Gürer Aykal’ın girişimiyle 2005’te kurulan Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü, beş yılda serpilip gelişti. Yılda üç konserden, 40 konsere ulaştı. Repertuvarı Klasik Çağ’dan günümüz bestecilerine uzandı. Kemancı Esen Kıvrak , Olgu Kızılay, viyolacı Efdal Altun ve çellist Çağ Erçağ, 2010’da ABD’de New England Vakfı’nca düzenlenen Uluslararası Oda müziği Topluluğu Yarışması’nda (ICMEC) 87 grubu geride bırakıp, kazandıkları birincilikle başarılarını taçlandırdı. Beşinci yaşını kutlayan dörtlü, uzayda konser veren ilk kuvartet olmayı hayal ediyor.
Borusan Dörtlüsü’nü bir proje grubu olarak mı, yoksa organik oda müziği grubu olarak mı tanımlamamız gerekir? Yani bu grup bir firmanın kurduğu, çalışma prosedürünü, repertuvarını, üslubunu ayrıntıyla belirlediği, sınavla, belirli süre için üye aldığı bir topluluk mudur?
EK – Dörtlümüz Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın (BİFO) grup şeflerinden oluşuyor. Dörtlü kurmaya karar veren, bu fikri Borusan’a sunan, onaylanmasını sağlayan, üyelerini seçen kişi orkestramızın şefi Gürer Aykal. Orkestranın diğer üyelerinden farkımız, kurumda kadrolu çalışmamız. Proje grubu değiliz, repertuvarımızı, çalışma sistemimizi, üslubumuzu kendimiz belirliyoruz. Yani dörtlünün patronu biziz. Kurum bizden dörtlüyle yılda üç konser vermemizi istiyor. Geçen yıl, farklı şehirlerde, 40 konser verdik.
OK – Türkiye’de daha önce birçok oda müziği dörtlüsü kuruldu, fakat yeterli destek görmedikleri için kısa ömürlü oldular. Biz ise Türkiye’de daha önce hiç görülmeyen, dünyada da örneğine pek rastlamadığımız bir destekle yola çıktık. Bunu en iyi şekilde kullanıp, oda müziği dörtlüsü geleneğinin ülkemizde kök salması için çaba gösteriyoruz. Dinleyici sayısını, bu müzik türünün bilinirliğini artırmaya, bestecilerimizin yorumcu bekleyen eserlerini seslendirmeye çalışıyoruz. Projelerimizi kendimiz yapıyoruz. Buna konser organizasyonları, yurtdışı etkinliklerin planlanması dahil. Dörtlüyü öylesine sevdik ki, öyle güzel konser teklifleri almaya başladık ki, hedeflerimizi gün geçtikçe büyütüyoruz, daha çok çalışıyoruz, hatta dörtlü, orkestradaki çalışmamızın bile önüne geçti. BİFO bunu anlayışla karşılıyor, çok önemli konserler öncesinde orkestra çalışmalarından muaf tutulduğumuz bile oluyor.
ÇE- Dörtlü müziğini hakkıyla yapmak için çok çalışmak gerekir. Hayatını kazanmak için başka işler yapan müzikçilerin bu kadar zamanı olmuyor ne yazık ki. Ekonomik destek sunulmasaydı herhalde böyle bir oluşumun içinde yer alamazdım.
EA- Hepimiz daha önce oda müziği toplulukları kurmayı denedik, yürütemedik. Çünkü desteğimiz yoktu. Borusan Dörtlüsü’ne aktif tanıtım, reklam desteği verildiği halde ismimizi, sesimizi geniş kesimlere duyurmamız, konserlerimizde salonların dolması tam beş yılımızı aldı. Bir yaylı çalgılar dörtlüsünün kendisini kanıtlaması, kendi kanatlarıyla uçacak hale gelmesi için uzun zaman gerekiyor. Bu süre içinde, özel ya da akademik bir kurum tarafından ekonomik destek verilmezse hayatta kalması neredeyse imkansız. Çünkü zaten bu müzik türünün dünyada bile dinleyicisi çok az. Türkiye’de sadece oda müziği dörtlüsüne odaklanmış, ders veren akademisyen, bize tecrübe aktaracak müzikçi bile yok. Neyse ki Borusan’ın sağladığı destekle yurtdışından yardım alabiliyoruz.
Yedeğimiz yok, birimiz hastalanınca konser iptal edilir
Dörtlünüzün yedek üyeleri var mı?
EK – Yedek üyemiz yok, çok önemli bir konser bile olsa, birimiz hastalandığında, yerine takviye alıp sahneye çıkmıyoruz. Arkadaşımızın iyileşmesini bekliyoruz.
Alban Berg Kuvartet gibi papyonlu bir dörtlü mü olmayı hedefliyorsunuz yoksa Kronos gibi haşarı çocuk mu?
EK – Ne Viyana üslubunun ağırlığını ne de uçuk, haşarı yaklaşımı benimsiyoruz. İkisinin ortasında bir yol seçtik kendimize.
OK – Oda müziği dörtlülerinin temeli Viyana klasikleri. İlk 3,5 yıl sadece bu repertuvara çalıştık. Ardından diğer çağların da eserlerine yöneldik. Örneğin Alban Berg Dörtlüsü asla Şostakoviç çalmazken, biz iki eserini repertuvarımıza aldık, konserlerde seslendirmeye başladık.
EA – Üslubumuzu, repertuvarımızı Türkiye’nin şartlarına göre belirliyoruz. Köklü bir dinleyici kitlesi oluşturmadan çok yenilikçi ya da çok aristokratik bir üslubun başarılı olacağına inanmıyoruz. Repertuvar ve sahnedeki tavır olarak yenilikçi bir grup olduğumuzu söyleyebilirim.
ÇE – Emekleme döneminden yeni çıkmış, beş yaşında bir çocuk bu dörtlü. Siz bizi 10 yıl sonra görün…
Hangi müzikçilerden, akademisyenlerden sürekli danışma hizmeti alıyorsunuz?
EK – Türk eserlerini seslendirirken Gürer Aykal’dan, Viyana klasikleri konusunda ise Alban Berg Dörtlüsü’nün ikinci kemancısı Gerhard Schulz’dan yardım alıyoruz.
EA – Gürer Aykal provalarımızı zaman zaman izlemeye geliyor, kendisiyle sohbet etme, fikrini alma fırsatımız oluyor. Bu açıdan kendisine şükran borçluyuz. Adnan Saygun’un öğrencisinin arkamızda olduğunu bilmemiz bile bize güç veriyor. Repertuvarımızdaki yeni eserleri konserden önce mutlaka bir kez Gürer Bey’e çalıp, fikrini alıyoruz. Partisyonu takip ederek dinliyor, ayrıntılı değerlendirme yapıyor, bu da bize ışık tutuyor.
OK – Zaten bizi mutlu eden de danışmanlarımızı bile kendimizin seçme özgürlüğünün sağlanması.
Alban Berg Dörtlüsü’yle diyaloğunuz nasıl işliyor?
EK-Viyolacıları Thomas Kakuska’nın 2005’te ölmesi üzerine topluluk sarsıntı geçirmiş, yerine gelen Isabel Charisius’la uyum sağlayamaması üzerine geçen yıl konserlerine son vermişti. Viyana Müzik Akademisi’nden hocam olan Schulz’un programı buna karşın hâlâ çok yoğun. Üç ayrı kentte ders veriyor. Yılda bir Avusturya’ya gidip seçtiğimiz yeni repertuvar, icralarımız üzerine kendisiyle görüşüyoruz. Bazen o İstanbul’a geliyor bizi dinlemek için. Her buluşmada dört günü birlikte geçiriyoruz. Viyana klasiklerini onun desteğiyle hazırladık. Detaylara çok önem veren bir müzikçi. Dokuz ölçü için 1,5 saat çalıştığımız oluyor.
OK – Dörtlünün nota arşivinden de yararlanıyoruz. Örneğin Beethoven akşamını onların çalışma notlarını içeren notalarla hazırlandık. Yay teknikleri, parmak numaraları, eserlerin icrasında Viyana üslubunu yakalamamıza yardımcı oldu.
Şostakoviç ve Erkin’de rahatız, Viyana klasiklerinde ise tedirgin
İlk günlerinizde sizi en çok zorlayan neydi, ilk konserinizi kurulduktan ne kadar sonra verdiniz, kendi sesinizi bulduğunuz ilk ne zaman fark ettiniz?
ÇE- Kurulduktan üç gün sonra ilk konserimizi verdik. (Gülüyor)
EK – En zor konu, farklı ekollerde yetişen müzikçilerin ortak bir stil oluşturması. Örneğin Olgu, Fransız ekolünden; ben Viyana. Ortak bir yaklaşım bulmak için epeyce çaba göstermemiz gerekti. Buna karşın ortak yönlerimizi de keşfettik: Örneğin ton çıkartma konusunda telin içine doğru giden, enstrümanın sınırlarını zorlayan bir yaklaşıma sahibiz.
EA– Farklı kişiliklere sahibiz, farklı üsluplardan geliyoruz. Ortak çalışma uzlaşma gerektiriyor. Orkestrada şef denge unsuru. Çok yakın çalışma gerektiren dörtlüde ise hakem yok. Bu nedenle kuvartetlerden çok azı uzun ömürlü oluyor. Buna karşın kurulduğumuz günlerde bile, sahne üstünde uyum sorunu yaşamadık. Müzikçi arkadaşlarımız, konserlerden sonra uyumumuzu övüyordu. Beş yıl sonra bugün Erkin çalarken, kendi sesimizi bulduğumuzu hissediyoruz. Fakat bizim kültürümüze ait olmayan eserleri seslendirirken, örneğin Beethoven, Haydn gibi Viyana klasiklerini çalarken durum farklı. Evet, sesimizi bulduk, diyemiyoruz henüz. Ama Şoskatoviç icrasında, sanki kendi müziğimizi çalarmışcasına rahatız.
OK– Beş yıl önce Beethoven’in opus 18, 4’üncü dörtlüsüyle başlamıştık. O günden bu güne bu eserin icrasında epeyce yol kat ettik. Konserler arttıkça, icralarımıza ilgi gösterdikçe kendimizi geliştirdik. Schulz’la çalışmamız, Beethoven aksanlarını, ruh halini yakalamamızda çok yardımı oldu. Üçüncü yılımızda Gürer Bey “Evet, artık bu eseri gerçek bir Beethoven gibi çalıyorsunuz” dedi. Grubun özgün sesini oluşturması için birlikte çok çalmamız, çok konser vermemiz, birbirimizin kalp atışını tamamen hissedir duruma gelmemiz gerekiyor. Borusan, çok yeni bir dörtlü. Beş yılın son iki buçuk yılında tempomuz yükseldi, çok yoğun çalışır olduk. Yılda 40 konser verecek noktaya geldik. 2015’te çok farklı bir noktada olmayı umuyoruz.
EK– Bence yeterli zenginlikte repertuvar oluşturmak için yaklaşık beş sene daha çalışmamız gerekiyor. Şu anda repertuvar yetiştirmek için koşturuyoruz. 2015’te, eser yetiştirme stresini yaşamayan, olgunlaşmış, dinginleşmiş bir kuvartet olacağız.
Şostakoviç yaşasaydı
Yaylı çalgılar dörtlülerinde kıtalar, ülkeler arasında önemli üslup farkları bulunuyor. Juilliard Dörtlüsü’nden kemancı Joel Smirnoff, Boston, Chicago ve New York’taki dörtlüler arasında bile belirgin fark olduğunu söylemişti. Hangi ekolleri kendinize yakın buluyorsunuz, nasıl bir ses rengi oluşturmaya çalışıyorsunuz?
OK– Her bestecinin ülkesindeki en iyi dörtlü, bize eserlere yaklaşım konusunda ipucu veriyor. Viyana klasiklerini, Rus bestecilerini ele alırken çok sevdiğimiz Emerson Dörtlüsü’nün icralarına bakmıyoruz. Alban Berg ve Borodin Dörtlüsü bize ışık tutuyor. Bunun dışında tını olarak bizim bu dörtlülerden daha enerjik bir yapımız var. Klasik, ağır, bestecinin döneminin tınısını gözeten bir yaklaşım yerine eserleri bugünün ruhuyla ele alıyoruz. Geçmişte atla, gemiyle aylar alan mesafeleri bugün uçakla birkaç saatte geçiyoruz, çok daha enerjik bir dünyada yaşıyoruz. Örneğin, Şostakoviç yaşasaydı, üçüncü dörtlüsünün ikinci bölümünün Borodin Dörtlüsü gibi icra edilmemesini isteyebilirdi…
EA– Ben Artemis Dörtlüsü’nün yaklaşımını çok beğeniyorum. Bizim tınımız konser atmosferine göre de değişiyor. Ruh halimize göre icralarımız çok farklı görünümler alabiliyor. Bunun en belirgin örneğini ABD’de katıldığımız uluslarası oda müziği yarışmasında yaşadık.
EK– Temel yaklaşımımız, diğer gruplardan farkımız oda müziğinin ve enstrümanlarımızın sınırlarını zorlamak…
ÇE – Ben Artemis dörtlüsünü çok taktir ediyorum.
Üslup, repertuvar açısından kendinize çok uzak hissettiğiniz “asla onlar gibi olmayacağız” dediğiniz dörtlü var mı?
EA– Ünlü olmuş, köklü tüm dörtlüleri saygıyla dinliyoruz. Sadece hatalı icralarla karşılaştığımızda tepki gösteriyoruz. Örneğin Saygun’un eserlerini hiçbir zaman Danel Dörtlüsü gibi çalmayız.
Tek üslup, farklı tonlar
Smirnof icrada ortak tını yaratma konusunu konuşurken “tüm üyelerimiz kişiliğini korur, karışım yerine dört belirgin ses duyulmasını isteriz” demişti. Bunu Borodin Dörtlüsü’nün üyelerine aktarıp kendi yöntemlerini sorduğumda, gözleri hayretle açılmıştı. “Dörtlümüz tarihi boyunca tek ses olmakla tanınmıştır, bunun aksini düşünemeyiz” dediler. Siz de tek ses olmaktan mı yanasınız?
EK– Ortak potada eritilmesi gereken unsur stil. Kişisel tonlarımızı korumaktan yanayız.
EA– Amerikan dörtlülerinde kişisel yaklaşımlar çok ön plana çıkabiliyor. Örneğin bir keman solosunu izleyen viyola solosunda bambaşka yaklaşımlar görebiliyorsunuz. İlkinden karakteristik olarak ayrışan, çok daha enerjik bir yaklaşım sergilenebiliyor. Biz müzikte sürekliliği yakalamaktan yanayız, örneğin birbirini izleyen sololarda üslup farkı yaratmamaya dikkat ederiz. Yani daha klasik bir anlayışı savunuyoruz.
OK – Bu açıdan Borodin Dörtlüsü’nün yaklaşımı bize daha yakın geliyor.
Repertuvar oluştururken nasıl bir rota izlediniz, gelecek için hedefleriniz neler?
OK– Önceliğimiz dörtlü repertuvarının Beethoven, Mozart, Haydn tarafından yazılan temel eserleriydi. Bununla birlikte Erkin ve Saygun’un eserleri de bizim için vazgeçilmezdi. İki farklı repertuvarı birlikte yürüttük bugüne kadar, gelecekte de aynı doğrultuda yürüyeceğiz. Tüm Saygun dörtlülerini kaydetmeyi hedefliyoruz.
EK- Türk bestecilerini repertuarımıza almamız bize uluslararası platformda da farklılık sağlayacak. Yurtdışında bize konser ayarlayan menajerlerin de önerisi bu yönde.
EA– İlk dört yıl sadece Viyana klasiklerini çalıştık. Yeterli olgunluğa geldiğimizi hissedince geçen yıl ilk kez bu repertuvarın dışına çıktık. Borodin’in eserini seslendirdik. Bu yıl Şostakoviç programı hazırladık. Gelecek yıl Bartok gibi daha zorlu eserlere yönelmeye hazırlanıyoruz. Ardından Fransız eserleri gelecek.
ÇE- Bununla birlikte repertuvarın belkemiği eserleri terk etmeyeceğiz. Hocam Doğan Cangal “Kendinden şüpheye düştüğünde, Haydn’ın do majör ya da re majör dörtlüsünü çalışmaya başla, doğru cevabı eserde bulacaksın” derdi. Bu yaklaşımın faydasını çok gördük.
Dörtlü formunun dışındaki eserlere yönelirken öncelik sıranız var mı?
EA– Beethoven, Schubert akşamlarında olduğu gibi tek besteciye odaklandığımız konserlerin programında çeşitlilik yaratmak için ikinci bölümde, diğer enstrümanları da içeren eserler seslendiriyoruz. Schubert’in nefesli çalgılar içeren kenteti gibi. Zaten biz diğer müzikçilerle çalışmayı da çok seviyoruz. Piyanolu beşliler yorumlamaya başladık. Birlikte çalışmak istediğimiz müzikçiye göre ortak repertuvar araştırıyoruz.
EK– Ruşen Güneş, Muhittin Dürrüoğlu’yla ortak çalışmalar yaptık. Fazıl Say , Gülsin Onay’la çalmak istiyoruz. Dünya müzisyenleriyle de buluşmak istiyoruz. Örneğin Misha Maisky’le Schubert’in Kentet’ini seslendirmek istiyoruz. Brahms’ın eserlerini ele almak istiyoruz. Çift yaylı çalgılar dörtlüsü için yazılmış eserler de gündemimizde. Haziran ayında Nafplion Festivali’nde ve ardından Kiklades Adaları’nda bir Yunan dörtlüsüyle konser vereceğiz. Artemis Dörtlüsü’yle de benzer bir konser düşünüyoruz.
Çağdaş bestecilere eser ısmarlamayı, gençlerin eserlerini seslendirmeyi arzu ediyor musunuz? Gelecekte yıllık repertuvarınıza yaşayan besteciler için de bir kota koymayı düşünüyor musunuz?
EK- Henüz eser sipariş etme gereksinimi duymadık, çünkü elden çok sayıda beste iletildi. İlhan Usmanbaş, Hüseyin Evirgen, Fazıl Say , Alper Maral, Gürer Aykal’ın eserlerini seslendirdik.
OK– Henüz dörtlü dağarının temel eserlerini tamamlamadık. Kendi gelişimimiz açısından önceliğimiz bu yönde. Şu ana kadar bize iki eser ithaf edildi. Ayrıca seslendirmemiz için besteciler tarafından iletilenler arasında sırasını bekleyen eserler var. Eser ısmarlayacak aşamaya gelmemiz için öncelikle çok daha organize olmamız gerekiyor.
EA- Konserlerde kendi içinde bütünlüğü olan programlar sunmaya çalışıyoruz. Romantik bir eserin ardından, çağdaş bir eseri sunmuyoruz. Bununla birlikte bizim için beste ya da düzenleme yapmasını beklediğimiz besteciler var. Örneğin Fazıl Say ’dan piyanolu beşli, Mahir Çetiz’den dörtlü bekliyoruz.
Orkestra eşliğinde dörtlü için yazılmış eserleri de seslendiriyorsunuz konserlerde. Bu alandaki repertuvar yeterince geniş mi, yeni eserler yazılmasına vesile olmak istiyor musunuz?
EK– Spohr’un eserini çok sık seslendiriyoruz. Bunun yanı sıra Shoenberg, Elgar, trompet ve oda orkestrası için Vaughan Williams’ın bir eseri var.
EA- Spohr’un eserini Türkiye’de ilk kez Juilliard Dörtlüsü, BİFO eşliğinde seslendirmişti. Biz de bu eseri çok seviyoruz. Tecrübe açısından da daha çok çalmak istiyoruz. Bu sezonda Bursa, İstanbul, İzmir, Eskişehir senfoni orkestralarıyla çalacağız. Ankara Festivali’nin açılışında, Eskişehir Senfoni’yle icra edeceğiz.
Dörtlü mükemmel entonasyon ister
Orkestrada çalışan müzikçilerin, küçük oda müziği topluluklarında entonasyon sorunları yaşandığı söylenir. Bu sorunu nasıl aşıyorsunuz?
ÇE– Orkestrada, arkamda 15 çelloyla çalıyorum. Duyulmak için var gücümüzle çabalıyoruz. Sonra üç yaylı çalgıyla baş başa kaldığımda, çalgımın tonunu ayarlamak zor olabiliyor. Yani çok kalabalık bir yerde haykırarak konuşurken, aniden çok sessiz bir ortama geçip sesin tonunu ayarlamakta zorlanmak gibi bir durum bu. İnsan zamanla alışıyor.
EA– Üç saatlik orkestra provasında, gruplarımızın önünde vücudumuzu zorlayarak çalışıyoruz. Bundan bir gün sonra yedi saatlik kuvartet provasına girmek bizi zorlayabiliyor. Ayrıca orkestranın sesi içinde çalgımızı kimi zaman yeterince duyamıyoruz, gür ve uyumlu bir tını yakalamaya çalışırken doğru entonasyonu tutturmak her zaman mümkün olmuyor. Bu istisna durumu dörtlüye taşımak çok tehlikeli. Dörtlüde mükemmel entonasyon gerekiyor. Bunun için her provadan önce gam yapıyoruz.
Yurtdışında menajer bulmakta zorlanmadınız mı?
EK – New York’taki yarışmadan sonra Fazıl Say bizi menajerleriyle tanıştırdı. Bu menajerler bu yıl Fransa, İtalya, Almanya’da konserler ayarlayacak, sanıyorum bundan sonra çalışmamız süreklilik kazanacak.
Nadide enstrümanlarla çalıyorsunuz. Bunları hangi koşullarda edindiniz?
OK– Oda müziğinde enstrümanın niteliği orkestradan daha önemli. Çok iyi enstrümanlarla çalışmak gerekiyor. Çok pahalı olduğu için dünya çapında enstrüman alınamıyordu. İnternette araştırırken bu enstrümanları kiralayan bir vakıf buldum. Ünlü koleksiyonerlerin çalgılarını öğrencilere, ünlü müzikçilere kiralıyorlardı. Borusan yetkililerine ilettim. Hep birlikte İtalya’ya gittik, enstrümanlarımızı seçtik.
EA- İlk gidişimizde bize sıradan enstrümanlar sundular. Vakfın yöneticisini İstanbul Festivali’nde Hüseyin Sermet’le verdiğimiz konsere davet ettik. Bir sonraki gidişimizde bize en değerli enstrümanlarını çıkardılar. 2008 Şubatı’ndan itibaren bunlarla çalışmaya başladık. Hepsi İtalyan çalgıları, bu nedenle birbiriyle uyumlu. Örneğin Olgu’nun kemanın yapımcısı, Esen’in lüthiyesinin oğlu.
ÇE – Bence dörtlümüz kendi sesini bu enstrümanlarla çalışmaya başladıktan sonra buldu.
EK– Bizim için milat oldu…
Antika çalgılara alışmakta zorlandınız mı?
EA– İlk seçtiğim viyola Viome yapımıydı. Bir süre kullandım. Fakat bir türlü alışamadım. Değiştirip Testore yapımı çalgı aldım. Birkaç günde alıştım.
EK– Enstrümanı aldıktan üç gün sonra ilk konserime çıktım, hiç sorun yaşamadım.
Modacı tarafından kostümlerinizin tasarlanması size ne gibi olumlu kazanımlar getirdi?
OK– Basında epeyce haber çıktı, dikkat çekmemizi sağladı. Son konserimizi 1300 kişi izledi örneğin. Bu açıdan önemli bir destek olduğu söylenebilir. Facebook’taki sayfamıza çok olumlu tepkiler geliyor.
Günde beş saatten 10 günde yeni eseri icraya hazır hale getirebiliriz
Çalışma rutininiz nedir, bir eser sahnedeki icraya kadar hangi süreçlerden geçer?
ÇE– Eserin icralarını dinleyip ön hazırlık yaparız. Bir araya gelip önce eserin viyola, çello bölümleri için arşelerini, parmak yerlerini yazarız. Ardından bireysel çalışma süreci gelir. Bu tamamlandıktan sonra provalara başlarız.
EA– Konsere hazırlanıyorsak, haftanın beş günü 13.00-18.00 arasında çalışıyoruz. Yazın en fazla bir ay tatil yaparız, ekimde mutlaka yeni sezon için çalışmaya başlarız. Eser üzerine kişisel çalışmamızı bitirdikten sonra, toplu provalarda, günde beş saatten 10 günde bir eseri konsere hazır hale getirebiliriz. Bu sene konserlerimiz çok yoğunlaştı. Turneye gittiğimizde bile aralarda fırsat bulduğumuzda repertuvar çalışıyoruz. Örneğin bu sezon için sekiz eser hazırladık.
OK– İnternette eserin eski ustalar tarafından icralarını araştırır, dikkatle incelerim. Keşfettiğim incelikleri provalarda arkadaşlarıma aktarırım. Hatta bazen provalarda internetten bu icraları izler, aramızda tartışırız.
New York Times gazetesi birkaç hafta önce “Kuvartetlerde Dijital Çağ” başlıklı bir yazı yayımlamış, çağdaş teknolojiyi etkin kullanan grupları incelemişti. Siz hangi oranda kullanıyorsunuz?
EA– Konser videolarımızı You Tube’e yüklüyoruz, Facebook’ta grubumuzun sayfasında bu görüntüleri yayımlıyoruz, ayrıca tartışma platformuna dinleyicilerimizin gönderdiği mesajlardan tepkileri izliyoruz. Prova sırasında dizüstü bilgisayar yanımızda oluyor. Gerektiğinde interneti kullanıyoruz.
OK– Konser seyahatlerinde notaların kaybolması ihtimaline karşı, partisyonları flash diskte yanımızda taşıyoruz. Gelecekte teknolojiden daha fazla yararlanacağımı sanıyorum.
Diğer müzik türleriyle ilgileniyor musunuz?
EK– Dörtlümüzün adını kullanmadan, İncesaz grubuyla ortak çalışma yaptık. Diğer müzik türlerine uzak değiliz. Geleneksel Türk Müziği’nin ufku açık, Klasik Batı Müziği’ni bilen sanatçılarla ortak çalışmalar yapmak istiyoruz.
New York ilk ve son yarışmamızdı
Uluslararası Oda Müziği Yarışması’na katılmak kimin fikriydi?
OK– 30 yaş üstü gruplara yönelik uluslararası yarışma çok az. İnternette araştırma yaparken bu yarışmaya rastladım. Finalinin Carnegie Hall’da olması önemliydi. Gürer Aykal’la konuştuk, olumlu karşıladı. Fakat yarışma tarihimizde Borusan’la konserimiz vardı. Tam vazgeçmişken, konser iptal edildi. Başvuru tarihi 20 gün geçmişti. Araştırdığımızda, para cezasını ödeyerek rötarlı katılabileceğimizi öğrendik. Ön eleme için kayıtları araştırırken, bize kurye için verilen üç günlük süre de doldu. Tekrar arayıp, yardım istedik. İnternetten MP3 olarak göndermemizi önerdiler. Erkin’in dörtlüsünün kaydını gönderdik. Bir ay sonra 87 grupla finale kaldığımızı öğrendik. Boston’da New England Konservatuvarı’nda Avusturya’dan, Japonya’ya gruplarla yarışıp finale kalan 9 grubun arasına girdik. Bizim dışımızdaki sekiz grup da Amerika’nın önde gelen konservatuvarlarındandı. Finalde 15 dakikalık bir eser seslendirmemiz gerekiyordu. Yıllar önce Anatolian Kuvartet, yurtdışındaki konserlerinde Adnan Saygun seslendirmişti. Biz de çağımızın bestecisinin eserini sunmalıydık. Epeyce araştırdık, Amerikalılar’ın müzik zevkini sorguladık. Sonunda Fazıl Say ’ın dörtlüsünde karar kıldık.
Finalde, diğer adayların icraları sizi nasıl etkiledi? Dereceye giremeyeceğinizi düşünüp moraliniz bozuldu mu?
ÇE- Bazı grupları çok beğendim. Mesela Teksas’tan Aeolus Kuvartet benim favorimdi. Birinci olsalar çok sevinirdim.
OK– Bizden önceki gruplar Bartok 5, Mendelsohn gibi iddialı eserler çaldılar. Biz bir Türk grubuyduk, jürinin ön yargılı yaklaşmasına hazırlıklıydık. Ayrıca Fazıl Say’ın bilinmeyen bir eserini seslendiriyorduk. Dolayısıyla, çok umutlu değildik. Fakat finalleri izleyiciye açık yarışmanın provasında dinleyiciden çok coşkulu alkış alınca, ilk kez ödülün sandığımız kadar uzak olmayabileceğini düşündük. Finalde, Carnegie Hall’un tapınak gibi görkemli salonunda, serin bir atmosferde sahneye çıktık. Seyircili bir konserdi. Finaldeki alkışlar provadan da güçlüydü. Sahneden indiğimizde birbirimize soru dolu gözlerle baktık, tek kelime etmedik. Pek çok kişi eser ve icranın dinamizmi konusunda övgü dolu sözler etti. Sonra ödüller açıklanırken önce Aeolus Kuvartet’in adı okundu. Haklarıydı, diye düşündük. Grup üyeleri sahnede madalyalarını havaya kaldırıp müthiş sevinç gösterileri yapıyordu. Sonra anladık ki üçüncüden başlamışlar sıralamayı açıklamaya. İkincinin ismi söylendiğinde, en büyük iki rakibimiz listeden silinmişti. Birden umutlandım.
EK– Ben baştan beri umutluydum, birincilik sürpriz olmadı.
OK– İsmimiz okunduğunda boğazım düğümlendi, gözlerim yaşardı. Koltuktan kalkamadım. Fakat en ilginç tepki Çağ’dan geldi. “Hasss.ktir” dediğini duydum. Sahneye gitmek üzere kalktığımda kulaklarım uğulduyordu. Sonrası hayal gibiydi.
Mahsun Kırmızıgül ve film ekibi bizim için şampanyalı kutlama yaptı
Nasıl kutladınız?
OK- New York sokaklarına attık kendimizi, ayaklarımız yerden kesilmişti.
EA– New York’ta Beş Minare’nin çekimleri yapılıyordu. Borusan Filarmoni’den çellist arkadaşımız Mine Cangal, Mahsun Kırmızıgül’le beraber New York’taydı. Onun daveti üzerine film ekibinin kaldığı otele gittik. Başarımızı film ekibi, şampanya patlatarak kutladı.
OK– Sonra Türkiye’ye döndük. Ödülümüz basında neredeyse hiç yer almadı.
Birincilik ABD’den konser teklifleri getirdi mi?
EK– Ödül koşullarından biri de Boston’da üç konserdi. Fakat orkestra programı nedeniyle bu konserleri veremedik.
OK– Ödülden çok Fazıl Say ’ın çabası etkili oldu. Amerika ve Avrupa menajerlerini konsere getirdi. Umut verici yorumlar yaptılar. Bize yardımcı olacaklarını söylediler. Onların sayesinde şubatta Montpellier’de, 23 Mart’ta Milano’da, ardından Almanya’da Schleswig-Holstein Festivali’ne katılacağız. Daha sonra Baden Baden ihtimali var. Fazıl Say ’ın desteği olmasa, bu festivallere katılmamız 10 yıl alabilirdi. Ödülün Türkiye’de de etkisi oldu. Yıllardır devlet senfoni orkestralarına konser için başvururuz. Hiç cevap alamazdık. Ödülden sonra, onlar bizden konser talep etti. Dört orkestradan davet aldık.
Bir prodüktör kapınızı çalsa, plak için stüdyonun kapısını açsa ne kaydetmek isterdiniz?
EA– Türk bestecilerin eserlerini kaydettiğimiz ilk albümümüz önümüzdeki günlerde yayımlanacak. İkinci bir öneri gelse, Beethoven albümü yapmak isterdik.
OK– Muammer Sun, Aydın Esen’in dörtlülerini kaydetmek çok isterdim.
Başarılarımızı balıkçıda kutluyoruz
Çalışma, başarıları kutlama konusunda ritüelleriniz var mı?
OK– Borusan Kültür Merkezi’nde, bize ayrılan odada çalışma yaparız. Birlikte sık sık akşam yemeğinde bir araya gelip sohbet ederiz. Başarılarımızı Cihangir’de haftada en az birkaç kez gittiğimiz Savoy balık restoranında kutlarız. Bu restorana o kadar sık geliyoruz ve sahipleriyle aramız o kadar iyi ki, konserlerimizi kaçırmamaya başladılar. Efdal açken, Çağ sabah kahvesini içmeden asla çalışamaz. Efdal’in oğlu hastayken cep telefonu hep yanında durur, her çalışında mutlaka provaya ara veririz.
EA– Konserden önceki gün uykumuza dikkat ederiz, asla alkol almayız. Çağ bu konuda istisnadır. Ona müzik kutusu deriz. Her koşulda iyi çalar. Konserden önce çok yemek yememeye özen gösteririz.
Budapeşte Dörtlüsü turnede, konser arasında briç oynarmış. Sizin de bu tür ortak hobileriniz var mı?
EA– Ortak hobi edinecek zaman yok ne yazık ki. Turnelerde Çağ’la bilardo oynarız, hepsi bu.
OK– Bir de Çağ’ın masa tenisi şovlarını izleriz… Müthiştir…
Provaya ara verdiğinizde, birlikte yolculuğa çıktığınızda spordan, siyasetten bahseder misiniz?
EK– Siyaset konuşmayız ama sanırım ortak görüşleri paylaşıyoruz. Prova aralarında sadece susup dinleniyoruz. Üzerine çalıştığımız eserden uzaklaşıp, rahatlamak istiyoruz.
EA- 20 yıl sonra, repertuvarımız çok genişlediğinde, tecrübemiz arttığında bu konuda çok daha rahat olacağız. Şimdilik sadece müziğe odaklıyız ve çalışıyoruz.
ÇE– Fenerbahçe yenildiğinde epeyce fırsat çıkıyor espri yapmak için. Esen, FB’lidir fakat fanatik değildir, bu nedenle esprisi de pek yankı uyandırmıyor.
Konserleri kaydedip, daha sonra birlikte dinleyip icranın eleştirisini yapar mısınız?
OK– Tüm konserlerin video kaydını yapar, arşivlerim. Üzerinde konuşmamız gereken bir konu varsa kaydı izleriz. Fakat bu çok nadir olur. Son iki yılın tüm kaydı elimde.
EA– Aynı programı çalmamız gerektiğinde mutlaka son konser kaydını izleriz.
Çağ Erçağ: Üç erkekle evliyim, mutluyum
Haftada 25-30 saat dört kişinin baş başa çalışması insan ilişkileri açısından zorlayıcı bir deneyim. Egolarınızı dengelemeyi nasıl başarıyorsunuz, aranızda çok büyük kişilik farkları var mı?
OK– Grupta ayrıntılara en meraklı, dolayısıyla en fazla konuşan kişi benim.
ÇE– Hatta takıntılı denebilecek kadar ayrıntılara önem verir. Hiperaktiftir.
OK– Onlar soğukkanlıdır. “Yaparız, olur, sen merak etme” derler. Ben ise bu kadar rahat değilim. Esen’in kendi doğruları vardır. Olumlu, olumsuz eleştiriden pek etkilenmez. Farklı fikirlere açıktır, benimsemekte zorlanmaz. Ben ise çok ikna edici, somut gerekçeler olmadan fikrimi değiştirmem. Çağ’ın enerjisi, bakışı bizden çok farklıdır. İcrayı çok farklı boyutlara taşıyabilir. Efdal tepkilerini çok iyi kontrol eder. Oysa ben çok fevri davranırım.
EA– Dört farklı karakterin yıllarca haftanın beş, bazen altı günü bir odaya kapanıp, beş saat çalışması hiç kolay değil. Orkestra üyeleri arasında bile büyük sorunlar yaşanırken, bizim bunu başarmamız önemli. Çünkü bir misyonumuz var, hep beraber bunun için çalışıyoruz.
Peki beş yıllık yakın çalışma kişilik özelliklerinizde ne gibi değişimlere yol açtı, bu tecrübeden ne gibi dersler çıkardınız?
OK– Düşüncelerimi daha özenli, politik bir dille aktarmanın gerekliliğini öğrendim.
EK– Diğer fikirleri dikkatle dinleme, anlamaya çalışma tecrübemi, düşüncemi eyleme geçirmeden önce bunun çevremdekileri nasıl etkileyeceğini, birilerinin zarar görüp görmeyeceğini hesaplama konusundaki hassasiyetim arttı. Nasıl yapsam, ne yapsam ortak işe daha fazla katkısı olur, diye düşünmek reflekse dönüştü.
EA– Hayatım boyunca her eylemimin çevredekileri nasıl etkileyeceğini hesaplayarak yaşadım. Rahatsızlık yaratmamak önceliğim oldu. Hatta hep bunun baskısını hissettim. Bu açıdan grubun kişisel getirisi olmadı. Fakat müzikal tecrübe açısından çok şey kazandırdı.
ÇE– Evlilik tecrübesini daha önce yaşamıştım, yürütemedim. O zaman bu dörtlüde çalmıyordum. Şimdi üç farklı karakterdeki erkekle evliyim, benim için büyük bir tecrübe. Çocukluğum Ankara’nın Çinçin mahallesinde geçti. 18 yaşına kadar kavgasız gün yaşamadım. Alttan almayı bilmezdim. Zamanla öğrendim. Bu grup, üç arkadaşım benim için çok önemli. Borusan Dörtlüsü’nde olduğum için çok mutluyum, bunu artırmanın yollarını arıyorum. Eskiden de az konuşurdum, dinlemeyi tercih ederdim. Şimdi bu özelliğimi değiştirmem, arkadaşlarımın beklentisi doğrultusunda görüşlerimi daha fazla ifade etmem gerektiğini görüyorum.
Kısa ve uzun erimli yurtdışı hedefleriniz neler?
EK– Salzburg, Verbier, Montpellier’in festival konserleri…
EA- Spohr’un konçertosunu da dünyanın önde gelen orkestralarıyla seslendirmek istiyoruz.
OK– Bu yıl 120 civarında orkestraya başvuru yapacağız.
2011 Borusan Dörtlüsü için nasıl bir yıl olacak?
EK- Repertuvarın genişlediği, konserlerin arttığı bir yıl olacak.
OK– Çıkış ivmemiz geçen yıl hızlanmıştı. Bu yıl hızı daha da artacak. Yurtdışı konserler, ilk albümüzle gümüş yılımız olacak. 2012’nin ise altın yılımız olmasını bekliyoruz.
EA– Fazıl Say ’ın desteğiyle önemli bir dalga yakaladık. Bu yıl yeni projelerle yükselişi sürdüreceğiz.
EK– 2012’de vereceğimiz yaklaşık 10 konser şimdiden kesinleşti. 2009’da sekiz, geçen yıl 20 konser verdik. Bu yıl 40 konser vereceğiz. Ünlü kuvartetler yılda 80 konser veriyor.
(Serhan Yedig / Şubat 2011 / Andante Dergisi)
LİNKLER
Çağ Erçağ ile biyografik söyleşi
Esen Kıvrak ile biyografik söyleşi
Olgu Kızılay ile biyografik söyleşi (2018’de gruptan ayrıldı)