Viyolacı Efdal Altun, Borusan Dörtlüsü’ne son katılan üye. Taklit yeteneğiyle ünlü. Ankara Devlet Konservatuvarı’ndaki mezuniyet sınavında hocası Hikmet Şimşek’i, jestlerini taklit ederek, kahkahalarla güldüren Altun 1998’de az kalsın stand-up’çı olacaktı. Levent Kırca’nın önerisiyle, Eskişehir Konservatuvarı’ndaki görevinden istifa edip İstanbul’a yerleşti. Neyse ki imdadına Cihat Aşkın yetişti, onu tekrar müziğe kazandırdı.
Ankara Devlet Konservatuvarı’nda, 1992 baharındaki mezuniyet sınavları unutulmayacak bir olaya vesile olmuştu. 1981 girişlilerin orkestra dersi sınavında ünlü şef Hikmet Şimşek sahneye çıktı. Öğrencilere dönüp “Şimdi sıra dışı bir gösteri izleyeceksiniz. İlk kez sahnede benim taklidim yapılacak. Ben de bu gösteriyi videoya kaydedeceğim” dedi. Sonra kamerasını sahneye yerleştirip, bir kenara çekildi. İzlemeye başladı.
Şef sehpasına çıkan genç, Şimşek’in ceketini giymişti. Elinde onun çantası ve bageti vardı. Hocasının mimiklerini, sesini taklit edip yaklaşık 20 dakikalık bir gösteri yaptı. Şov bittiğinde Hikmet Şimşek dahil salondakilerin gözlerinden yaş gelmişti gülmekten.
Okulda, evde mahcup sahnede usta şovcu
Sahnedeki mukallit, viyola bölümünden o yıl pekiyi dereceyle mezun olacak Efdal Altun’du. İçine kapalı, nazik, saygılı, hatta biraz melankolik bir gençti Altun. Sahneye çıkınca birden bire değişiyor, Danny Kaye benzeri şovmene dönüşüyordu.
“İlkokul yıllarında evde, okulda ağzımı bıçak açmazdı. Çok az konuşurdum… Ama evde benden taklit yapmam istenince reddetmezdim. Yıl sonunda okulda sahnelenen oyunlarda mutlaka rol alır, sahnede herkesi şaşırtırdım. Annem sahneye çıktığımda yaşadığım bu ani kişilik değişikliğine bir türlü akıl erdiremediklerini söylerdi.”
Taklit yeteneğini sonraki yıllarda da kullandı Altun. 2008’de Gürer Aykal yönetimindeki BİFO’nun bir provasında sahneye kontrbas kutusu içinde çıkıp, “Koskoca devlet sanatçısını kargoda taşımaya utanmıyor musunuz sersem murabbalar” tiradıyla başladığı Hikmet Şimşek şovu hâlâ hafızalarda.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde viyola öğretmenliği yaptığı dönemde, arkadaşlarının ısrarıyla afiş bastırmış, konser salonunda bir saatlik stand-up yapmıştı. İşte bu gösteri 1998’de az kalsın hayatının akışını değiştiriyordu. Şovu, o dönemde kadrosunda yer aldığı TEKFEN Filarmoni’de epeyce yankı uyandırmıştı. Şef Saim Akçıl’ın eşi, Radyo 3 prodüktörlerinden Gaye Akçıl, Levent Kırca’yla tanıştırdı genç viyolacıyı. “Bu yeteneği görmezden gelemem, hemen İstanbul’a gel. Tiyatro yeteneğini geliştirebiliriz” dedi usta oyuncu. Altun, üniversiteden istifa edip İstanbul’a yerleşti. Kırca Tiyatrosu’nun “Üç Baba Hasan” oyununun kadrosuna katıldı. Fakat orkestradaydı ve sahnede beklediği fırsat sunulmayınca diğer alternatiflere yöneldi. Komedyen Mehmet Esen’le şovlar yaptı, o Almanya’ya gidince sahneyi devraldı. Ünlendi. TV’lerden program teklifleri geldi. Bu kritik dönüm noktasında durup, hayatını sorguladı Altun. Viyolaya vakfettiği 20 yılı bir kenara bırakıp, eğlence dünyasına adım atmak ona arzu ettiği hayatı sunacak mıydı?
Bu soruya gönül rahatlıyla “evet” deyip, yoluna devam etseydi bugün onu Borusan Dörtlüsü yerine TV şovları ve reklamlarda izleyecektik.
Efsanelerle aynı koridorda
Altun, Ankaralı müzisyen bir ailenin en küçük çocuğu. Babası Mustafa Altun, Ankara Opera Orkestrası’nda obua, korangle çalıyor, ayrıca gitar ve bağlama dersleri veriyordu. Ablaları da profesyonel müzisyen. Ondan 3,5 yaş büyük olan Demet Altun, Ankara Operası keman sanatçılarından. 6 yaş büyük ablası Nurgül Aktaş, İDSO birinci keman grubunda. Annesi Hüsniye Altun ise Ankara Radyosu ve Ankara Konservatuvarı’nın şan sınavlarını kazandığı halde profesyonelliğe adım atmamış.
“Evimizde Klasik Batı Müziği’nin yanı sıra, Klasik Türk Müziği, halk müziği de çalınır, söylenirdi. Annemin ilgi alanı Türk Müziği olduğu halde, babam bağlama çaldığında, türkü de söylerdi. Öğrencilik döneminde babam keman, viyola dışındaki enstrümanlarla uğraşmamı istemedi. Yine de konservatuvar yıllarında synthesizer çalıyordum. Biraz klarnet dersi aldım.”
Eftal Altun, 1981’de, 10 yaşında Ankara Devlet Konservatuvarı’nın keman bölümüne girdi. Akşit Yücelen’in öğrencisi oldu. Lisede tonunu daha çok sevdiği viyolaya geçti. Attila Nagi’nin sayesinde enstrümanına daha da bağlandı, disiplinli çalışma alışkanlığını kazandı.
“Bugün düğün salonu yapılan Cebeci’deki okulum efsanevi bestecilerle doluydu. Adnan Saygun’un son yıllarına yetiştim. Necil Kasım Akses, sınavlarıma girmişti. Duvarlarda Hindemith’in okuldaki fotoğrafları vardı. Bu beni çok etkiliyordu. Döner sahneleri, gizli mekanları, bahçesinde havuzu olan çok güzel bir binaydı. Benim gibi oyunu seven, haşarı çocuklar için harika bir binaydı, bu mekanlarda oyun oynamak da çok zevkiydi. Ailem de baskı yapmadığı için çocukluğumu yaşayabiliyordum. Üç yıl sonra konservatuvar taşındı. Hacettepe’de hastane olarak planlanan bina, ruhsuz bir yapıydı. Oyunun da zevki kalmamıştı, kendimi tamamen müziğe verdim. Dev gibi binada yeterli oda yoktu, koridor girintilerinde, hatta tuvalette çalışırdım.”
Evlerinde David Oyştrah dinlerdi
Çocukluğunda hiçbir soliste, gruba hayranlık duymadı. Evlerinde daha çok David Oyştrah’ın solist olarak yer aldığı plaklar dinlenirdi. Altun, bugün örnek aldığı Alban Berg Dörtlüsü’nün albümlerinin de çalındığını hatırlıyor. Babası operacı olduğu için Verdi, Puccini operaları, ayrıca Şostakoviç’in senfonileri, Rahmaninov’un konçertoları dönerdi pikapta. “Kulağıma en çok yerleşen eser Verdi’nin Requem’iydi.”
Koral Çalgan, genç viyolacının üzerinde en çok iz bırakan hocasıydı. Mezuniyete kadar birlikte çalıştılar. Çalgan, Alman ekolünden geldiği halde, dayatmacı değildi; farklı fikirlere açıktı. “Kendine en uygun tekniği çalışarak bulacaksın” deyip, bilgi vermek, yönlendirmekle yetindi. Altun, bugünkü müzik yaklaşımında hocasının liberal yaklaşımının önemli etkisi olduğunu söylüyor. “Hatasız, kazasız ve heyecansız çalmak yerine, bana heyecan yaşatan yorumları tercih ediyorum. Ben de icrada bu yöntemi tercih ediyorum.”
1991’de, üniversite üçüncü sınıfta Hikmet Şimşek’in kurduğu Anadolu Orkestrası’nda grup şefi olarak çalmaya başladı. Çekingen, iyi çalmaktan başka hırsı olmayan bir gençti. Yarışmalardan uzak durdu. Ekonomik olanakları bulamayacağı için yurtdışında eğitimi hayal bile etmedi. Yine de rastlantılar onu öğrencilik yıllarında yurtdışına taşıdı. 1990’da Akdeniz Gençlik Orkestrası’nın sınavlarını kazanıp bir ayda beş ülke dolaştı. Amerikalı soprano Barbara Hendricks’le konser verdiler. Ertesi yıl yine orkestranın kadrosundaydı, bu kez Fransız kemancı Pierre Amoyal’du solistleri.
26 yaşından sonra solistliğe yöneldi
Eftal Altun, mezuniyet sonrasında hocası Çalgan’ın önerisi üzerine akademisyenliği seçti. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Konservatuvarı’nda viyola dersleri vermeye başladı. Sanatta yeterlilik diploması aldı. Bu dönemde Almanya’da başvurduğu Pommersfelden Senfoni, Das Treffen Operası, Makedonya Filarmoni’yle Avrupa’daki festivallerde konser verdi. Ablası Demet Altun’un da katıldığı topluluklarla Avrupa’ya gittiler konser için. Altun’un hedefi iyi bir orkestra müzikçisi olmaktı. Solistlik konusunda hırslı değildi. Olumlu eleştirilerle şevklenip, sahneyi sevdiğini, solistliğe yönelmesi gerektiğini 26 yaşında fark etti. 1996’da resitallere başladı. 1998’de Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden istifa edene kadar okulda pek çok resital verdi.
Batı’dan Doğu’ya
İstanbul’da hayatının en önemli yol ayrımına geldiği, ruhunu şov dünyasına teslim etmekten çekindiği günlerde dostu, kemancı Cihat Aşkın aradı Eftal Altun’u. İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’nda viyola dersi vermesini önerdi.
“Klasik Batı Müziği tekniğiyle viyolacı yetiştirmeye başladım. Ben tekniğini öğretiyordum, sonra öğrencilerimi makam bilgisi için klasik kemençe hocasına yönlendiriyordum.”
1997’de Borusan Filarmoni’nin viyolacıları arasına katılmıştı. Aynı zamanda Milli Reasürans, Filarmonia İstanbul, İstanbul Oda Orkestrası’nda da çalıyordu. 2007’de Öykü Koçoğlu’nun yerine Borusan Dörtlüsü ’ne katılması teklif edilince, konservatuvardan ayrılıp tüm enerjisini bu alana yoğunlaştırdı. Dörtlüdeki başarısı Borusan Kültür tarafından, 1725 yapımı Testore viyolayla taçlandırıldı.
Aslında Altun’un oda müziğine yönelmesi öğrenciliğinin son dönemine rastlıyor. Hocası Yuri Abdullayev ile Beethoven, Haydn dörtlülerine çalıştığı günleri mutlulukla hatırlıyor. 1991’de Server Ganiyev’in kurduğu Ganiyev Kuvartet’e katılması ilk önemli deneyimiydi. O yıllarda dinleyici olarak da orkestra eserlerinden çok oda müziği yapıtlarına ilgi duyuyordu. Özellikle Rus bestecilere, Şostakoviç’in dörtlülerine.
Senfoniler, konçertolar
Oda müziğine yönelmekle birlikte solistlik defterini tamamen kapatmadı Eftal Altun. Son yıllarda davet aldıkça orkestralarla solo ya da ikili konçertolar çalıyor. Bildiği eserlerin sayısı 10’u buluyor. Birkaç haftalık hazırlanmayla icra edebileceği aktif repertuvarında Stamitz, Hindemith, Bartok, Berlioz’un konçertoları yer alıyor.
Borusan Dörtlüsü ve BİFO’daki çalışmalarının yanı sıra evde eşi Funda Altun’la çello – viyola düetlerini seslendirmekten hoşlanıyor. Çellist Funda Altun, İDSO’nun üyelerinden. 2004’te evlenen çiftin oğlu Bulut, beş yaşında.
Eftal Altun, evde ya da uzun yolculukta klasik müzik dinlemek istediğinde Rahmaninof ve Çaykovski’nin konçertolarını, Şostakoviç’in senfonilerini tercih ediyor. “Evde Metzo TV her zaman açıktır. Klasiğin yanı sıra Queen, Sting, blues, cazı severek dinlerim.”
Artık mizah yeteneğini mümkün olduğunca az kullanıyor. “Çünkü ciddi konular anlatırken bile arkadaşlarım gülmeye başladı. Konserde göz göze geldiğimizde gülüyorlar. Bu tehlikeli bir durum…”
Son yıllarda hayatı tamamen müziğe, eşine ve oğluna odaklandığı için hobilerine yeterince zaman ayıramıyor. Üç band bilardo oynamayı, karakalem desen çizmeyi seviyor. Fırsat buldukça uzun yürüyüşlere çıkıyor. Mutfağa çok sık girmese de Çin yemekleri konusunda iddialı. Sushi denemelerinin de başarılı olduğunu söylüyor. Gün içinde yolda geçen zamanında ve gece yatmadan önce mutlaka kitap okumaya çalışıyor. Tercihi tarih ve gizemi birleştiren Dan Brown gibi yazarların romanları.
(Serhan Yedig / Şubat 2011 / Andante Dergisi)