynunda silme zümrüt taşlı bir gerdanlık görünce amma da zevksiz kadınmış deriz” diyor Mullova. Nitekim, Mullova’nın çaldığı tek Paganini, işte böyle tek zümrüt parçası kadar değerliydi bu konserde.
(Filiz Ali / l Temmuz 1987 / Cumhuriyet / Dünyadan Türkiye’den Müzisyen Portreleri / Cem Yayınları / 1993)
Yazarın izniyle yayımlanmıştır
Linkler
Filiz Ali’nin internet günlüğü