Maria Del Mar Bonet/ Flamenko, Katalan kültürünün sesini ve soluğunu kesti

0

Maria Del Mar Bonet, hayatını Akdeniz ruhunu keşfetmeye, bu kültürü dünyaya taşımaya adamış bir şarkıcı. Mayorka adasının, Katalan kültürünün temsilcisi aynı zamanda. Konser salonlarına Akdeniz’in sıcaklığını, tuzunu taşıyor. Latin Amerika’nın devrimci müzik geleneğinden etkilenen Del Mar, Franko diktatörlüğü sırasında gözaltına alınmıştı. 1994’te Barselona’da Zülfü Livaneli’yle konserler veren şarkıcı, 2002 Şubatı’nda yine birlikte konser vermek üzere Türkiye’ye geldi. Konser öncesinde İspanya’dan arayıp Katalan kültürü, müziği üzerine konuştuk.

 

Akdenizle çevrili bir adada doğdunuz, çocukluğunuz orada geçti. Franco rejiminin baskısı Mayorka’ya kadar ulaşıyor muydu?
– Çocukluk dönemim endişelerden, korkulardan uzak geçti. Ailemin aynı şeyleri düşündüğünü sanmıyorum tabii. Palma küçük bir kent. Her yere yürüyerek gitmek mümkün. O dönemde açık kışlaya benziyordu. Her tarafta rahipler, rahibeler, askerler, askeri araçlar vardı. Okula tek başıma giderdim. Arkadaşlarımla aram pek iyi değildi. Çantamı kapıp ağaca asar, beremi kapıp saklarlardı.
Çocukça şakalar mıydı bunlar, yoksa ailenizin politik tercihleri okul çevresinde bilindiği için mi baskı altındaydınız?
– İlerici, aydın bir çiftti. Babam yerel gazetede köşe yazarıydı. Buenos dias (Günaydın) başlıklı sütununda kültür konularında yazardı. Annem ise aynı gazetede beslenme, güzellik gibi konularda yazardı. Evimiz Miquel Delibes gibi yazarların, Nuria Espert, Paco Rabal gibi tiyatrocuların uğrak yeriydi.
Anneniz ya da babanız herhangi bir enstrüman çalıyor muydu?
– Bizim evde her zaman müzik vardı. Ağabeyim Joan Ramon’un arkadaşlarının çoğu müzisyendi. Sayesinde ben şarkıcı oldum, o denizciliği seçti. Katalanca şarkılar söyleyen Barselonalı grup El Setze Jutges’in üyeleriyle tanıştırdı beni. Grup bir kültür kulübü gibiydi. Joan Manouel Serrat ve birçok önemli sanatçı, aydın bu grubun çevresinde toplanmıştı. Mayorka’ya konsere geldiklerinde şarkı söylemek için mutlaka beni çağırırlardı. Barselona’ya seramik öğrenimi görmeye gittiğimde bu çevreye girdim.

Aile jürisi karar verdi

Seramik öğrenimi gördüğünüze göre müzikte profesyonelleşmeyi düşünmüyordunuz…
– Kendimi konserlerin ve plak kayıtlarının içinde buldum. Seramik büyük aşkımdı. Ne yazık ki seramik serüvenim yaratıcı düşüncelere hiç önem verilmeyen bir fabrikada nihayet buldu. Müziği tercih etmek için çok fazla düşünmem gerekmedi. Bununla birlikte ailem müzisyen olmaya yetenek ve ruh açısından yeterli olup olmadığımı anlamak amacıyla beni bir dizi psikolojik testten geçirdi. Jüride Caballera Bonald, İgnasi Riera gibi isimlerin olduğunu düşünürseniz ne zor bir sınav hazırladıklarını anlarsınız. Jüri üyeleri işlerini öyle ciddiye almışlardı ki sınav sonunda kararlarını resmi açıklamayla aileme duyurdu. Müzikte yaratıcı yetenek sahibi olduğumu, ilgimi hiç çekmeyen bir alanda çalışmayı sürdürmemin anlamının olmayacağı kanısına varmışlardı. Ailem jüri kararını onadı. Aslında çocukluğumuz boyunca bize hep yaşamın amacının mutluluk olduğunu, ilgimizi çeken işi yapmamızı öğütlemişlerdi.
Hobi düzeyinde de olsa seramiğe devam ettiniz mi?
– Zaman içinde gittikçe ilgim azaldı. Hala zaman zaman tezgahın başına oturur, bir şeyler yaparım. Resimle daha çok ilgiliyim. Suluboya, yağlıboya resimler yapıyorum. Belirli dönemlerde sergiler açıyorum. Sergileri konsere gittiğim ülkelere de taşıdığım oluyor.

Franko Paşa şarkılarını sevmedi

Aileniz, Franko döneminde politik şarkılarla işe başlamanıza tepki göstermedi mi?
– O dönemde diğer aydınların başına gelenler düşünülürse, ben ucuz kurtuldum. İki kez gözaltına alındım. Sebebi evimde “bozguncu” yayınlar bulunmasıydı. Rejimin hoşlanmadığı, bununla birlikte yasaklamadığı dergilere, kitaplara bozguncu yayın diyorlardı. Şarkılarım ve şarkı söylemem yasaklandı. O dönemde usta kabul ettiğim kişiler Atahualpa Yupanqui ve kökleri Latin Amerika toprağında çok derinlere uzanan şarkılar söyleyen Violeta Para’ydı. Hiç karşılaşıp konuşmamıştım onlarla. Şarkılarını dinlemek bana Akdenizli köklerime daha dikkatli bakmayı öğretti. Barselona, Akdeniz duygusunu en iyi yansıtan Balearics için verimli bir tarlaydı.
Şarkılarınız içeriği nedeniyle mi, Katalanca söylediğiniz için mi yasaklandı?
– Katalanca söylememden rahatsız oluyorlardı. Fakat önemli olan içeriğiydi. İstedikleri şeyleri söylemiyordum bu şarkılarda…
Akdeniz ve Akdenizlilik kavramına nasıl yaklaşıyorsunuz?
– Öncelikle doğduğum adanın, Mayorka’nın özgün kültürel dokusunu keşfetmeye çalıştım. Fakat günün birinde Majorka’nın çok sevdiğim kültürel dokusunun parçalarını Kuzey Afrika’da, Yunanistan’da, Türkiye’de görünce çok şaşırdım, büyülendim adeta. Geleneklerimiz, lezzetlerimiz, renklerimiz iç içe. Müziğimiz de. Bir TV programı hazırlamak üzere Tunus’a gittiğimizde zihnimde ilk kıvılcım çaktı. Ensemble de Musique Traditionelle’le kayıt yaparken duyarlılığımızın, melodilerimizin birbirine çok benzediğini gördüm. Yıllar sonra Zülfü Livaneli’yle tanıştığımda bana “Akdeniz bir deniz değil, bir ülkedir” demişti. Tamamen katılıyorum söylediğine. Ve artık bu fikir doğrultusunda yaşıyorum. Örneğin kız kardeşim kabul ettiğim Maria Farantouri ve Lucilla Galeazzi’yle, erkek kardeşim kabul ettiğim Mikis Teodorakis ve Zülfü Livaneli’yle konserler veriyorum, kayıtlar yapıyorum.

Flamenko soluğumuzu kesiyor

Akdeniz dışındaki kültürlerle aranız nasıl?
– Gayet iyi. Biz Akdenizliler tarih boyunca seyyahlıkta da iyiydik. Dünyanın çevresini dolaşıp durduk. Piyanist Manel Camp ile Kuzey Amerika ezgilerinden oluşan bir albüm kaydettim. Güney Amerika yolculukları sırasında Milton Nascimento’yla tanıştım, öyle iyi dost olduk ki birlikte turneye çıktık. Dansçı Nacho Duato’yla çok güzel çalışmalar yaptık, şarkılarım için koreografiler hazırladı. Hatta bale grubuyla birlikte Japonya’ya kadar gittim, konser verdim. Hep şarkılarımın dans etmek için ideal ezgiler olduğunu düşünürdüm. Nacho haklı olduğumu kanıtladı.
Katalan kültürü günümüz İspanya’sında yeterince sesini duyurabiliyor mu?
– Küreselleşme ve kozmopolitizm yerel kültürleri her ülkede köşeye sıkıştırmış durumda. İspanyollar yurtdışından ne gelirse sorgulamadan benimsiyor. Birçok etnik müzik festivalimiz var. Hiçbirinde Katalan kültürünün, Galiçya’nın, Bask topraklarının şarkılarını duyamazsınız. Yüzlerce yıldır söylenen, binbir renkteki şarkılar görmezlikten gelinir. Sadece Andalusia ve flamenko vardır ortada. Oysa İspanya’daki diğer müzikler de en az onun kadar dünyaya ulaşabilecek nitelikte. Sinemaya, edebiyata fonlar ayrılır. Devlet müzikçilerle hiç ilgilenmez, üvey evlat muamelesi yapar.

Park için albüm yaptı

Son albümlerinizden birinde Mayorka’daki bir bahçeyi anlatıyorsunuz. Nedir bu bahçenin önemi?
– Doğduğum kent Palma’nın on kilometre dışında bir doğa harikasıdar Raixa. Araplar tarafından yapılmış bir dizi bahçe, havuz, seralardan oluşuyor. Kardinal bahçeyi romantik bir mekan haline getirmiş, yaz tatillerini geçirirmiş burada. Bahçeye heykeller yerleştirmiş. Birçok filmin çekildiği kültürel merkeze dönüştü zaman içinde. Mülkiyeti birkaç kuruma ait. Bakımını yürütemiyorlar. Satılması düşünülüyor. Biz Mayorkalılar bu bahçenin özelleştirilmesini istemiyoruz. Hayalim Raixa’nın bir bilim ve kültür merkezine dönüşmesi. Albümü Barselona’nın gotik mimariyle örülü bölümünde kaydettim. Martıları, çanları, çeşmeleri ve insanlarıyla doğduğum kenti çağrıştırdığı için burayı seçtim.
Zülfü Livaneli müziğini nasıl keşfettiniz?
– Bir yazar arkadaşımda gördüm albümlerini. Dinledim ve çok hoşuma gitti. Tanışmak, beraber konser vermek istedim. Tanışınca ortak birçok noktamız olduğunu gördük. Şarkı sözlerini bir şair dostum Katalanca’ya çevirdi. İspanya’da verdiğimiz konserlerde şarkılarını kendi dilimde okudum.
(Serhan Yedig / Şubat 2002 / İş Müzik)

Linkler

Biyografi

Share.

Leave A Reply

5 × 1 =

error: Content is protected !!