Fulya Akaydın / Genç münevver nesil bu musikinin sihrini, güzelliğini, enginliğini anlamıştır

0

Ercüment Berker, Muzaffer İlkar gibi bestecilerin armoni ve solfej öğretmeni, piyanist ve besteci Fulya Akaydın geleneksel Türk Müziği’nin isimsiz kahramanlarından. İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda Cemal Reşit Rey’in öğrencisi oldu. İstanbul Radyosu ve Kadıköy Şark Musikisi Cemiyeti’ndeki çalışmalarında piyanoyu geleneksel müziğe kazandırmakla kalmadı, pek çok öğrenci yetiştirdi, 1975’te hayata veda etti. 42 yaşında yapılan bu nadir röportajda Akaydın’ın Batı Müziği geçmişini geçiştirme çabası dikkat çekici.

 

Güzel sanatların her dalında olduğu gibi müzikte de profesyonel alana girmediği için toplum tarafından bilinmeyen, buna mukabil sanat çevresinde büyük şöhret kazanmış pek çok sanatkârımız var. Eski İstanbul Radyosu’nda “İnci” takma ismiyle uzun zaman sesini ve sazını dinleten değerli sanatkâr, piyanist Fulya Akaydın da bu meçhul şöh-retlerden biri. (…)
Batı ve Türk müziğini bilen, kuvvetli bir hoca olan değerli sanatkârın Kadıköy’deki mütevazı, büyük bir zevki selimle döşenmiş evindeyim. Talebeleriyle baş başa bulduğum sanatkârı kısa bir zaman dersinden ayırdığım için özür diliyorum. Büyük bir nezaketle “Ne beis var efendim” diyor ve karşılıklı oturuyoruz. Dergimizin fotoğrafçısı da hazırlıklarına başlamış, güzel pozlar aramakla meşgul…

Ülfetim doğum tarihimle başlar

Türk musikisine hangi tarihte intisap ettiniz?
— Öz musikimize intisabımdan evvel ülfetim, doğum tarihinden başlar…
Hakikaten bilmece gibi cevap. Hayretle yüzüne bakıyorum. Gülerek “Galiba anlatamadım” diyor ve izah ediyor:
— Henüz bir kaç aylık çocukken uyku saatlerimde titizlik eder uyumak istemezmişim. Annemle babam, şimdi ikisi de rahmetli oldu, buna çâre bulamadıkları için üzülür dururmuş. O tarihte 3-4 senelik bir kemani olan ve henüz 10 yaşında bulunan ablam, çare olarak beni kemanla uyutmayı denemiş, muvaffak olmuş… Ben ninni ve taksimlerle uyumaya başlamışım… Demek ki ülfetim doğum tarihiyle başlıyor.
Musikimizi tahsîle ciddi olarak hangi tarihte başladığını soruyorum.
“7 yaşında” diyor ve anlatıyor:
— Gariptir ki evde her gün Türk musikisi icra edildiği halde beni Batı musikisi tahsiline başlattılar. Bunun sebebi de gayet enteresan: Ablam Darülelhan’da ser sazende sıfatıyla çalışırken bir gün, üstad ve hocalar arasında, aynı eserin müteaddit kopyalarının doğruluğu hakkında bir münakaşaya şahit oluyor. Bundan müteessir olan ablam benim Batı musikisi ile meşgul olmamı sırf bu sebeplen istiyor. Fakat ben duyuyor muyum? Boş zamanlarımda ablamın kemanına piyano ile refakat ediyor, Türk musikisi hakkındaki bilgimi de arttırıyordum. Benim Türk musikisi ile meşgul olmamı Batı musikisi öğrenmem bakımından ailemce pek muvafık görülmüyorsa da (Kadıköy) Şark Musiki Cemiyeti’ndeki ça-lışmalarım öz musikime bağlılığımı gün geçtikçe daha arttırmış oluyordu.

Kendimi piyano başında buldum

Konuşmamızın mevzuu Şark Musiki Cemiyeti’ne yönelince hemen sözünü keserek fırsatı kaçırmadan bu cemiyete nasıl girdiğini soruyorum. Kendine mahsus zarif gülüşü el ve mimik hareketleriyle bu bahsi de anlatmaya başlıyor:
— Şark Musikisi Cemiyeti’ne girişim garip, gayet heyecanlı ve tesadüfi. Henüz 12 yaşlarındaydım. Ablam Enise, cemiyette fiilen çalışıyordu, ana üyelerden biriydi. Beni “çömezim” diye yanında cemiyetteki çalışmalara, provalara götürür “dinlemek de yarım derstir” derdi. Cemiyetin kalabalık kadroyla vereceği konserlerin birinde perdenin açılmasına pek az zaman kalmışken piyanoyu çalacak Tanburî Faize Hanım’ın ani hastalanması üzerine, muhterem üstadım, merhum Ali Rıfat Bey “Al şu notaları yavrucuğum, hiç vakit kaybetmeden tabureye otur!” dedikten sonra perdeciye dönüp “Çek perdeyi, konsere başlıyoruz!” emrini verdi. Şefimizin bu ani kararı karşısında şaşırmıştım. Eyvah, şimdi ne yapacaktım… Yüreğim küt küt bütün şiddetiyle atıyor, tir tir titriyordum. Şefin emrine karşı gelemezdim.
Eserler hakkında kulak dolgunluğum vardı… Fakat bir defacık olsun geçmemiştim.
Müthiş heyecan ve korku içinde konseri verdim ama, ben de bittim…

İki sene üniversite korosunu yönettim

Amma bu konser benim için bir imtihan olmuş, ben de başarmıştım, işte bu vaka cemiyette fiilen çalışmamın başlangıcıdır.
Bundan başka yine rahmetli üstadım Ali Rıfat Bey’in Türk Musikisi Ocağı Cemiyeti’nde, Kadıköy Halkevi’nde 12 sene piyano ve koro hocalığında ve eski İstanbul Radyosu’nda da bulundum. Biliyorsunuz üniversitenin müzik derneğinde iki sene şefliğim vardır.
Musikimizin geleceği için düşüncelerini sormağa sıra gelmişti.
Bizde Batı musikisinde olduğu gibi Türk musikisi konservatuarları kurmak ve metodlu çalışmak hakkındaki düşünceleriniz?
— Ah, musikimizin geleceği için en can alacak ve üzerinde durulması gereken nokta budur. Bence mekteplerin kurulması elzem. Musikimizi temsil eden tanbur, kemençe, ney, rebab, kanun, ud, santur gibi bütün aletlerin elde kalan birer ikişer üstadı da zayi olursa sazlarımızın nesli kuruyacak.
Her bir sazın metodu yapılması zaruri. İcracı yetiştirmek lâzım. Fakat bilmem o günleri görebilecek miyiz?
Yalnız şu noktayı büyük bir zevkle kaydedeyim ki genç ve münevver nesil bu musikinin sihrini, güzelliğini ve enginliği anlamıştır. Musikimizin ilerleme yolunda olduğunu görmekteyim. Bundan da sevinç duymamak imkânsız.
Musikimizin genç nesli olan talebelerinden hocalarını daha fazla alıp meşgul etmeğe gönlüm razı olmadı. Kendilerine teşekkür edip ayrılırken, içeriden, piyano ve şarkı sesleri biribirine refakat ediyor, evin içini bir ilkbahar havası kadar ılık nağmeler dolduruyordu…
(Halil Nadaroğlu / 1 Nisan 1948 / Türk Musikisi Dergisi/ Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig)

SAZ SEMAİSİ BESTELEDİ

1908’de İstanbul’da doğan Emine Fulya Akaydın, kemani Enise Can’ın kardeşi. İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda piyano öğrenimi gördü. Bir yandan da Kadıköy Şark Musikisi Cemiyeti’nde çalışmalarını sürdürdü. Güftesi de kendisine ait olan “Mehtabın Gölgeli İzlerinde Gezerken Seni Andım” gibi şarkıların yanı sıra bir de Acem-Aşiran Saz Semaisi besteledi. Oğlu, mühendis Pertev Apaydın (1929-?) aynı zamanda Cemal Reşit Rey’den armoni, kompozisyon dersleri aldı, orkestra şefi oldu. 1950’lerde İstanbul Şehir Orkestrası ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkesttrası’yla konserler verdi. Fulya Akaydın 1975’te, ablasından birkaç ay sonra, 67 yaşında Brüksel’de vefat etti. İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. (Kaynak: Yılmaz Öztuna – Türk Musikisi Sözlüğü /  Gültekin Oransay – Çağdaş Seslendiricilerimiz) 

Share.

Leave A Reply

3 × 2 =

error: Content is protected !!