Pablo Casals / Müzikte beterin beteri tekdüzeliktir

0

İspanyol çellist Pablo Casals, 1950’de, Bach’ın 200’üncü ölüm yıldönümü vesilesiyle Prade Festivali’ni başlatmıştı. Fransız Pireneleri’ndeki festivale her yıl dünyanın önde gelen virtüözlerini davet ederdi. Konuklarından kemancı Igor Oyştrah, çellistle şöyleşi yapmış, izlenimlerini yazmıştı. Casals “Bach’a uygulanmak istenen barok üslûbu da neymiş? O tüm çağların, insanların, üslûpların bestecisidir” diyor.

 

Büyük Casals’la Prades’da beraber çalacağımı öğrenince nasıl bir heyecan, nasıl bir kıvanç duyduğumu siz düşünün. Kendisini, kaydettiği plâklardan ve babam David Oystrak’ın onunla ilgili anılarından tanıyordum. Casals, Rusya’ya en son 1914’te gelmişti. Güçlü yapıyla aşırı tutkunun, bilgiyle içten sıcaklığın, son derece ayrıntılı ‘fraz’larının, tanıtlayamayacağım erkekçe ve pek büyük bir şeyin birbirleriyle kaynaştığı sanatının mükemmel uygunluğu beni her zaman etkilemişti.
Bu, bir mermer bloğunu alıp, bütün gereksiz yerlerini atarak heykel yapan Michelangelo’yu ansıtıyordu bana!
Prades’da, Brahms’ın Si Majör ve Schubert’in Mi Bemol Majör triolarını çalacaktım. Piyanistimiz, festivale sürekli katılan üstün sanatçı Mstislav Horszowski’ydi. Elimde olmayarak benden önce buraya gelenlerin adlarını geçiriyordum içimden: Ysaye, Hubermann, Kreisler, Thibaud, Heifetz, Stern, babam… Ve bunların hepsi de Pablo Casals’ın eşliğinde çalmak kıvanç ve şerefine erişmişti.
Konserler 800’e yakın dinleyici alan Saint-Pierre Kilisesi’nde verildi; set başmihrabın bulunduğu yere kurulmuştu. Bu festivalde dinleyiciler alkışlamaz, memnunluğunu göstermek için ayağa kalkarlar sadece.
Festival boyunca, Casals dünyanın dört bir bucağından gelen Öteki sanatçıların, müzikseverlerin ve turistlerin yerleştiği Prades’ın yedi kilometre ötesindeki büyük bir otelin yakınında küçük bir evde oturur.

Mutluluk için Bach’la yaşanmalı

Onun evine doğru ilk defa yaklaştığım zaman içimde kaynaşan duyuları anlatmam çok zor. Kapının önü provada hazır bulunmak için bekleşen gençlerle doluydu, bu yüzden içeri girmek de bir hayli güçtü. Gerçekten prova yapılırken kapı müzikseverlere ardına kadar açık tutulur. Müzikseverler de ustanın çalışma odasının yanındaki salonda saatlerce bekleşir.
Bir müzik yapıtının doğuşunda bulunmaları ve bu yapıtın yavaş yavaş gelişmesini izleyebilmeleri için gençleri bizim ‘mutfağımıza’ kabul etmesi bakımından Pablo Casals’in bir çeşit ‘demokratizm’ olan açık düşünürlüğüne çok hayranım.
O akşam Casals, Wilhelm Kempf’in eşliğinde Beethoven’in bir sonatını çalacaktı. Onu bu sonatı prova edenken bulacağımı sanıyordum. Ama içeri girdiğimde piyanoda “Clavier bien tempere” çalınıyordu.
Casals’ti bu, kısa boylu, iyi ve aydınlık yüzlü, hiç ayrılmadığı piposunu tüttüren adam.
Beni görünce:
— Mutlu yaşamak için Bach’la beraber yaşamalı, diye açıkladı. Çünkü gerçek mutluluk güzel ‘alışkanlığına’ hiçbir zaman bağlanmamak üzerine kuruludur. Bach’ın müziğiyse bana her gün yeni güzellikler buldurur. Elimin altındadır onlar: duymayı bilmek yeter sadece.
Casals her sabah piyanoda Bach çalar, sonra da dağ gezintisine çıkar, Kanigu’yu seyreder. Bu yüzden başından hoş bir serüven bile geçmiş: bölgenin yargıcı onu gözlerini uçuruma dikerek baktığını görmüş. Garip gelmiş yargıca bu:
— Neye bakıyorsunuz böyle sayın üstadım, diye sormuş.
— Neye mi?… Kamga’ya bakıyorum, diye cevap vermiş Casals.
Her gün o yolu yaya geçen yargıç dağın farkında bile değilmiş o zamana kadar.
O akşam konseri olan ustayı yormamak için kendisinden izin isteyecektim ki beni bırakmadı:
— Bach’ın müziği doğanın bir parçasıdır, dedi. Bach belirli sınıflamaların çerçevesine sokulamayacak türden yanardağı biçimi dehadır. İçindeki bütün cevheri yapıtına dökmüştü o, Alman, Fransız, İtalyan ve hatta Macar uygarlıkları gibi en çeşitli uygarlıkların kaynaklarından faydalanmasını bilmişti!.. Tabiî tabiî…
Ve Casals doğaçtan bir uygulamayla tek keman için birinci sonatın adagio’sunu ağızla söylemeğe başladı. Bunun üzerine de bir akşam Budapeşte’de konserden sonra dostlarıyla beraber Macar halk topluluğunun çaldığı bir kahveye gidişini anlattı. Casals o akşam müzikçilerden viyolonseli istemiş, halk topluluğunun eşliğinde de tek viyolonsel için 5 inci Süit’in Prelüd’ünü çalmış.
— İnanın bana çok güzeldi!
Kendi deyimiyle ‘müziğin ne olduğunu bize gösteren’ Bach gibi, Haydn, Mozart, Beethoven, Schubert, Brahms gibi müzikçilerden söz açan Casals bu sanatçıların müziklerinin her zaman güzel ve ‘günümüzün müziği’ olarak kalacağını söyledi.
— Güzel her zaman güzeldir, çirkinse zamanla daha çirkinleşir… 17. Yüzyıl’dan kalma şu Katalan halk melodisini dinleyin: canlılığın ta kendisi değil mi?.. Ya Haydn?.. Az çalınması ne kadar yazık, ama 20 yıla kadar o da olacak, çok çalınacak…

Soyutlama, doğaçlama ne demek?

Casals çağdaş müzikle çok yakından ilgileniyor ama bundan söz ederken yüzündeki aydınlık kayboluyor: Tabiî bu da seslerin sanatı ama Bach’ın, Mozart’ın, Beethoven’in anladıkları anlamda bir müzik değil. Sonra yeniden Bach’tan söz ediyor:
— Bach’ı ‘soyutlamayla’ doğaçtan çalmak da ne demek oluyormuş? Anlamsız bir şey bu! (Viyolonselini alıyor Casals)… Hem sonra Bach’a uygulanmak istenen barok üslûbu da neymiş? Bunu hiç anlayamadım! Bach bütün çağların, bütün insanların, bütün üslûpların bestecisidir!

                                                              ***                     ***

İlk provamızı ertesi günü yaptık. Casals’deki değişiklik hemen dikkatimi çekti. Viyolonseli kollarının arasına alır almaz ciddileşiyor, hiç konuşmuyor artık, çok titizleniyor. Kendi çalışı mükemmel olana kadar en ufak geçişleri bile birçok defalar tekrarlıyor.
Çalışında en önce göze çarpan şey de ‘dinamikliği’. En hafif, en donuk pianissimo’dan en yüksek fortissimo’ya kadar elde edilmesi en güç olan çeşitli yoğunluktaki bağıntı ayrıntılarım da kapsayarak gelişiyor çalışı.
Vibratosu zayıf ama son derece ifadeli olmasına engel olmuyor bu. Çünkü ifade esin sayesinde, frazenin kabartısı, entonasyon sayesinde elde edildiğine göre bunun son derece ifadeli olmasına engel olmuyor. Buna bir de dinamiğin kıvraklığını eklemek gerek.
Casals entonasyondan söz ederken 19. Yüzyıl’da en ünlü icracılar başta olmak üzere bu meselenin üzerinde bugünkü kadar önemle kimsenin durmadığını belirtti. Bunu olumlu olarak ilk inceleyenlerden birinin Eugene Ysaye olduğunu ekledi.
Casals’in icrasında dikkatimi çeken ikinci şey de özgürce davranışı oldu: bu büyük müzikçi bir parçayı üst üste hiçbir zaman aynı şekilde çalmıyor, yay çekişlerini değiştiriyor, dinamiğini, fraze’ini değiştiriyor, bazan muvman’da bile değişiklik yapıyor.

Donuk icra müziği öldürür

Böylece, çok güçlü olan icrası da hiçbir zaman akademik bir alana gömülüp kalmıyor. Çok cüretli rubato’lar yaptığı oluyor ama bunlar seyrek olduğundan çekici.
Casals:
— Müzikte beterin beteri olan bir şey varsa o da tekdüzen içinde olmaktır. Olağanüstü ama donuk bir icra müziği ortadan kaldırabilir. Bu yüzden de plâklardan pek hoşlanmam: Bir icrayı zaman için dondurup bırakır. Oysa ‘standartlaştırma’ doğaya yabancıdır: Birbirine tıpatıp benzeyen iki insan yüzü, iki ağaç yaprağı bulamazsınız! Ben değişiklik taraflısıyım.
Belki de Pablo Casals’ın devamlı gençlik sırrı da bu ‘değişiklik’, her türlü ‘tekdüze’ şeye karşı duyduğu nefret…
Provanın sonunda usta bize dostça gülümseyerek:
— Çok zor, dedi: Güzel sonu gelmeyen bir savaş, bitmek bilmeyen bir zaferdir.
Sonra Casals 1905 – 1914 yılları arasında Rusya’ya yaptığı gezilerinden söz açtı. Rimski – Korsakof’la, Sezar Kui ile, Glazunof’la Rahmaninof’la karşılaşmalarını anlattı. Bir akşam Rahmaninof’un idaresinde ve Ysaye’nin eşliğinde Brahms’ın “Double Concerto”sunu çalmıştı.
— Ruslar çok konuksever. Müziğe bayılıyorlar, ben de onları çok seviyorum.
Bir gün Casals bana basit ve çekici bir melodi çaldıktan sonra:
– Bu nedir biliyor musunuz, diye sordu. Annemin küçükken bana söylediği bir ninni; beş yaşındayken ilk bu parçayı çalmıştım viyolonselle…
Kurulu bir geleneğe göre Casals her yıl Saint – Pierre Kilisesi’nin önündeki alanda Prades ahalisi için bir konser verir. Bu sefer Horszovski ile benim eşliğimde Schubert’in üçlüsünün son iki bölümüyle o güzel Katalan melodisini seçmişti…
Prades’dan ayrılırken heyecanlı, silinmez bir anı yerleşmişti içime: Çok büyük bir müzikçi ve dünyanın en iyi insanını tanımıştım.
(İgor Oyştrah / Haziran 1965 / Opus Dergisi / Tercüme: Adli Moran)

Linkler

Biyografisi

Pablo Casals Vakfı

Share.

Leave A Reply

one + seven =

error: Content is protected !!