Georges Moustaki / Kadınsız bir dünyada müzik de olmazdı, yazık ki hayat seksi kutsamaya yetmiyor

0

Sekiz dil konuşan bir Akdeniz yurttaşı. Gitarcı, şarkıcı, romancı, sinemacı, gezgin, filozof, aşkın ve aylaklığın militanı. Georges Moustaki profesyonel müziğe adımını Edith Piaf’ın hediyesi gitarla atmıştı. 1960’lardan 2000’lere modalara meydan okuyarak kendi şarkılarını söyledi. Uzun zaman tasavvuf felsefesiyle ilgilendi. 1996’da yayımlanan albümü “Tout Reste a Dire”de Kudsi Erguner’in neyi eşliğinde Yunus’un bir deyişini seslendirince telefonun başına oturmuş, iki gün boyunca ulaşmaya çalışmıştık. Sorularımızı cevaplarken “Yunus Emre’deki aşkın gücünden etkilendim” diyordu. 2013 Mayısı’nda aramızdan ayrılan sanatçının anısına…

 

Sıcak, yosun kokulu Akdeniz rüzgarı, dinleyicisinin ruhunu maviye boyayan bahar sağnağı. En tutkulu aşklardan söz ederken de, Sacco ile Vanzetti’nin idamını anlatırken de kişiliğini koruyan bir ozan. Sakin, alabildiğine soğuk kanlı. Bilge, sevecen, biraz filozof kişilikli. Yıldızların birkaç ayda parlayıp söndüğü müzik piyasasında modaların hiç uğramadığı bir ada gibi. “Kral çıplak” diye haykıranlara kucak açan, “Çalışmak için yaşanmaz, yaşamak için çalışılır” diyenlere pasaportsuz, vizesiz giriş izni veren düş cumhuriyeti. Genlerine kadar muhalif olup bunu öfke sağanağı yerine lisanı münasiple anlatmayı seçenlerin sığındığı belki de son ülke. Geçen hafta bu ülkeye nifak tohumları saçmayı denedik. Arkadaşım Kürşad Oğuz’la telefon başına oturup, Moustaki’yi aradık. Kaosa yol açacak, destabilizasyon yaratacak sorular sorduk. “Üstad” dedik “68’liler torun sahibi dedeler oldu artık. Genç kuşak kanlı canlı, heyecanlı şarkılardan hoşlanıyor. Belki duymuşsunuzdur. Kelaynakların bile başı ciddi dertte. Nesilleri tükenmek üzere…” Cevabı en kurt provakatörleri bile hayal kırıklığına uğratacak kadar sakindi.
“Ticari müzik yapmayı hiç denemedim. Ünlü müzikçiler tanıdım. Ama onlar da tüccar değildi. Örneğin Edith Piaf’la söyledim. Çok tüketiliyordu şarkılarımız fakat ticari bir iş değildi bu. Mal değildi şarkılarımız. Tutkunun sesiydi…”
Söylediklerine bakılırsa, hayatı kendi akışına bırakma yanlısıydı Moustaki. Kaderciydi bir bakıma. Popülerliğinde, şöhrete ulaşmasında rastlantıların payı olduğuna inanıyordu.
“Tıpkı bir konser dinleyicisi gibi, her şeyi kendi haline bırakma yanlısıyım. Nasıl dinleyici konserde manipüle edilmek istendiğinde rahatsız oluyorsa, işler karışıyorsa, hayatta da aynı şey oluyor. İyi bir Mısırlı gibi elhamdürillah demesini bilmek gerekiyor. İnanç sahibi değilim. Ama bazı şeyler kendiliğinden oluyor. Ben yine de kıral çıplak diye haykırmaktan, gerçekleri görmek istemeyenleri rahatsız etmekten geri durmuyorum.”
Moustaki, Newton’un yerçekimi yasalarını bulmasını rastlantılara bağlıyor, bilginin başına düşen elma hikayesine de inanıyor. Değerlendirmelerini haklı bulabilirsiniz, onaylayabilirsiniz de. Bize sorarsanız işin sırrı şarkılarının içtenliğinde, sadeliğinde. Üstadın şarkıları bu sayede farklı kültürlerden dinleyicileri derinden etkileyecek kadar güçlü. “Sen söylemesen de biz bu işin sırrını biliyoruz” dediğimizde haklı olabileceğimizi kabul ediyor:
“Basitlik değil, berraklık olarak isimlendirmeniz gerek bu özelliği. Dolaysız anlatımı severim. Yazdıklarım özelden genele hemen anlaşılmalı. Berraklık Piaf’ın temel özelliklerinden biriydi. Her şeyi açıkça söylemek; gölgede bir şey bırakmamak; söylerken sesini saklamamak. Ona olağanüstü lirizm kazandıran buydu. İçinden geldiği gibi, duygulardan tasarruf etmeden söyledi.”

“Özgürlük”te aşk uğruna mahkumiyete katlanacağımı
söyledim, yanlış anlaşıldı ve özgürlük marşına dönüştü!

Piaf’ın şarkıları gibi Moustaki’ninkiler de tutku dolu. Ama o sadece tutkunun değil daha birçok duygunun sesi. Aşkla başlayalım. Chorus Dergisi’nde yayımlanan bir röportajda kadınların “bütün halleriyle, yaşlarıyla, duygularıyla” şarkılarında yer aldığını söylüyor:
“Aşkı sevenler, aşık olanlar kabilesindenim. Kadınlar olmasa, dünyada müzik de olmazdı. Ne yazık, hayatımız varlığımızı sağlayan seksi yeterince kutsayacak kadar uzun değil. Romantik, erotik hatta ödipusçu dürtülerimde bile içten olmaya çalışıyorum. Sadece zevk peşinde koşmuyorum. Aynı zamanda kardeşlik duygusunun peşindeyim.”
Aşka öylesine tutkun ki uğruna büyük özverilerde bulunmaya hazır. Ünlü şarkısı “Özgürlüğüm”de anlattığına bakılırsa aşk uğruna onu bile gözden çıkarılabilecek kadar tutkulu. “Sevda uğruna özgürlüğümü bırakıp aşk mahkumiyetine katlanabileceğimi anlatmıştım bu şarkıda. Seviyorsam bunu gönüllü yaparım. Fakat yanlış anlaşıldı. Özgürlük marşı olarak kullanıldı!..”
Neyse ki doğru anlaşılan özgürlük şarkılarının sayısı yanlış anlaşılanlardan fazla. Moustaki 35 yıl boyunca aklınıza gelebilecek her türlü özgürlüğün şarkısını söyledi. Sevme, terk etme, ağlama, düşündüğünü söyleme hatta tembellik özgürlüğünün:
“Paul Lafaque’nun yazdığı Tembellik Hakkı akıllıca ve devrimci bir yergidir. Bu yüzden şarkıma konu oldu. Hayatımızın niteliğini, işimizi düşünürken çalışma biçimimizi, ayırdığımız zamanı da gözden geçirmeliyiz. Çok çalıştığınızda tüm yaşam enerjiniz tükenir. Ben tembelliğin somut, yaşanabilir yönünü seviyorum. Tembellik hiçbir şey yapmamak değil, istenmeyen şeyin yapılmamasıdır. Benim gibi sevdiğiniz işi yapıyorsanız tembelliğe gerek yok. Belki provokatif bir tembel imajım var. Verdiğim konserleri düşünürseniz bunun doğru olmadığını göreceksiniz. Yine de kendimi bir tembellik savaşçısı olarak kabul ediyorum.”

Şarkı söylemek son durağı belirsiz bir gezintiye
çıkmak gibi, her durakta insanlar, duygular var

Moustaki şarkılarının bir ada, bir ülke olduğunu söylemiştik ya, bu ülkenin dünya haritasında yerleşeceği yer mutlaka Akdeniz olmalı. Neden derseniz: “Akdenizin tüm kıyılarında kendimi anayurdumda hissediyorum. Akdenizli olmak, dünyanın dört yanma ihraç edilen kültürün insanı olmak demek. Sayısız medeniyet çıkmış. Çağdaş uygarlığın kavramlarını yaratmış. Dünyanın merkezi gibi. Yunan kökenli bir aileden gelen. Mısır’da doğan, çocukluğunda İtalyanca konuşan, Fransa’da yaşamayı seçen bir kişi kendisini başka nasıl hisseder ki…”
Bir denizin bütün kıyılarına bu kadar yakın olması Moustaki’ye popülerliğin kapısını açan bir başka özellik, insanlar onun şarkılarıyla tanışıyor, birbirini tanıyor, aşık oluyor. “Evet, şarkılarımın çok farklı kişilerin  hayatında rol oynadığını biliyorum. Konserlerimde karşılaştığım çiftler, şarkılarım sayesinde tanışıp evlendiklerini söylüyor. Kim bilir müziğim çalınırken neler yaşanıyor yeryüzünde? Sevişenler, kavga edenler, düşünenler, karar verenler… Melodilerin sahnede gördüğümüzden, sözcüklerde yakalayabildiğimizden daha derin anlamları olabiliyor bazıları için. Aysberge benziyorlar. Şarkı söylemek son durağı belli olmayan bir gezinti benim için. Her durakta insanlar, duygular var.”

Sufi değilim

Gelelim yeni albüm “Tout Reste A Dire “e. Bizim deyişimizle “Söylenmesi Gereken Her şey”e. Farklı çağrışımlara açık bir isim. Acaba her şeyi birden söyleyip müzik yaşamını noktalayacak mı? “Yanlış anlamışsınız” diyor telefonda Moustaki. “Aksine, tüm şarkılara rağmen hâlâ söylenmesi gereken çok şey olduğunu anlatıyor. Daha her şeyi söylemedim, demek.” Sesimizi endişeli bulmuş olacak ki ekliyor: “Söylenecek şeyler için daha çok albüm kaydetmem gerekiyor…”
Türk müzikseverler için yeni albümün belki de en şaşırtıcı özelliği Moustaki’nin Yunus’tan bir deyiş seslendirmesi: ”As-tu Brise Un Coe-ur.” Türkçesiyle “Hiç Kalp Kırdın mı?”
Kürşad Oğuz’la şarkıcının peşine düşmemizin, iki günü telefon başında geçirmemizin nedeni de bu şarkı zaten.
Kürşad 1990’dan beri Moustaki dinleyicisi. Bendeniz dokuz yıl kıdemliyim. Yunus’un bir deyişine “Tout Reste A Dire”de rastlamak iki ikimiz için de aynı oranda şaşırtıcıydı. Tasavvuf mu şarkıcının ilgisini çeken yoksa Yunus’un derin hümanizmi mi; ikimiz de çok merak ediyoruz.
“Çok uzun zamandır sufizm ilgi alanımda” diyor Moustaki. “Mısır’da doğdum. Oralarda din yaşamın önemli  parçası. Sufi değilim; sufizme yakınım, etkilendiğimi söyleyebilirim. Dört yıl önce Yunus Emre Festivali için Türkiye’ye gelmiştim. Şiirlerini okuyup etkilendim. 1994’te Konya’ya gittim. Anadolu sufizmini tanımaya çalıştım.”
“Yunus Emre bir sufiydi. Tanrıyı düşündü, ama onun için aşk da yeterliydi. O aşkı yaşamak için tanrıya gereksinimi yoktu. Zaten tanrı her yerde. Ben de bu aşk duygusundan etkilendim.”
Kürşad, tanrı kavramının unutulup sadece aşkın ön plana çıkmasından biraz rahatsız olmuş gibi… Kendini tutamayıp hatırlatıyor: “Yunus için aşk adına yapılmış her şey tanrıya ulaşmak amacına yönelikti…”
“Sadece Yunus değil, tüm sufiler için aşk tanrıyı simgeliyor. Dile getirilen tanrısal aşk değil. Aşk denilince zaten akla tanrı geliyor, bu saf bir aşk, içinde tanrı da var. Ben şiiri böyle anladım.”
Moustaki şarkıyı ana hatlarıyla oluşturduktan sonra Kudsi Erguner’in kapısını çalmış. Stüdyoya girip doğaçlama çalmışlar. Ortaya “Söylenmesi Gereken Her şey” albümünün kapanış şarkısı çıkmış
Moustaki’ye son olarak yeni projelerini soruyoruz. İskenderiye üzerine bir film hazırladığını, “Hafızanın Çocukları” adlı bir romanının yayımlandığını anlatıyor. İki yıla kalmadan yeni bir albüm ve kitap yayımlamayı tasarlıyor. Bir de vazgeçilmez konser turneleri var.
Moustaki’yi yakalanışken söylenecek, sorulacak o kadar çok şey varki.. Biz de onun yolunu izliyoruz çaresiz. Geriye kalanlar bir dahaki sefere…
(Serhan YedigKürşad Oğuz / Temmuz 1996 / Aktüel)

© Bu metnin tüm yayın hakları saklıdır, kısmen dahi olsa izinsiz alıntı yapılamaz.

 

Linkler

Biyografisi

Share.

Leave A Reply

4 − two =

error: Content is protected !!