Suzanne Vega / Kendimi pop şarkıcısından çok şair, yazar gibi gördüm hep

0

Çok değil, üç yıl önce sevinçli ve muzip bir sesle tutkunun şarkılarını söylüyordu. 1980’lerin hüzünlü, yaralı, yalnız kızı gitmiş yerine düşleri gerçekleşmeye başlayan mutlu bir kadın gelmişti. Anne olmuştu, yıllar sonra hayatını paylaşacak insanı bulmuştu, birlikte “Nine Objects Of Desire” gibi müthiş bir albüm hazırlamışlardı. Bugünlerde Avrupa’da ışık hızıyla konserden konsere koşan Suzanne Vega’yı Atina’da bir otel odasında yakaladığımızda hayatının tekrar altüst olduğunu öğrendik. En hüzünlü şarkıları yazacak kadar acıyla bilenmişti. 1999 Temmuzu’ndaki röportajın üstünden yıllar geçti. Kişisel web sayfasına baktığımızda Vega’nın yeniden mutluluğu bulduğunu gördük. 2006 Şubatı’nda avukat ve şair Paul Mills’la hayatını birleştirmiş. Bu da bir başka söyleşinin konusu olsun…

Tur programınız baş döndürücü. 33 günde, 10 ülkede, 22 konser veriyorsunuz. Ve son konser İstanbul’da. Gittiğiniz ülkeleri, kentleri birbirine karıştırdığınız oluyor mu hiç?
– Bazen yataktan kalkıp nerede olduğumu düşündüğüm oluyor, birkaç dakika içinde durumu toparlıyorum. Bir zamanlar yılın sekiz ayını turnede geçirirdim, artık turne ruhuna alıştım. Şimdilerde yılda beş haftam turnede geçiyor. Eskisinden daha iyi, yani.
Kızınız Rubby (4.5 yaşında) de bu turnede sizinle birlikte. Stres dolu atmosfere uyum sağlayabiliyor mu?
– İlk kez, altı aylıkken birlikte turneye çıkmıştık. Bütün hayatımı ona göre programlıyorum, turneleri tatil dönemine denk getiriyoruz. Farklı kentlerde bulunmak, ilginç yerler görmekten hoşlanıyor. Şu anda yüzme havuzunda oynuyor, hayatından çok memnun; sanırım Avrupa’da yüzme havuzu turu yaptığımızı sanıyor. Yine de çok çalışmamdan, beni yabancılarla paylaşmaktan hoşlanmıyor.
Web sayfanızda, İstanbul konserinizin yanına ‘B-day’ notu düşülmüş. Gerçekten doğum gününüzde İstanbul’da mı olacaksınız?
– Rastlantı; böyle denk geldi. İki kıtanın buluştuğu yerde yeni bir on yıla başlamak ilginç olacak. Belki de bu hayatımın gelecek on yılını simgeleyecek bir işaret olur. (Gülüyor)
40 yaşına hangi duygularla giriyorsunuz?
– Genç kalmanın tek mutluluk olduğunu düşünenlerden değilim. Yaşlandıkça kişinin hayatını belirleme gücü artıyor, bu yüzden memnunum. Çocukluğumda çocuksu bir karakterim yoktu, gizemli ve düşünceliydim. Sanıyorum şimdi karakterime uygun yaşa giriyorum. Geç kalma, birşeyleri kaçırmış olma, pişmanlık gibi şeyler hissetmiyorum.

Dinleyicilerim şarkılarımın anlamını çözme                          konusunda tahmin ettiğimden daha başarılı

Ünlü şarkınızdaki (Marlene On The Wall) Marlene Dietrich posteri hálá duvarınızda asılı olsaydı, 1970’ler ve şimdinin Suzanne’ı arasında ne gibi benzerlikler ya da farklılıklar görebilirdi?
– Hálá çok okuyorum, çok düşünüyorum, zamanımın büyük bölümünü evde geçiriyorum. Çoğu kişi için sıkıcı, biliyorum. Bunlar yıllar içinde değişmeyen kişilik özelliklerim. Yeni, söylenmemiş şarkılar yazmak, dünyaya kendimi kanıtlamak gibi endişelerim vardı, zamanımın büyük bölümünü bu işe harcıyordum. Anne olduktan sonra hayatım çok değişti. Herşey Rubby’nin etrafında dönüyor.
Bir söyleşide, ‘99.9 F’ albümünden önce bazı ritmleri, melodileri kendinize yasakladığınızı söylüyorsunuz. Hálá yasaklarınız var mı hayatta?
– Melodi ve armoni açısından bazı kurallarım vardı. 1970 ve ’80’lerin rock rüzgarı etkisiyle ritme çok önem veriyordum. Kendimi daha iyi ritmler bulmak için zorluyordum. Önyargılardan kurtulmak zaman alıyor, oturup düşünmeniz, kendinize sorular sormanız lazım. Ancak kızımdan arta kalan zamanda bu işle uğraşabiliyorum.
Sözünü doğrudan söyleyen şarkılar yazmak istemediğinizi, entelektüel ve estetik değerleri önemsediğinizi söylüyorsunuz. Leonard Cohen’le yaptığınız ünlü röportajda, gizemli şarkılarınızın bir söz ustasının bile kafasını karıştırabildiğini gördük. Sizce en yanlış anlaşılan şarkınız hangisi?
– Elimden gelen en berrak ifadelerle yazıyorum. İntihar, cinsel istismar gibi zor konularda şarkılar çok karmaşık hale gelebiliyor. Çünkü bunlar günlük yaşamda da açık ve net şekilde karşımıza çıkan konular değil. Saklanmaya çalışmıyorum, sadece en doğru biçimde, beni etkilediği şekliyle yazıyorum. ‘Luka’nın yanlış anlaşılacağını, insanların içindeki irkiltici gerçeği görmek istemeyeceğini düşünüyordum; doğru anlaşıldı. Dinleyicilerim, şarkılarımı çözmede, umduğumdan daha başarılı.
Ocak ayında yayımlanan ilk kitabınız ‘Tutkulu Göz’den bahsederken ‘Fındık kabuğunun içinden dünyaya bakış’ diyorsunuz. Bu küçük kabuk şöhretinizin altında parçalanmadı mı; içindeki pırıltılı zekanın nereye sığındığını çok merak ediyorum.
– Yaşantım büyüleyici güzelliklerle dolu değildi. Yoksulluk, şiddet dolu acımasız bir dünya vardı çevremde. Bütün bir gün benimle birlikte otursanız, çok sıkılırdınız. İlginç olan içsel yolculuklardı. Kapıyı çalan da pek olmazdı. (Gülüyor) Bir anda şöhrete kavuşup, her albümüm milyonlar satsaydı bu küçük kabuk kırılabilirdi belki. Müzik serüvenim istediğim gibi gitti. Kendimi pop şarkıcısından çok bir şair, yazar gibi gördüm hep.

Eşimle ayrıldık

Yazar Vega ile şarkıcı Vega birbiriyle çatışıyor mu; örneğin yazar olan şarkıcıyı zamanını çaldığı için suçlar mı?
– 16 yaşında gitarımla sahneye çıktığımda zorlanmıştım. Kalemi elime alıp yine günce ve denemelerin başına dönmem epey zaman aldı. Bir yandan şarkı söyleyip, diğer yandan yazmaya alışmak için epey uğraştım. Gitarımla dünyayı dolaşmak, şarkı söylemek, insanlarla sohbet etmek istiyordum. Aynı zamanda evime kapanıp yazmak istedim. Yazar Vega, yazacak malzeme bulmak için yaşayan ve şarkı söyleyen Vega’ya gereksinim duyuyor olmalı, ikisi iyi anlaşıyor.
“The World Before Colombus”u dinlerken anneliğin hayatınızda yeni bir çağı başlattığını düşünmüştüm. Çocukları bu kadar sevdiğinize göre Rubby’ye kardeş gelecek mi?
– Sanmıyorum. Eşimle birkaç ay önce ayrıldık. Ve evlenmeyi düşünmüyorum. Mutlu olamayacağımı biliyorum. Bu yüzden çocuk da yapmayacağım.
Kendisi kurban olmasa da, bir gün Rubby çevresindeki vahşete bakıp çok acı çekebilir. Böylesine duyarlı bir yüreği, böylesine acımasız bir dünyaya getirdiğiniz için kendinizi suçlu hisseder misiniz?
– Bir insanı hayat boyu acılardan koruyamazsınız, bu gerçek. Rubby’nin şimdi bile dünyaya açılma, yeni şeyler keşfetme gibi güçlü bir kişilik özelliği var. İnsanların rollerini, tavırlarını çözmeye çalışıyor. Savaşçı bir ruha sahip. Umarım sağduyu sahibi olacak. Ben, sevmediğim bir dünyada yaşadığım için güçlü bir iç dünya kurmuştum, bana dayanma gücü verdi. Umarım o da başaracak.
Bu yeteneği Rubby’ye kazandırmak için sihirli bir formülünüz var mı?
– Çok zengin bir iç dünyası var. Belki genetik olarak aldı, bilmiyorum. Oynarken izlediğinizde, farklı hayvan ve objelerle saatlerce fanteziler kurduğunu görüyorsunuz. Öğretmem gereken, insanlarla iletişim kurmak, olayları karşıdakinin gözünden görmek gibi ayrıntılar.
Ninni söylediniz mi Rubby’ye, bunları neden bir albümde toplamıyorsunuz?
– Hayvanlarla ilgili çocuk şarkılarını seviyor Rubby. Bunları söyledim, bazılarını kendim uydurdum. Yıllar önce, küçük kardeşlerime bakarken ninni söylerdim. Zaten şarkı söylemeye böyle başladım. Çok eğlenirlerdi. İyi bir ninni albümü kaydedebilirim aslında.

Albüm seneye

40 defter dolusu şiir, deneme ve günlüğünüz var. 17 yaşında şarkılarınızın sayısı 75’i bulmuştu. Bu kadar yaratıcı bir sanatçı neden bugüne kadar sadece beş CD, bir kitap yayımladı. Mükemmelliyetçilikten mi, özel hayatla ilgili olanları ‘özel’ tutma endişesinden mi, yoksa yayımcı mı bulamıyorsunuz?
– (Gülüyor) Şarkılarımla çok uğraşıyorum. ‘Tired Of Sleeping’ tam sekiz yılımı aldı. Başlangıçta ‘Oh mum, dreams are not so bad’ dizesi vardı sadece. Sözcük sözcük ortaya çıktı. Bazen uzun çalışmadan sonra çöpe gidiyorlar. Bir kısmı çok özel duygularla ilgili. Kesinlikle ortaya çıkarmak istemiyorum. Hiçbir zaman kendimi bu kadar özel şeyleri herkesin önünde söyleyecek kadar rahat hissetmeyeceğim.
Yakınlarda yeni bir albüm ya da kitap projesi var mı?
– Evet, üzerinde çalıştığım şarkıları tamamlayıp önümüzdeki yıl bir albüm yayımlamak istiyorum.
Caz festivaline çıkıyorsunuz, caza ne kadar yakınsınız?
– Epeyce. Evde John Coltrane, Canonball Adderley, Astrud Gilberto, Dave Brubeck dinleyerek büyüdüm. Annem ve babam caz tutkunuydu. Ben folk ve rocka yakınım. Ama son albümde, eşimin etkisiyle, cazımsı parçalar vardı.
Cazcılarla çalmadınız mı hiç, özel arkadaş toplantılarında eğlence için bile olsa?
– Doğrusu kendimi müzikçi değil, daha çok yazar olarak görüyorum. Müzikal fikirlerim çok yalın. Gösteri Sanatları Akademisi’nde dans öğrencisiyken cazcı arkadaşlarım vardı. Ama hiç birlikte çalmadık.

Yalınlığın tadını çıkarıyorum

Sahne korkusunu çok zor yendiğinizi, konsere çıkmayı gökdelenden atlamaya benzettiğinizi biliyoruz. Bu turda, ilk kez sadece bas eşliğinde sahneye çıkıyorsunuz, synthesizer bile yok. Sanki hayata meydan okuyorsunuz, özel bir nedeni var mı?
– Eşim 15 yıldır grubun klavyecisiydi, artık birlikte değiliz ve şu anda başkasıyla çalışmak istemiyorum. Bu günlerde mümkün olduğunca yalın müzik yapmak istiyorum. Akustik, sade, ruhun tüm çıplaklığıyla ortaya konduğu bir turne bu. Yalınlığın tadını çıkarıyorum.
Konser repertuarında neler var, yeni albümde yeralacak şarkılardan çalacak mısınız?
– Besteler bitmedi ki daha. Son iki albümde yeralan bazı parçalar stüdyoda, son şeklini almıştı. Ayrıca, yeni şarkıları ilk kez büyük dinleyici grupları yerine Manhattan’daki küçük klüplerde çalmayı seviyorum. Konser dinleyicisi eski, tüm popüler şarkıları duymak istiyor. Ben de repertuarımı buna göre oluşturuyorum. Fakat sanırım ağırlık son iki albümün akustik yorumlarında olacak.
Yarın akşam sizi dinlemeye gelecek dinleyiciler için özel bir mesajınız var mı?
– İstanbul’a geldiğim için çok mutluyum; şarkılarımı sözlerine dikkat ederek dinledikleri ve benimsedikleri için teşekkür ediyorum. Konserde gitarım, öykülerim ve ben olacağım. Bir de basçı arkadaşım. Yalın bir dinleti olacak. Şarkılarımla ilgili söylemek istedikleri birşeyler, soruları varsa lütfen çekinmesinler, gelsinler, konuşalım.

HASSAS YÜREK

68 kuşağından bilgisayar programcısı bir annenin kızı Suzan Vega. Baba dediği, soyadını aldığı yazar ve eğitimci Ed Vega’yla bir yaşında karşılaştı. New York’un en tehlikeli bölgesinde, yoksulluk içinde geçti çocukluğu. Yedi yaşında şiir ve günce yazmaya, 11’inde gitar çalmaya başladı. Üç küçük kardeşi için verdi ilk konserlerini. Çok okudu, çok düşündü. Defterler dolusu yazdı. 14’ünde Ed Vega’nın düzeltilerini yapıyordu. 16 yaşında bir barda folk söylemeye başladı.
Keşfedilmesi dokuz yıl sonra oldu; 1984’te ilk albümünü kaydetti. 1987’de ‘Solitude Standing’le şöhretinin doruğuna çıktı. Üç yıl sonra İngiliz grup DNA, ardından REM, rapçı Nikki D, ‘Tom’s Diner’ı remix yapınca plak şirketinin dava açmaması için çok uğraştı, başardı da. Şiir, deneme ve güncelerinden seçtikleri 1999 başında ‘Tutkulu Göz’ adıyla yayımlandı. Şimdilerde, gelecek yıl yayımlanacak altıncı albümü üzerinde çalışıyor ve kendisini müzikçiden çok yazar olarak kabul ettiği için yazın alanındaki çalışmalarını sürdürüyor.
(Serhan Yedig / 10 Temmuz 1999 / Hürriyet)

Linkler

Suzan Vega’nın kişisel web sayfası

Share.

Leave A Reply

10 + 2 =

error: Content is protected !!