Giora Feidman / Klarnetimle ifade edemeyeceğim tek duygu nefret

0

Biir müzik bilgesi Giora Feidman. Klarnet elinde kanatlanıyor, hümanizmin sesine dönüşüyor. “Müzik insanları birbirine yapıştıran kutsal bir tutkal, ben ise içimizdeki sesin aracıyım” diyor müziğini tarif ederken. İlk kez 1995’te İstanbul’da konser vermişti. Yıllar sonra, 2006 Kasımı’nda yine yolunun Türkiye’ye düşeceğini duyunca, Almanya’dan aradık. “Hâlâ iyimser misiniz” diye sorduk. “Din adına cinneti yaşıyor dünya. Mezhepler bile birbirine düştü. Oysa farklı dinler bir araya gelip, sevginin sesine dönüşebilir. Örneğini müziğimle veriyorum” dedi. İşte kendi ağzından, dünden bugüne Feidman.

Kimim, nereliyim, diye soracaksınız önce, biliyorum. Yeryüzündenim. Arjantin’de doğdum, İsrail’e yerleştim. Yıllarca İsrail Filarmoni Orkestrası’nda klarnet çaldım. Sonra Almanya’da yaşadım, Amerika’ya geçtim, yine Almanya’ya döndüm. Kısacası bu gezegenin insanıyım. Sınırları sevmem. Sınırları doğa değil, insanlar çizer. Kafalarında taşırlar. Oysa sınırlar düşleri, düşünceleri kısıtlar: Bu sizin, bu benim ülkem; araya yapay bir çizgi çekilmiş! İşte bu illüzyon için yüzyıllardır milyonlarca kişi hayatını feda ediyor. Neden?
Eğer sınırlar varsa ve bunlar bir çizgiyse neden insanları birbirinden ayırmalı? Pekala üzerinde buluşulabilir. Unutmayın, üzerimizdeki gökyüzü kimseye ait değil, hepimizin. Uzaya çıkan astronotlar aşağı baktıklarında masmavi bir dünya gördü. Sınırları değil…

Müzisyen sadece bir hortumdur, içinden ruhun sesi akar

Klezmer’in, yani çaldığım müziğin ne anlama geldiğini merak ediyorsunuz. Anlatmaya çalışayım. İki İbranice sözcük: Kle ve Zmer. Yani şarkının enstrümanı. Yani beden. İnsan vücudu bildiğimiz en üstün enstrümandır. Klezmer de ruhunun sesini sunar. Klezmer “çalmam,” klarnetimle “söylerim.” Melodiyle “söylenen” gerçeğin ta kendisidir. Bir sohbettir klezmer. Ruhlarımızı buluşturan ortak dil. Canalıcı noktası içtenliğidir. Amaç değil, araçtır. Tıpkı enstrüman gibi, vücut gibi.
Müzisyen iyi olmak için önce bir “araç” olduğunun farkına varmalı. Bizler hortuma benzeriz. Su üretmez hortumlar. Suyu bir yerden diğerine aktarır. İçimizden ruhun sesi akar. Yapılan işe özel yetenek de denemez. Gereksinimdir. İçinizdeki zaten doğal olarak dışarı çıkmak ister; içgüdüsel olarak şarkı söylemek, söyleşmek istersiniz. Çünkü şarkılar iletişimin temelidir. Yeni doğmuş bir bebek annesinin sesini duymak ister. Eğer bebekle iletişim kurmak isteniyorsa tek dil vardır: Şarkı. Yeryüzündeki tüm anneler bebekleri için şarkı, ninni söyler. Neden? Çünkü içlerindeki doğal güç tarafından yönlendirilirler. Öyle güçlüdür ki bu dürtü, kimse direnemez.
Tüm bu söylediklerim kafanızı mı karıştırdı? Endişelenmeyin lütfen. Kafanın karışması ilerlemenin en güzel işaretidir. Şu hayatta topu topu kaç kez kafamız karışır ki?
Yahudi’ye “Tevrat oku,” deseniz ne istediğinizi anlamayacaktır. Çünkü haham “Söyle” der. Şarkı söyler gibi okur, vecd içinde salınırlar ibadet ederken. Yani hem söyler, hem dans ederler. Yıllar önce sufizmi incelerken Mevleviler’in de dansla ibadet ettiğini görmüştüm. Felsefeleri sayesinde Tevrat’ı çok daha iyi anladım. Bir kez daha şarkının ve dansın bizi yüce varlıklara bağladığını gördüm. Neden klezmer konusunda ısrarcıyım bu kadar? Çünkü insanoğlu şarkıları unuttu. Evde yeterince şarkı söylemiyoruz, ailemizle neredeyse hiç söylemiyoruz. Hatta şarkı söylemenin önemini bile ifade etmez olduk.”

Nefretin panzehiri şarkıdır, paylaşıldıkça çoğalır

Şunu deneyin: Bir ezgi mırıldanın ve aynı zamanda herhangi bir şeyden nefret etmeye çalışın. Olmaz. Nefretle iyi şarkı söylenemez. İyi şarkı içinde nefret barındırmaz. Nefret bir ilüzyondur. Şarkı ise gerçek. Bakın, nefret dediğimiz o yıkıcı, korkunç enerjiyi denetlemek ne kadar kolay olabiliyor: Şarkı söyleyin! Eğer şarkı söylersek, bir aile olarak değerlendirilmesi gereken tüm insanlığın birbiriyle iletişimi artar. Ezgiler insan doğasının çimentosu, büyülü tutkalıdır. Farklı kökenden, farklı düşünceden insanları birbirine bağlar.
Biliyorum, tutucularla, savaş tüccarlarıyla, diktatörlerle aynı gezegeni paylaşıyoruz. Ama onlara karşı müzik var hayatın içinde. Eğer bir geceyarısı kâbustan sıçrayarak uyanırsanız bir ezgi söyleyin. Korku size vız gelecektir. İşte bu klezmer’dir. Şarkı sınırları, farklılıkları aşıp insanları bir araya getirecek kadar güçlüdür. Eğer şarkınızda samimiyseniz, dünyanın her yerinde, her dilden, her dinden, her ırktan insana ulaşabilirsiniz.
Deneyin: “Mutlu Yıllar Sana”yı söyleyin mesela. İsterseniz “Happy Birthday To You” diye mırıldanın. Şimdi bu kimin şarkısı, sizce? Japonlar’ın mı, Amerikalılar’ın mı, yoksa Hollandalılar’ın mı? Bir Türk’e sorsanız, bir Brezilyalı’ya sorsanız, bizim şarkımız, der size. Şarkılar ortak duygularımızdır. Paylaştıkça büyürler.

Rekabet, ruhlar değil ancak egolar arasında olur

Klarneti elime aldım ve dudaklarıma götürdüm. Yaptığımı, tanımlamam gerekirse, ruhumun sesini kulaklarınıza bağladım şimdi, derim. Beni bedensel olarak karşınızda görürsünüz. Oysa duyduğunuz ruhumdur. İçimdekileri sizinle paylaşmak için oradayım. Ruhsal zenginliği, yaşama sevincini.
Müzik paylaşmaktır. İçinde yaşama sevinci olmayan bir şey düşünemiyorum. Acıların, mutsuzlukların ötesinde yaşam var. Müzik yaşamın aynasıysa gelin bu güzelliği paylaşalım.
Bana sorarsanız, soru değildir müzik. Cevaptır. Salt kulağınızı açmanız gerekir paylaşmak için. Her konser bir alışveriştir. Çalarken değiştiğimi hissederim. Sahneye çıkanla, inen, hiçbir zaman aynı kişi değildir.
Klezmer’in Musevi müziği olduğu sanılır. Değildir. Sadece müzik vardır çünkü. Mozart, blues, folk gibi. O sadece bir dildir. İnsan olmanın gereğidir bu dili kullanmak. Nasıl Bach sadece Hıristiyanlar tarafından çalınamazsa klezmer de öyle. Dedim ya, müziğin hası yani samimi olanı büyülü bir tutkala benzer. Binlerce metre derinden çıkar. Klasik, folk fark etmez. Kimi övünerek sadece oda müziği ya da blues dinlediğini söyler. Bu, hayat boyunca sadece çorba içmek gibidir.
Biz insanoğulları bir aileyiz. Müzikle hayatı paylaşıyoruz. Kulaklarını kapatanlar o kadar çok şeyi kaçırıyor ki, onlar adına üzülüyorum… Yeri gelmişken müzikte mükemmeliyete, kusursuzluğa inanmadığımı da söylemeliyim. Bir Hintli filozof “Özgün, benzersiz olabiliyorsan mükemmel olma arzusunun ne anlamı var” demiş. Doğru. Ruhlar arasında rekabet olamaz. Egolar arasında olabilir ancak; bunun da sanatla ilgisi yoktur. Klarnetimle sevginin her boyutunu ifade etmeye çalışırım. Birlikte şarkı söylemeye çağırırım. Ben çalarken birbirlerine yakınlaşır insanlar. Yapamadığım, hiçbir zaman klarnetimle ifade edemeyeceğim tek şey vardır: Nefret!”

Cinnet çağında sanatçının sorumluluğu arttı

1995’den bu yana dünya felaketler zincirini yaşıyor. Nedeni etik değerlerimizin kaybolup gitmiş olması. Din insanoğlu için bir eğitim kurumudur, insan olmayı öğretmesi gerekir. Fakat şu anda din adına bir cinnet yaşanıyor dünyada. Sadece farklı dinlerin üyeleri din adına birbirini öldürmüyor, aynı dinin farklı mezhepleri birbirini kesiyor. Hayat doğası gereği iyimser olmayı gerektirir. Evreni saran çürümüş, kokuşmuş değerler zincirinin yaraladığı ruhumuzu tedavi edecek tek şey sanat, müzik. Eğer sanata, müziğe sahip çıkarsanız, kötülüklere karşı elinizdeki güç, pozitif enerji başlangıçta çok küçük bile olsa, zamanla artar, büyür. Hayatın matematiği böyle söylüyor. Aksi mümkün değil.

70’inci yaşın bana öğrettikleri

70 yaşıma bastım bu yıl. Geri dönüp baktığımda şunu görüyorum: Gençliğim, gelecekle ilgili planlar yapmakla geçmiş. Bunların büyük bölümü gerçekleşmemiş. Ama planlar uğruna hayatı ertelemişim. Kader diye bir şey var hayatta. Hayatı yönlendiren pozitif enerjiye ne kadar yakın olduğunuza bağlı kader; şans ve şanssızlıklardan ibaret. Gelecekle ilgili tek arzum müziğimle insanoğlunun gözünün, yüreğinin açılmasına, şu gerçeği görmelerine yardımcı olmak: Barış içinde yaşamak için doğduk. Farklı ülkelerden, kültürlerden gelsek de, farklı düşünceleri savunsak da hepimiz bir aileyiz. İnsanoğlu denilen ailenin bir parçasıyız. Eğer bugün sanatçı olduğunuzu söylüyorsanız, göreviniz toplumu uyandırmak, harekete geçmesini sağlamak ve felakete gidişin durması için çaba göstermeye çağırmaktır.
Daniel Barenboim ‘in çabasını hatırlayın. Ramallah’a gitti, konser verdi. İşin ilginç yanı bu iş için Alman konsolos yardım etti ona. Üniversitenin konser salonunda çaldı. İsrailliler’in düşman kabul ettiği Filistinliler’e konser verdi. Filistinliler, düşman kabul ettikleri bir İsrailliyi dinledi. Sonunda ayakta alkışlandı. Şunu kanıtladı bize: Gerçekte düşman diye bir şey yoktur hayatta. Bunu sanatla yaptı. Bundan etkileyici ne yapılabilir hayatta? Anlamak için üniversite bitirmek gerekmiyor. Mesajı bu kadar yalın. Evet, İsraillilerle Filistinliler arasında sorunlar sürüyor. Ama konuşarak, çözmek mümkün. Birbirimizi öldürmemiz gerekmiyor. Bu kuşak görmez belki çözümü, ama gelecek kuşak ya da bir sonraki görecek.

Ruhlara gıda gerek

Sahnede üç dinin üyelerini göreceksiniz. Ben Yahudi bir klarnetçiyim. Perküsyoncumuz Murat Coşkun, Müslüman. Basçımız Jens-Uwe Popp ve kontrbasçımız Guidi Jager Katolik. Dini bir kenara bırakıp, hepimizin ruhu için gerekli olan gıdayı hep birlikte hazırlayacağız. Nasıl vücudunuzun suya, yiyeceğe ihtiyacı varsa ruhunuzun da beslenmeye ihtiyacı var. Bu gıdayı üretmek sanatçının işi. Dinin ne önemi var bu durumda? Konsere girerken size kimse dininizi sormayacak.
Ben bir Yahudiyim. Dinim gereği “Ave Maria”yı çalmam yasak. Ne olur çalarsam, nitekim çalıyorum da. “Ave Maria”yı çalınca dinim değişmiyor ki. Müziğin dini olmaz. Klezmer dinleyen de Yahudi olmuyor. Mesela, Wagner’in, Strauss’un müziğini İsrail’de çalmazlar. Açık bir yasak yoktur ama konserlerde çalınmaz. Neden? Bugün bu bestecilerin eserlerini dinlerken, biyografilerini okumamız gerekmiyor. Mesela Türkiye’de küçük bir köye gitsem, tarlada çalışan köylüye Wagner dinletsem o anda titreyip anti semit mi olacak? Müzik kendine özgü bir dildir. Üstüne yapıştırılan etiketler, bestelere verilen isimler, kategoriler laftan ibarettir. Hiçbir önemi yoktur. Önemli olan duyduğunuz melodidir. Elektrik Amerika’da keşfedildi. Bugün Amerikan elektriği mi diyoruz? Wagner’e Alman müziği, nazi müziği diyorlar. Hayır, sadece müziktir.

Türk müzikçilerle çalışmayı seviyorum

Yıllar önce Sema’yla Almanya’da tanımam bir şanstı. Bana Anadolu kültürünü öğretti. Sayesinde ufkum açıldı. Birlikte albüm kaydettik. Perküsyoncu Murat Coşkun’da müthiş bir müzikçi. O çaldığında cennetten gelen sesleri duyar gibi oluyorum. Sayesinde Almanya’da yaşayan birçok yetenekli Türk müzikçiyle tanıştım. Birlikte çaldık. Türk müzikçilerle çalışmayı seviyorum. Gelecekte daha fazla ortak çalışma yapmak istiyorum.
(Serhan Yedig / 17 Kasım 2006 / Hürriyet)

 

Linkler

Biyografisi

Kişisel web sayfası

Share.

Leave A Reply

11 − six =

error: Content is protected !!