Uğur Işık / Taş plaklardaki yalınlığa ulaşmak için çok çalışmam gerekti

0

Barok eserler çağının makamlarıyla seslendirilebilir mi? Çellist Uğur Işık, üçüncü albümünde bu kışkırtıcı sorunun peşine düştü. Perküsyoncu Fahrettin Yarkın eşliğinde 16 – 17’nci yüzyıl Avrupa ve İstanbul’unda gezintiye çıktı. “Chess of Cello”da sınır tanımayan 13 eseri, sınır tanımayan çellosuyla seslendirdi.

 

Müzik serüveniniz Mesut Cemil ile pek çok paralellik taşıyor; kemençe çalırken çelloya geçmiş, yeni tınılar aramış, Klasik Batı Müziği de icra etmiş, uzun yıllar radyo sanatçısı olmuş. Mesut Cemil ve ona çello çalma ilhamı veren besteci Şerif Muhiddin Targan’ın ses mirası sizi hangi boyutlarıyla ilgilendiriyor?
– Bu iki üstadın geleneksel müzikte araladığı kapılar, onların fikir mirası bana yol gösterdi, etkiledi. Onlarla aynı düşüncedeyim. Türk müziğini çok iyi analiz edip öğrenmişler, her ikisi de yaşadıkları çağın, günün müziğini yapıyor. Mesut Cemil’in içinde gelenekseli barındıran modern çello tavrı devrim niteliğindedir. Geleneğe bağlılık adına kurallara hapsolmamışlar. Hayatta olsalardı eminim ki geçmiştekinden çok farklı, bugünün sesini yansıtan eserler bestelerlerdi. Benim de hedefim bu.
Bu iki üstadın ses mirasını ne kadar inceleme şansınız oldu. Cemil’in radyo kayıtlarını bulmak mümkün fakat Targan’ın orijinal kayıtlarına ulaşmak zor olsa gerek…
– Şerif Muhittin Targan’ı dostum Murat Bardakçı’nın arşivi sayesinde tanıdım. Herkes Targan’ı ut metodunun yazarı olarak tanır. Çello çaldığı için bu teknikleri uda taşımış. Klavyeyi tutuş tekniğini uyarlamış. Bardakçı’da dinlediğim Hüzzam taksim unutulmaz bir başyapıttır bence. Batıdaki bir müzikçinin çelloyu Targan’ın ton zenginliğinde çalması imkansız. Mesut Cemil de Klasik Batı Müziği virtüözü değildi. Türk müziği geleneğini çok iyi bildiği için çelloda buna uygun teknikler geliştirmişti. İşte ben bu yoldan yürümeye devam ediyorum. Anadolu topraklarındaki gelmiş geçmiş, yaşayan tüm müzik türlerini çelloyla seslendiriyorum. Rum, Ermeni, Yahudi ve pek çok farklı halk müziği ilgi alanım içinde. Keşfettikçe ilerliyorum.

Pablo Casals’ın kayıtlarını dinleyip dersler çıkardım

Çelloya, ut ve kemençe sonrasında başlamınız, bu enstrümandaki tekniğinize neler kazandırdı?
– İlk sazım mandolindi. Ardından ut geldi. İTÜ Klasik Türk Müziği Konservatuvarı’na ut öğrenimi için girmiştim. Fakat kendimi ut ile yeterince ifade edemediğimi fark ettim. Hemen viyolonsele geçtim. Nejat Tekebaş ve Hüsnü Özenen’in öğrencisi oldum. Aynı dönemde, Mesut Cemil’in geliştirdiği bas kemençeyi de çalmayı öğrendim. Hatta konservatuvarda yapımı yarım kalmış bir enstrümanı lüthiye arkadaşımla birlikte deneme-yanılma yoluyla tamamladık. Neredeyse çello boyutlarında, sesi kemençe-çello arası melez bir çalgı çıktı ortaya. Konservatuvarda çelloyu Batı tekniğiyle öğrendim. Klasik Türk Müziği’ndeki teknikleri öğretecek akademisyen yoktu. Bu nedenle karşılaştığım sorunlara kendi çözümlerimi geliştirmem gerekti. Mesut Cemil, Şerif Muhittin Targan’ın kayıtlarını dinlemek bana ışık tuttu. Başta Pablo Casals olmak üzere çellonun Batı’daki önemli virtüözlerini dinleyip, icra farklarından dersler çıkardım. Çellomun sesi tüm bu birikimlerin sonucudur. Kendimi sadece bu enstrümanla tam olarak ifade edebildiğimi söyleyebilirim. Konservatuvarın çello bölümünden mezun olmakla birlikte ut çalmayı da sürdürüyorum. Bas kemençeyi de barok müzik topluluklarıyla bir araya geldiğimde güzel tını yakalayacak kadar çalabiliyorum. Ut ve mandolin tekniğinden yararlanıyorum. Bas kemençe bu açıdan esin kaynağı değil; onda çello tekniğini kullanıyorum. Çellodaki tonum Batılı çellistlerden daha sert. Sol elimde geleneksel müziğimizden kaynaklanan özel teknikler kullanıyorum. Çellomdaki pek alışılmadık tonu stüdyoda bir ses mühendisi duysa, eminim ki kulağına aykırı gelecek, belki de müdahale edecektir. Bu nedenle kayıtlarımı evimdeki stüdyoda yapıyorum. Kayıt teknolojisi ilgi alanlarımdan birine dönüştü, lambalı amfiler, analog ekipmanlar topladım. Analog kayıtlar yapıyorum. Hiçbir efekt kullanmıyorum, kayıtlardaki doğal gürültüleri bile temizlemiyorum. Bilgisayar efektleri kullanmaktan hoşlanmıyorum.
Fakat üst üste kayıt tekniğini kullanıyorsunuz. Elektronikte sizin için sınır nedir?
– Elektronik sistem kullanımına karşı değilim. Önemli olan yöntem. Albümlerimde üst üste kayıt tekniğini kullanıyorum. Hayalim enstrümanın aynı anda üst üste katmanlarda çalmasını sağlayan loop tekniğini ve pedal sistemini öğrenip sahnede de müziğimi tek başıma oluşturabilmek. Fakat çalgının ses renginin synthesizer yoluyla değiştirilmesine karşıyım.
Çelloda yeni tonlar, efektler yaratırken hangi kaynaklardan besleniyorsunuz, nelerden esinleniyorsunuz?
– Anadolu’nun gelmiş geçmiş müziklerine derinlemesine baktığımızda etkileyici bir ifade zenginliğiyle karşılaşıyoruz. Örneğin Yahudi müziğindeki hüzünle, Karadeniz’deki birbirinden çok farklı. Anadolu Ermenisi’yle, İstanbul’da yaşayan saraylının hüznü de… Bunları ayırt ettikçe, icra zenginleşiyor. Örneğin Karadeniz müziği üzerine çalışırken üç ay boyunca sadece tarihi kayıtları dinledim. Sevinç ve hüznü ifade biçimindeki ayrımları analiz ettim. Daha sonra çelloyla kemençeyi taklit etmek yerine, Karadeniz’in özgün ifade biçimlerini çello tekniğine uyarladım. Bir süre sonra kulağım bu konuda çok hassaslaştı. Örneğin dün radyo haberlerinde, şehit cenazesinde asker annesinin ağlamasına tanık oldum. Çok kısa bir süre içinde ağlamanın, emprovize ağıta dönüştüğünü fark ettim. Bu ifade beni o kadar etkiledi ki, ağıtı müziğe dönüştürmek istedim. Benzer bir olayı Soma faciası sonrasındaki haber görüntülerini izlerken yaşamıştım… Anadolu topraklarında öyle güçlü bir damar var ki, hüzünle birlikte ansızın çok etkileyici ifade biçimleri ortaya çıkıyor. Ciğerinize ok gibi saplanıyor. Bu zenginliği dünyaya tanıtmamız gerekiyor. Müzisyen olarak kendimi bu konuda sorumlu hissediyorum. Tek sorun bu ses mirasının kirletilmiş olması. Müzisyenlerin ve dinleyicilerin kulakları öylesine kirli seslerle dolu ki, güzellikleri ayırt etme, yeni güzellikler yaratma yeteneğimizi neredeyse yitirmiş durumdayız.

Bir gün ansızın fark ettik ki düz ses çıkarma                     yeteneğimizi bile kaybetmişiz

Kulak temizliği yapmanız gerekti mi, hangi yöntemi kullandınız?
– Öğrencilik günlerimden bu yana taş plakları tutkuyla dinlerim, bu icraları notalarıyla karşılaştırır, yorumlar üzerine arkadaşlarımla değerlendirmeler yaparım. Büyük üstadların icralarındaki yalınlık dikkat çekicidir. “Çok kolay, biz de yaparız” diye düşünürsünüz. 2009’da, Alaturka Records’u kurmaya karar verdiğimizde bu eserleri seslendirmeyi düşündük. Fakat taş plaklardaki yalınlığa ulaşma konusunda ciddi bir sorunla karşılaştık: Düz ses çıkarma yeteneğimizi neredeyse kaybetmiştik. Sesler mutlaka dalgalanıyordu. Klasik Türk Müziği’nde vibratoyla yapılan süslemeler öylesine yaygınlaşmıştı ki eserlerin özünü örter hale gelmişti. Üstelik bu stil radyo, TV ve plaklardaki icralarla kulaklara yerleşmiş, doğru ve güzelin yerini almıştı. Biz de enstrümanlarımızdan temiz ses çıkaramıyor, şarkıları temiz seslerle söyleyemiyorduk. 3. Selim müziğini çağının tavrıyla icra etmek bir yana “Ada Sahillerinde” şarkısını bile hakkıyla okumayı beceremiyorduk. Arkadaşlarımla Kantemiroğlu Edvarı’ndan, Ali Ufki’den başlayıp tarihi eserlerin notalarını inceledik, taş plaklardaki icraları, üstadların yorumlarını karşılaştırdık. Dönemin halk müziği ve Batı müziğindeki tavırlara baktık. İcrada olması gereken tavrı böyle bulduk. Yani eser bazında kulak temizliği yapıp, bozulan akordumuzu düzelttik. Ekipteki müzisyenlerin birinin kulağında bile kirli seslerin kalmış olması tüm icrayı bozuyordu.
Münir Nurettin, 1950’lerde Radyo Haftası’nda yayımlanan röportajında icradaki kirlilikten yakınıyor, isim vermeden birçok yorumcuyu eleştiriyor. Bozulmanın gazino ekolüyle başladığı, Müzeyyen Senar, daha sonra Zeki Müren’le yaygınlaştığı söylenir. Bu virüsün ortaya çıktığı tarih nedir?
– Müzeyyen Senar ve Zeki Müren’in ilk kayıtlarında stil konusundaki özen hemen fark edilir. Daha sonraki yıllarda değişmişler. Aslında ses kirliliğinin taş plak çağında başladığını söyleyebilirim. Çağının efsane isimlerinden bazıları, bazı plaklarında gelenekle bağdaşmayan yorumlar yapmış. Hatta arabeskin nüveleri ortaya çıkmış. Bu yaklaşım yaygınlaşıp, kulaklara yerleşmiş. Doğrunun, güzelin yerini almış.
Müziğinizde doğaçlamanın yeri nedir, Klasik Türk Müziği’ndeki formlar içinde kalan taksim anlayışını mı yoksa özgürlükçü yaklaşımı mı tercih ediyorsunuz?
– Formları zorlayan çağdaş taksim anlayışını Tanburi Cemil ve oğlu Mesut Cemil’in başlattığını söyleyebiliriz. Münir Nurettin de gazellerinde makamsal sınırları zorlamayı denemiştir. Günümüzde taksim, hâlâ şarkının enstrümantal açılışı, kulağı ısındırma amaçlı giriş olarak algılanıyor. Oysa doğaçlama müzikte çok önemli bir unsur. İcracının kalbini açması, dinleyicisine sunması demek… Doğaçlama cazdaki gibi özgür olmalı. Hatta uzun bir taksimden bir eser bile çıkartılabilmeli. Ben emprovizasyon yaparken içimden geldiği gibi çalarım, eserin gireceği noktayı, makamsal sınırları gözetmek yerine kalbimin sesine odaklanırım. Bazen Türk Müziği formlarında, bazen caz esintili bir melodi çıkar. Fakat klasik repertuvarı, örneğin 3. Selim’in bir eserini seslendiriyorsam, mutlaka çağının makam anlayışı içinde doğaçlama yaparım.
İlk iki albümün deneyimi çello icranıza ve müzik yaklaşımınıza neler kattı; üçüncü albüme başlarken neler planladınız, ne kadarını gerçekleştirebildiniz?
– Henüz çok acemiyim, hayallerimin epeyce uzağındayım. Gerçek öğrenme süreci konservatuvardan mezuniyetimle başladı. Anadolu’da arkeolojik kazıya giriştim, bu bir keşif süreciydi. Bir yandan TRT Radyosu’nda icracı olarak çalıştım, diğer yandan sadece kişisel merakımı tatmin için farklı etnik grupların müziklerini inceledim. Notlar aldım, kayıtlar yaptım. Anadolu’daki kültürleri içselleştirmeden, özümsemeden müziklerinin hakkıyla çalınamayacağını gördüm. Ezgilerin öyküleri beni bu kültürlerin derinliklerine sürükledi. Örneğin bir Ermeni yetimin, babası için yaktığı ağıtı kavramak, seslendirmek için çocuğun koşullarını bilmek, onunla özdeşleşmek gerekiyordu. Daha sonra bunu çelloyla ifade edebilmek için teknik geliştirmek, uygun tonları, efektleri bulmak için araştırma yapıyordum. Bu birikim Fahrettin Yarkın’ın yönlendirmesiyle Anadolu (Cello Unveils Anatolian Spirit) albümüne dönüştü. Arkeolojik kazıda elde ettiğim bilgiler çelloda yeni ifade biçimleri geliştirmemi sağladı. Anadolu serisini sürdürmem istendi. Fakat ben yeni bir konu seçmek istiyordum… Batı’da olduğu gibi Doğu’da da dini müzik, müziğin temelini oluşturuyordu. Çocukluğumdan beri dini müzikler beni hep etkilemişti. Örneğin zikir dinleyip etkilenmemek mümkün değildi. Gospel de bir zikirdi. Afrika’da tamtamla yapılan müzik de aslında bir zikirdi. İnsanoğlu en samimi haliyle tanrıya yakarıyordu. Ve bu sırada çok güçlü ifade biçimleri kullanıyordu. Bunları bir araya getirip Çelloyla Yakarışlar (Cello Invocations) albümünü hazırladım. Üçüncü albüme başlarken teknik açıdan tek hedefim daha sade, az nota kullanan, fakat ifade açısından çok daha güçlü bir müziğe ulaşmaktı…

Dua okuyan çello grubu hayal etmiştim

Müziğinize boyut kazandıran akustik efektler doğaçlama sürecinde kendiliğinden mi ortaya çıkıyor yoksa uzun hazırlık süreci sonucunda mı?
– Çoğunlukla uzun hazırlık gerektiriyor. Sazımı kimi zaman perküsyon gibi kullanıyorum. Gövdesine vuruyorum, arşeyi tel üstünde zıplatıyorum. Anadolu albümünde, bağlamadaki şelpe tekniğini kullanmıştım. Çelloyla Yakarışlar albümünde konuşur, dua okurmuş gibi çalmak gerekiyordu. Arşe ve sol elimi kullanarak özel bir teknik geliştirmem gerekti. Dua okuyan bir çello grubu hayal etmiştim. Farklı tonlardan çalıp kayıt yaptım. Bunları bir araya getirdiğimde bir koro oluştu. Zikir sırasında dervişin elini göğsüne vurması efektini arşeyle çellonun göğsüne vurarak gerçekleştirdim.
Chess of Cello albümü, çelloyla 16 ve 17’nci yüzyıl İstanbul ve Avrupa’sında çıkılmış müzikal gezintiyi andırıyor. Repertuvarı nasıl seçtiniz? Barok çağın eserleriyle Klasik Türk Müziği’nden eserler hangi yaklaşımla bir araya getirildi?
– Barok çağ müziği yapan topluluklarla Avrupa’da pek çok konser verdim. Barok eserlerdeki makamsal çağrışım yapan yapılar hep ilgimi çekerdi. 16-17’nci yüzyılda kullanıldığı biçimiyle rast, nihavent, segâh makamlarını duyardım bu eserlerde. Makamsal icra etmeyi hayal ederdim. Majör, minör ayrımını nihavent ve rast makamlarıyla özdeşleştirdiğimizde daha da anlam kazanıyordu benzerlik. Bu türde dört eseri seçtim, makamsal yaklaşımla icra ettim. Ardından aynı çağda Osmanlı’da Batı müziğine yakın eserlere yöneldim. Mesela Karagöz gösterileri polka ile başlıyordu. Sultan Abdülaziz “Valse Davet” adlı bir eser bestelemişti. Sınırları aşıp karşı kültürle buluşan eserleri bir araya getirdim. İstanbul’a gelip, Galata Mevlevihanesi’nin yakınlarına yerleşen, tekke kültürünü inceleyen ve bunu yansıtan Gürciyev’in bu eserini düzenleyerek seslendirdim. Sirtakiden esinlenerek bestelenen Hicazkar Sirto’yu repertuvara ekledim. 13 eser bir araya geldiğinde, farklı karakterlerin oynadığı bir satranç partisine benzedi albüm. Chess of Cello ismi de buradan geliyor.
Bu albümün icrası size nasıl bir ufuk açtı, geleceğe yönelik ne gibi fikirler geliştirmenizi sağladı?

– Cello’daki eserler Batı ile Doğu arasında, özgün bir yere sahip. Bu fikri takip etmeye karar verdim. Belki Anadolu’nun ses mirası caz bakışıyla ele alınıp, kendi blues’umuz oluşturulabilir… Kökleri tekke, tasavvuf kültürünün derinlerine uzanan, çok yalın bir dille, yetkin teknikle icra edilen bir müzik hayal ediyorum. Bunu tek başıma gerçekleştirmem mümkün değil. Benzer yaklaşımdaki müzikçilerle gerçekleştirmem gerekiyor.
Şu anda üzerinde çalıştığınız bir albüm var mı?
– Türk Hava Yolları iniş ve kalkışlarda kullanılacak, yolcuları rahatlatan, güven veren, Anadolu dahil, firmanın uçtuğu ülkelerin kültürel ögelerini içeren 40 dakikalık özgün müzik istemişti. Yaklaşık 6 aylık çalışmayla bunu tamamlayıp teslim ettim. Alaturka Records sanatçılarıyla Girizgâh albümünü kaydetmiştik. Şimdi geleneksel formda icra edilen şarkılardan oluşan Meydan albümünü hazırlıyoruz.
Chess of Cello repertuvarını sahneye taşıyacak mısınız?
– Üst üste anlık kayıt yapan sistemleri sahnede kullanacak kadar öğrenmem gerekiyor. Ancak bundan sonra albüm repertuvarını konserlerde seslendirmeye başlayabilirim.
(Serhan Yedig / 8 Ağustos 2015 / Hürriyet Gazetesi)

© Bu metnin tüm yayın hakları saklıdır, kısmen dahi olsa izinsiz alıntı yapılamaz.

Linkler

Uğur Işık’ın web sayfası

Share.

Leave A Reply

16 − thirteen =

error: Content is protected !!