Toros Can / Müzikte melezliğin güzelliğine inanıyor, bu yolda yürüyorum

0

Macar besteci György Ligeti’nin mekanik piyano için yazdığı, toplam 1.5 dakikalık 14a numaralı etüdünü İdil Biret günde 12 saatten 1.5 ay çalışarak çıkarmıştı. Genç piyanist Toros Can ise aşırı zorlanmadan neredeyse kısmi felç geçirdiğini anlatıyor. Fransa’da Hindemith CD’siyle dört ödül, Ligeti kaydıyla Diapason d’Or kazanan Can, bu etüdü ve doktora tezine konu olan Hindemith’in “Gecede”sini 2002 Haziranı’nda İstanbul Müzik Festivali’nde seslendirdi. Genç piyanisti konser öncesinde Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden aradık. Müzik serüvenini, Hindemith ve Ligeti müziğine yakınlığını, yeni projelerini konuştuk.

Fotoğraf: Hüseyin Eryılmaz

Fazıl Say bir röportajda Ertuğrul Oğuz Fırat’ın dev müzik arşivi sayesinde ufkunun açıldığını, çocukluk çağında çağdaş müzik hakkında çok şey öğrendiğini söylemişti. Aynı dönemde Ankara Konservatuvarı’ndaydınız. Çağdaş müziğe benzer etkileşimle mi yöneldiniz?
– Fazıl ve Muhittin Dürüoğlu benden bir sınıf büyüktü. Onları ağabeylerimiz olarak görür, hayranlıkla izlerdik. Ne yazık ki Ertuğrul Oğuz Fırat’la tanışamadım. Müziğe bakışımı, yaklaşımımı değiştiren, etkileyen kişi o yıllarda Ankara’ya konser vermeye gelen Amerikalı piyanist Tedd Joselson oldu. Arkadaşlarımın zoruyla Joselson’a çaldım. Çok beğendiğini söyledi, İngiltere’ye davet etti. Hayatımı değiştiren, işte bu iki aylık tecrübedir. Ankara’da, konservatuvar dışında, müzikseverlerden oluşan bir arkadaş grubum vardı. Yaz aylarında altı, yedi saat birlikte eserlerin çeşitli yorumlarını dinler, tartışırdık. Harçlığımızla yabancı müzik dergilerini takip ederdik. Müzik üzerine okurduk. Bu dönemde dinlediğim eserlerin çeşitliliği ve yorum kalitesi sonraki yıllarda çalışımı da etkiledi. Yurtdışına çıktığımda da bursumu CD ve notalara yatırdım, geniş bir arşiv oluşturdum.
İngiltere’den sonra yüksek lisans ve doktora için ABD’ye gitmeniz rastlantı mıydı, yoksa Alman ve İngiliz ekolünden sonra Yeni Dünya’daki sentezi keşif çabası mı?
– Kesinlikle rastlantıydı. Türkiye’ye konsere gelen Peter Katin beni dinledikten sonra birlikte çalışmayı teklif etti. British Council’ın bursuyla Londra Kraliyet Müzik Koleji’nde master öncesi çalışma yaptım. Yüksek lisansımı ABD’de Yale Üniversitesi’nde tamamlamam da bu rastlantı zincirinin parçası.
Ekol konusuna hiç değinmediniz.
– Bu konuda ilginç bir tecrübem oldu. Konservatuvarı bitirip İng iltere’ye gittiğimde Peter Katin kollarımın çok yukarıda olduğunu, sert çaldığımı söyledi. “Bunu değiştirmeliyiz” dedi. Tam bir yıl teknik ve rahatlamayı öğretti. Repertuar çalışmak varken başa dönüp bu konuyla uğraşmak çok gücüme gitti. Yale’deki masterdan sonra Dallas’a gittiğimde hocam Joaquin Achucarro ise “çok yumuşak çalıyorsun, değiştirmeliyiz” dedi. Başıma gelenleri anlatıp “Peki hanginizinki doğru” diye sordum. Önerisi şuydu: “Seçmek zorunda değilsin, eserde hangisi gerekiyorsa onu kullan. Gerekirse her ikisini de” Ekol konusuna gelince. Ankara Konservatuvarı’nda Alman ekolüyle yetiştiğim düşünülürse, hocam Peter Katin bu birikime Claudio Arrau’nun tekniğini ekledi. Çünkü onun öğrencisiydi. Tedd Joelson ise Horowitz’in öğrencilerindendi, ayrıca Amerikan yaklaşımı vardı. Diğer hocam Peter Frankl, Macar ekolünden geliyordu. Gyorgy Sandor’un öğrencisiydi. Tüm bu yaklaşımları, teknikleri, bakış açılarını bir araya getirip içinden bir üslup çıkarmak heyecan verici. Melezliğin çok güzel bir şey olduğuna inanıyorum ve bu yolda yürüyorum.
Yıldızı hızla parlayan piyanistler repertuarlarında konçertolara ağırlık verir. Oysa siz solo piyano eserlerine yönelmişsiniz. Oda müziği ve resitaller öncelikli tercihiniz mi?
– Samimi konuşmak gerekirse ben genç bir piyanistin orkestra konserleri için teklif almasının, resitallerden çok daha zor olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle resital repertuarım daha geniş. Resitalleri çok seviyorum. Bunun yanısıra birlikte müzik yapma duygusu, güzel bir kitap, şiir okuduğunuzda bunu birileriyle paylaşma ihtiyacı gibidir. Orkestra konserlerinden de zevk aldığımı söylemem gerek.

Yarama parmak bastınız

Ahmet Say ve Fazıl Say sizden bahsettikleri yazılarda ısrarla “Arizona Üniversitesi’nde ne işin var, ülkene dön ve birikimini yurdunun insanıyla paylaş” fikrini savunuyordu. Akademik kariyere başlamışken birden bire Türkiye’ye dönmenizde bu yazıların etkisi oldu mu?
– Etkisi oldu tabii. Ama işin aslı, Amerika’daki akademik çatışmalardan çok bunalmış olmamdı. Virtüözite üzerine çalışmak varken teorik alanın derinlerine inmek piyanoyu ihmal etmemi gerektiriyordu. Avrupa’daki konser tekliflerini kolayca kabul edemiyordum. Anadolu Üniversitesi’ne gelmem tüm bu sorunları çözdü. Türkiye’nin yanısıra Avrupa’da yılda ortalama 10 konser veriyorum. Bunların arasında La Roque d’Antheron gibi kıtanın en eski piyano festivali de bulunuyor.
Büyük ilgiyle karşılanan ilk iki CD’niz çağdaş müzik repertuarından oluşuyordu. Klasikleri, romantikleri kaydetmek için belli bir olgunluğa ulaşmayı mı bekliyorsunuz?
– Plakçılarda Mozart, Beethoven ve Haydn’ın sonatlarının binlerce yorumunu bulabilirsiniz ama Hindemith’in “Gecede”sinin dört, 17 Ligetti etüdünün kaydı ise bir adet. Üstelik bu eserler geçen yüzyılın müziği artık. 20.yy aynı anda bir çok akımın birden filizlendiği bir çağ. Klasik müzikte hiçbir çağ bu kadar çeşitli, zengin değil. Bu nedenle 20.yy müziğini önemsiyorum. Orleans 20. yy Piyano Yarışması’nın ödüllerinden biri CD kaydıydı. Koşul 20.yy repertuarını içermesiydi. Bu nedenle Ligeti’yi seçtim. Büyük ilgi gördü. Demek ki seçimim yanlış değil, diye düşünmeye başladım. Sahnede kendimi modern repertuarla, klasik repertuarla olduğundan çok daha rahat hissediyorum. Tabii hep modern eserler çalmıyorum. Örneğin kasım ayında La Roque d’Antheron’da vereceğim resitalin programında Schubert’in sonatı olacak.
Sahnede modern eserlerin sağladığı rahatlık yorum özgürlüğünden kaynaklanıyor olabilir mi? Schubert, Beethoven ya da Mozart çaldığınızda çoğu dinleyici en sevdiği CD’ye yakın bir tını duymak istiyor çünkü…
– Yarama parmak bastınız. Herkes konserde, evindeki kayda yakın yorumu duymak istiyor. Sahnede dinleyicinin beklentisine yaklaşma çabasına, daha önceki yorumlara bağlı kalmaya kesinlikle karşıyım. Bu yoldan yürüyen bir yorumcunun, toplumumuzda “sanatçı” olarak anılan popüler müzik idollerinden ne farkı kalıyor?
Hindemith’in müziğiyle yolunuz nasıl kesişti? Bestecinin 1930’lardaki Türkiye serüveninin seçiminizde etkisi oldu mu?
– Ankara Konservatuvarı’nda modern müzik Ravel’e kadar uzanırdı. Diğer bestecilerin eserlerinin notası da yoktu, öğreten de olmadı. Fazıl Say sınavında Alban Berg çaldığında garipsenmişti. Modern müziği ve Hindemith’i Londra’da keşfettim. Bu sayede modern müzik maceram başladı. Besteciyle, kader yollarımız tuhaf şekilde kesişiyor. Hindemith, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kurucularından biri. Sonra ABD’ye gidip Yale Üniversitesi’nde çok önemli izler bırakmış. Ben de bu iki okuldan geçtim. İlk dinlediğim ve sevdiğim eseri solo viyola sonatlarıydı. Eserini ilk kez 1994’te Londra’da seslendirdim.
Ligeti’nin müziğiyle nasıl tanıştınız?
– Orleans yarışmasının repertuar seçeneklerinden biri de Ligeti’nin etüdleriydi. Merak edip araştırdım, tanımaya çalıştım. Yarışmada diğer adayların çaldıkları eserleri dinleyicince daha da sevdim. Başlangıçta “asla çalamam bu eserleri” diye düşünmüştüm.
Besteci bazı eserlerini mekanik piyano için yazmış. İdil Biret bir röportajda 1.5 dakikalık 14a etüdü için günde 12 saatten 1.5 ay uğraştığını anlatmıştı. Siz nasıl başardınız?
– (Gülüyor) Mahvetti beni… Yüzümün bir tarafı bir süre fonksiyonunu kaybetti, felç gibi oldu. Gözümden yaşlar gelmeye başladı. Çalıştıkça “galiba başaracağım” fikri gelişti. Normal programımın yanısıra yaklaşık bir yılımı aldı bu eserleri çıkarmak. Yarışma sayesinde Ligeti repertuarıma girdi. Tıpkı Pierre Boulez’in, John Cage’in eserleri gibi… Cage’in eserlerini sonra okulum için CD’ye kaydettik.

Hindemith, Rigoletto ve füglerle dalga geçiyor

John Cage çalarken Ligeti’nin hışmından hiç çekinmediniz mi? Cage müziğiyle alay etmek için Üç Bagatel’i yazmış… Üstelik eli epeyce ağırmış. Bir röportajda, 1960’larda çok sevdiği bir şairi tartışma sırasında evire çevire dövdüğünü, sonra çok utandığını anlatıyor…
– Hayır, hışmından korkmadım. Çünkü aralarındaki tartışmayı bilmiyordum. Cage’in eseri daha önce ilgimi çekmişti. Ligeti’yi o günlerde daha yeni duyuyordum. Ayrıca tek yolu izlemenin yararlı olmadığı kanısındayım. Bugün Ligeti kaydediyorsam yarın çok daha farklı şeyler olacaktır repertuarımda. Bu eserlerin birbirleriyle anlaşmaması müziğin renkliliğini ifade eder.
Ligeti’nin bir özelliği de eserlerinin yorumlarıyla yakından ilgilenmek. “Bari ben ölmeden istediğim gibi çalınsınlar” diyor. Dört ödül alan CD’nizdeki yorumları nasıl buldu, Ligetti’yle tanıştınız mı?
– Tanışmadık ne yazık ki. Çok ters bir insan olduğunu duydum. Bir piyanist nezaket gösterip besteciyi resitaline davet etmiş. Provada yorumu hiç beğenmediğini, değiştirmesi gerektiğini söylemiş. Ardından da “Hayır olmuyor, size eserlerimi çalmayı yasaklıyorum” demiş. CD’mi besteciye gönderdiler. Gelen haberlere bakılırsa beğenmiş… Doğrusu ben bu yorumda kendime güveniyorum, ters bir şey olacağını sanmıyorum.
Resitalinizde Franck, Ligeti ve Say’ın eserlerinden sonra Hindemith’in 14 bölümlük zorlu bir eserini yorumluyorsunuz. Maraton gibi bir program hazırlamışsınız. Çıkış noktanız neydi?
– Çeşitliliği, değişik renkleri olan bir program oluşturmak istedim. Zorluğunu düşünmedim. Sahneye çıktıktan sonra gerisi geliyor nasıl olsa… Hindemith’in “Gecede, Rüyalar ve Deneyimler”i sürprizlerle dolu, izlenimci özellikler içeren, yer yer alaycı bir beste. Rigoletto’yla, füglerle dalga geçiyor. Çılgın denebilecek kadar şakacı. Besteci bir dönem hayatını kazanmak için lokallerde çalmış. Bu eserde de fokstrotlar dikkat çekiyor. Bence Hindemith’in en yaratıcı eserlerinden. Doktora tezimi de bu eser üzerine yazmıştım. Bir yorum kılavuzu ve yapısal analiz hazırlamaya çalıştım.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde ders veriyorsunuz. Bursa Uludağ Üniversitesi’nde bölüm başkanısınız. Evlisiniz. Tüm bunların yanısıra iyi bir konser piyanisti olmak için çabalıyorsunuz. Merak ediyorum, günde kaç saat uyuyorsunuz?
– Uyku saatimden kesmiyorum. Zaman yetiyor bana. Haftada bir gün Bursa’ya gidiyorum. Ders vermek beni yeniliyor, çok seviyorum. Yolda kitap okuyabiliyorum. Anadolu Üniversitesi’ndeki ders saatlerim çalışmalarımı engelleyecek kadar fazla değil. Eşim piyanist, 20 yıllık arkadaşım. Beraber yetiştik. Bu nedenle birbirimizi anlayışla karşılıyoruz.
Diğer sanat dallarına ilginiz var mı?
– Kitap okumayı severim. Bu günlerde iyice yoğunlaştı okuma faaliyetim. Farklı şeyler okumaya çalışıyorum. Mesela Zen ve Motosiklet Tamir Etme Sanatı adlı bir kitabı bitirdim, şimdi Sait Faik var elimde. Eskiden roman okumazdım. Şimdi daha fazla roman okuyorum.Çok sevdiğim yazarları sorarsanız en başta Bilge Karasu geliyor diyebilirim.
Diğer müziklerle ilginiz nasıl?
– İyi bir caz dinleyicisi olmaya çalışıyorum. Elime geçen iyi şeyleri, tercihen eskileri dinliyorum. Oscar Peterson, Art Tatum, John Coltrane, Bill Evans severek dinlediğim isimler. Keith Jarrett’ı eskiden çok severek dinlerdim. Paris, Viyana konser kayıtları mesela. Günün birinde Köln Konseri’nin notalarını görünce, acaba bu müzik gerçekten emprovizasyon mu, diye düşünmeye başladım. Yani beş altı yıldır Jarrett’la arama bir soğukluk girdi. Fakat Goldberg Varyasyonları, 24 Prelüd yorumlarını severek dinliyorum. Eski çılgın kayıtlarını da…
Emprovizasyon size cazip geliyor mu, ortaya çıkarmasanız bile beste yapıyor musunuz?
– Eskiden çok emprovizasyon yapardım. Ama sonra zaman kalmadı. Arizona’da kompozisyon, Londra’da, Yale’de şeflik dersleri aldım. Fakat beste yapmıyorum. Kompozisyon derslerini bestecileri daha iyi anlamak, eserleri rahat analiz edebilmek için, şeflik derslerini ise orkestrayla çaldığımda kendimi rahat hissetmek ve değişik vuruş stillerine alışmak amacıyla aldım. Bu dersler sayesinde Hindemith’in, Ligetti’nin müziğini rahatlıkla çözebildim.
Yakın gelecekte neler yapmayı düşünüyorsunuz, uzun erimli planlarınız neler?
– George Crumb’ın eserleri üzerinde çalışıyorum. Kaydedeceğim iki CD’de tüm piyano eserlerini seslendireceğim. Crumb Amerikalı bir besteci. Uzun zamandır yeni beste yapmıyor. “İkinci sınıf bir Bartok olacağıma, birinci sınıf Crumb olarak kalayım” diyor. Eserlerini Londra’daki nota kitaplığında keşfetmiştim. İlk gördüğüm eseri nazi karşıtı Black Angels başlıklı eseriydi. Elektronik yaylı sazlar dörtlüsü için yazmış. Benim seslendireceğim eserler de hazırlanmış piyano için yazılmış. Piyanistin görevleri arasında bağırmak, tellere vurmak, teller arasına şişe ve zincir koymak gibi şeyler de bulunuyor.
Konserden önce epeyce antrenman yapmanız gerekiyor anlaşılan…
– (Kahkahalar)
Önümüzdeki 5 yılda gerçekleştirmek istediğiniz en önemli hayaliniz nedir?
– Daha çok konser vermek istiyorum. Çaldıkça, resital verdikçe, insanlarla sahneden iletişim kurdukça mutlu oluyorum. Zaman sınırını bir kenara bırakırsak çok iyi öğrenciler yetiştirmeyi düşlüyorum. En azından gurur duyabileceğim bir öğrenci yetiştirebilirsem bu da bana yeter.
Birkaç yıl arayla Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olan beş parlak piyanistten birisiniz. Fazıl Say , Muhittin Dürüoğlu, Emre Elivar, Özgür Aydın’la birlikte ortak bir proje hazırlamayı düşünüyor musunuz?
– Hepimizin aynı dönemden çıkması çok büyük bir tesadüf. Onların yakınımda olması beni çok olumlu etkiledi. Hepimiz olumlu etkilendik. Aramızda güzel bir dostluk var. Ama ortak bir konser projesi düşünmedik hiç. Bir menajer proje geliştirirse sevinerek katılırım.
(Serhan Yedig / 28 Haziran 2002 / Radikal)
Fotoğraflar: Guy Vivien, Hüseyin Eryılmaz, Mehmet Çağlarer

Fotoğraf: Mehmet Çağlarer

Yale’de master, Arizona’da doktora: 1970 Ankara doğumlu. Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan sonra Londra Kraliyet Müzik Koleji’nde yüksek lisans öncesi çalışmalar yaptı. Yale Üniversitesi’nde yüksek lisansını tamamladıktan sonra Southern Methodist Üniversitesi’nde solistlik sınıfına, Arizona Üniversitesi’nde doktora programına katıldı. Kompozisyon ve şeflik dersleri de aldı. Avrupa’nın birçok ülkesinde, ABD’de konserler verdi. Orleans Uluslararası Piyano Yarışması’nı kazandıktan sonra Hindemith ve Ligeti’nin solo piyano eserlerinden birer CD kaydetti. CD’ler Fransa ve Hollanda’da toplam beş ödül kazandı. Toros Can bir süredir Anadolu Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor.

Linkler

Kişisel web sayfası

Toros Can: Evle iş arasında giderken bile her gün farklı rota seçerim (2006 Andante röportajı)

Share.

Leave A Reply

four × three =

error: Content is protected !!