Uzun yıllar Londra Filarmoni, BBC Senfoni gibi orkestralarda grup şefliği ve solistlik yapan viyolacı Ruşen Güneş’in ilk kapsamlı biyografisi Sevda-Cenap And Vakfı’nca 2016 Nisanı’nda yayımlandı. “Viyola Düştü Yola”yı Güneş’in yakın dostlarından kemancı, akademisyen Orhan Ahıskal yazdı. Kitapta fıkra gibi birçok anekdot yer alıyor…
Primrose’un “uyandırma” sistemi
Ben daha Indiana Üniversitesi Müzik Okulu’na gitmeden önce William Primrose’dan, viyolacı olarak yaptıklarından, etkilenmiştim. (…) Bir gün derse gittim. WP hiç memnun kalmadı çalışımdan; his yok, duygu yok. İçinde değilsin çaldığının, deyip durdu ve ardından bir hikaye anlattı:
Kemancı Oscar Shumsky resital veriyor. İlk yarı rezalet. WP sahne arkasındaki odaya gidiyor. Shumsky’ye, kemanını kaldır, kutusuna koy, diyor. Sonra yakasından tutup birkaç kez yukarı kaldırıp indiriyor: “uyan, uyan, uyan!!!” diye bağırıyor… (WP çok güçlü bir güreşçi yapısındaydı).
İkinci yarıyı dinleyecektin ne muhteşemdi, dedi… Şimdi birazdan senin de uyandırılma sıran gelecek, diye ekledi… (Sayfa 80)
Orkestradan şefe unutulmaz hayat dersi
1970 yılı sonunda askerliğimi bitirince İngiltere’ye göçtüm. İlk çocuğum olmuştu, ailem beni bekliyordu (*).
(…) İş bulmak gerekiyordu. O sırada İngiltere’de posta grevi var. Bir yerden, Covent Garden’da iş olabileceğini duydum. Gittim, çaldım adamlara. Hemen iş verdiler. “Akşama gel” dediler. Smokin almak için Ruth’un kardeşinden borç aldım. İlk akşam, Yevgeni Onegin… Solti idare ediyor… (…)
Bir gün Antal Dorati geldi. İlk gün bağırdı, çağırdı. Orkestrayı çok kızdırdı. Ertesi gün geldi, elini kaldırdı, yönetmeye başladı. Orkestrada çıt yok. Büyük bir sessizlik… Şef şaşkınlıkla bakarken kornocu ayağa kalktı “Maestro” dedi. “işte senin çıkarabileceğin bütün ses bu kadar!” (Sayfa 111)
(*) Güneş, Kraliyet Müzik Koleji’nden arkadaşı, kemancı Ruth Whitehouse ile 1965’te evlenmişti.
Kim daha sıkıcı?
Güneş’in Londra Filarmoni Orkestrası’nda solo viyolacı olarak çalıştığı yıllarda Alman şef Kurt Sanderling orkestraya konuk olarak gelmiştir. Programda Sibelius’un 5’inci Senfonisi vardır. Provalar başlar. Sanderling daha ilk provanın başlarında orkestrayı durdurur ve ne kadar sıkıcı çaldıklarını söyler.
Güneş’in sağ eli sanki daha şefin sözleri bitmeden havadadır. Her zamanki sakin ama dolaysız tavrıyla Sanderling’e “Maestro” der, “Biz profesyonel bir orkestrayız. Şef forte vurursa biz forte çalarız. Şef piano vurursa biz piano çalarız. Şef sıkıcı vurursa biz de sıkıcı çalarız!”
Sanderling sinirlenip provayı terk eder. Birkaç dakika sonra Güneş orkestra idaresince şef odasına çağrılır. Sanderling, Güneş’e kendisine verdiği ders için teşekkür etme büyüklüğünü gösterir. (Sayfa 194)
Baget yerine ayakkabılarınıza bakıyorum
Paavo Jarvi, oldukça yüksek bir platformdan Londra Filarmoni’yi yönetmektedir. Öyle ki orkestranın sağ ön tarafındaki viyolaların en önünde oturan Ruşen Güneş, Jarvi’nin ayakkabılarını, ellerine kıyasla, çok daha rahat görebilmektedir. Provalar süresince tahta üflemeli çalgı üyeleri Jarvi’nin vuruşunu anlayamadıklarından şikayet ederler. Bir an gelir ki şikayetlerden sıkılan Jarvi hemen ayağının dibinde oturan Ruşen Güneş’e dönerek onun da vuruşunu anlayıp anlamadığını sorar. Güneş’in yanıtı hazırdır:
“Benim hiçbir şikayetim yok. Maestro, ayağınıza bakarak rahatlıkla çalıyorum!”
Çünkü şef bir yandan da ayağıyla tempo vurmaktadır. Güneş’in bu sözü üzerine Jarvi hiddetle sahneyi terk eder. Orkestra idaresi Güneş’ten açıklama yapmasını istediğinde yanıt hazırdır:
“Maetro niye bozuldu ki? Ben hiçbir şikayetim olmadığını söymemiştim halbuki!” (Sayfa 195)
Şef George Solti’ye sürpriz
(Viyolacı Aubrey Meyer anlatıyor) Londra Filarmoni’nin Festival Hall’daki bir konserinde Dvorak’ın Senfonik Çeşitlemeleri’ni çalıyorduk. Şef, yanlış anımsamıyorsam, Sir George Solti idi. Trombonların çok yüksek nüansla, ünison olarak vuruşun üzerinde ve legato olarak temayı çalarken yaylıların da akorlarla ve senkop olarak temaya eşlik ettikleri 15’inci çeşitlemeye geldik. O akşam Ruşen’e ne oldu bilmiyorum. Çeşitlemenin 7’nci ölçüsü civarında, herkesten yarım vuruş önce, o kocaman viyolasıyla aksanlı ve büyük bir akor çaldı. Bu korkusuz ve eşsiz aslan gibi çalıcıdan sesli, empatik ve bariz bir domino etkisi oluştu. İcra devam etti gibi görünse de, viyola grubunun arkasında oturduğum yerden önce Ruşen’in bir an gözden kaybolduğunu, sonra ön rahmeden arkaya doğru bir sallantı başladığını, bir şaşkınlıkla titreme dalgasının önce bütün viyola grubuna sonra da tüm yaylı çalgı gruplarına yayıldığını ve neredeyse bütün orkestrayı konserin ortasında çökertme tehdidi oluşturduğunu gördüm. Sonra durum toparlandı ama bu anının neşesi, Ruşen’e olan dostluğum ve büyük yeteneğine olan hayranlığım bugüne kadar benimle yaşadı. (Sayfa 198)
(Serhan Yedig / Mayıs 2016 / Andante)
Linkler
Ruşen Güneş: Amerika’ya gitmemi sağlayan William Primrose’du