Vadim Repin / En zoru stüdyoda, dinleyicinin bulunmadığı ortamda çalmak

0

Sibiryalı keman öğretmeni Zakhar Bron’un, deyim yerindeyse kırbaçla yetiştirdiği iki öğrenciden biriydi Vadim Repin. Üç yaş küçük olan Maxim Vengerov daha hızlı davrandı, 1990’ların ikinci yarısında şöhret basamaklarının tepesine tırmandı. Repin ise yavaş ve emin adımlarla ilerledi. 2006’da Deutsche Grammophone sanatçıları arasına girdi. Martha Argerich’le Kreutzer Sonatı’nı kaydedip, geçmişte bu yoldan geçen Menuhin, Perlman, Kremer’e meydan okudu. Yılda 200 civarında konser veren, aynı ay içinde Amerika, İngiltere ve Japonya’da çalan Repin, 2008 Kasımı’nda CRR’nin sezon açılışı için İstanbul’daydı. Kreutzer Sonatı’yla biten resitalden sonra kuliste buluştuk. Sigara içmek istiyordu, kulis kapısından bahçeye çıktık. İnönü Stadyumu’ndan gelen tezahürata yönelip “Maç 1-0’mış” dedi Repin. Futbolla ilgilenmeyen kişi için sözlerinin hiçbir şey ifade etmediğini anlayıp ekledi “Biliyorsunuz Türkiye, Bosna-Hersek’le oynuyor bu akşam…”

Stradivarius ile del Gesu arasındaki fark ciddi şekilde kafamı karıştırıyor. Uzmanını bulmuşken sormak istiyorum: JSQ’nun birinci kemancısı Joel Smirnoff, Stradivarius’ların çok yüksek sese sahip, buna karşın renk açısından del Gesu kadar zengin kemanlar olmadığını söylemişti. Joshua Bell ise tam tersini savunup “del Gesu kemanın Ferrari’sidir, çok güçlüdür, buna karşın renk elde etmek için çok uğraşmak gerekir” demişti. Siz uzun yıllar meşhur Ruby lakaplı Strad’ı kullandınız. Şimdi “von Szerdahely” lakaplı del Gesu’yla çalıyorsunuz. Nedir farkı bu kemanların?
– Strad’da ne çalarsanız çalın, her zaman büyülü bir ses verir. Daha kolaydır Strad çalmak. Guarnieri del Gesu yapımı kemanları kullanmak ise ustalık gerektirir. Öncelikle kemanı iyi tanımalısınız. Enstrümana alışmak, onunla dost olmak epeyce zaman ister. Çok zorlar insanı, bunun karşılığında Strad’a oranla daha büyük bir ödül sunar: Son derece insani, samimi, mütevazı, mucizevi bir ses. Ayrıca sesi çok daha güçlüdür.
Söz Ferrari’den açılmışken, Joshua Bell gibi siz de sürat yapan otomobillere meraklısınız. Porche ve Ferrari marka otomobillerinizle hız denemeleri yaptığınızı okuyorduk birkaç yıl öncesine kadar. Bu yarışlar sürüyor mu?
– (Gülerek) Bunlar eskidendi. Gençlik dönemimde birçok harika otomobil aldım, kullandım. Fakat şimdi aile babasıyım. Şu ana özgü bir durum olarak hız yerine, kullandığım otomobilin geniş ve konforlu olmasına özen gösteriyorum. Çocukla yolculuk yaparken, bu özellikler daha önemli. Hala otomobillere meraklıyım. Aslında teknoloji, tasarım ve el işçiliğini buluşturan her şey ilgimi çekiyor. Sanat, işçilik, yaratıcılık sergileyen ustalara hayranım, büyük saygı duyuyorum. Örneğin kol saatlerine de çok meraklıyım. Koleksiyon yapıyorum. 20 civarında saatim var.

Çocukluğumda tek istediğim şey gürültü yapmaktı

Zakhar Bron’un eli sopalı eğitimi hakkında birçok öykü okuduk. Anlaşılan elinden epeyce çekmişsiniz…
– (Keserek) Hayır, asla ıstırap çektirmedi. Evet çok sert bir öğretmendi. Adeta, öğrencisinin yere dokunmadan havada üç takla atmasını beklerdi. Hep, bir öncekinden daha zorlu, kolayca ulaşılmayacak bir hedef koyardı önümüze. Bu yöntemle hızlı gelişmeyi, olgunlaşmayı sağlardı. Yolun başındaki genç sanatçı için çok önemlidir hızlı gelişmek. Öğrenmeniz gereken onlarca konçerto, solo keman eseri, oda müziği yapıtları sizi bekler. Hiç unutmuyorum, 15-16 yaşındaydım, bir eseri seçer, notasını elime tutuşturur “Bunu kendi başına öğreneceksin, gelecek hafta konserde çalacaksın, ben de gelip dinleyeceğim” derdi. (Gülerek) Aslında mümkün değildi istediğini yapmak. Kendimi bu işi başaracağıma ikna edip, diğer arkadaşlarımdan daha çok çalışıp, verilen ödevi yerine getirirdim. Eseri öğrenirken istediğimi yapmakta serbesttim, konsere gelip dinler, sonra oturup yorumumun analizini yapardı.
Aslında Vengerov’a sorduğum soruyu size de sormak istiyordum. Evet, size müthiş bir teknik kazandırdı, hayatınızı değiştirdi. Öte yandan çok zorlandınız. Belki daha şefkatli bir öğretmenle de aynı sonuca ulaşabilirdiniz. Bron’la geçen süreyi insani açıdan kayıp yıllar kabul ediyor musunuz?
– Bron da şefkatli bir öğretmendi. Öğrencilerine yanlış bir şey yapmadı. (Gülerek) Anlatılanlar şehir efsanesi. Herhangi bir öğrencisine sorun. Kaba davrandığını söyleyen çıkmayacaktır. Eğer eleştirilerinde açıksözlü davranıyorsa, bu kaba, acımasız olduğu anlamına gelmez.
Peki oğlunuz Leonardo’yu, Bron’a teslim eder misiniz?
– Bu farklı bir konu. Kemancı olmasını ister miyim, bilmiyorum. Emin değilim doğrusu… Çünkü kemancının hayatı, sporcu gibi çok zor. Her zaman disiplin içinde olmalısın. Hayatına çok dikkat etmelisin. Fiziksel açıdan her zaman en iyi durumda olmalısın. Zihnin her zaman zinde, tazelenmiş, yeni fikirlerle dolu olmalı. Bunları yerine getiremiyorsan, mutlaka icraya olumsuz etkisi olur. Çok başarılı olmak, zirveye çıkmak istiyorsan hayatında birçok şeyden feragat etmen gerekir. Eğer zirvede değilsen, hiçbir zaman mutlu olamazsın. Hayatın mutsuzluklarla dolu geçer. Ben çok şanlıydım. İyi bir öğretmenim vardı, ailem destekledi. Fakat Leonardo aynı şeyleri yaşamayabilir. En iyi öğretmenden ders almak, çok başarılı olmayı garanti etmiyor. Bu nedenle düşünüyorum. Şu anda Leonardo iki yaşında. Doğal yetenekleri biraz belirginleşince karar verme zamanı gelecek. Eğer müziğe yetenekliyse, müziği seçerse onu destekleyeceğim. Önerilerimle, elimdeki imkanlarla hep yanında olacağım. Ben de müzisyen olmaya üç ya da dört yaşında kendim karar vermiştim, ailem desteklemişti.
Ama enstrümanınızı siz seçmemiştiniz, öyle değil mi?
– Doğru, enstrümanımı ben seçmedim. Ama müziği ben seçtim. Daha üç yaşındayken, hayatta tek istediğim şey, gürültü yapmaktı… (Gülüyor)

Kayıt, konser öncesi diğer virtüözlerin yorumlarını asla dinlemem

Kreutzer Sonatı’nı Martha Argerich’le kaydetmeniz gerçek bir meydan okumaydı. Çünkü sizden 11 yıl önce Gidon Kremer, Argerich’le bu eseri kaydetmiş, epeyce yankı uyandırmıştı. Daha öncesinde Perlman’ın Aşkenazi’yle yorumunu görüyoruz. Piyasaya yeniden çıkan tarihi kayıtlarda Stern, Thibaut, Oyştrah gibi ustaların sesi kulaklarımızda. Bu iddialı projeye ne kadar zamanda hazırlandınız?
– Sonatı, Argerich’le defalarca konserlerde seslendirmiştik. Kayıt kararı alındığında ise bir hafta boyunca Argerich’in evine kapandık, sabahtan akşama kadar bu eseri çaldık, üzerine konuştuk. Oda müziği sohbet gibidir. Sürekli iletişim kurar müzikçiler. Her müzikçi değiştiğinde sohbetin rengi farklılaşır. Herkesin sohbet etme biçimi farklıdır çünkü. Bu akşam Leonid’le çaldık Kreutzer Sonatı’nı. Bu icrada, plakta olan bazı ayrıntılar yoktu. Buna karşılık plakta olmayan bazı ayrıntılar vardı içinde. Çünkü iki farklı kişiyle, farklı bir kimya oluşuyor, farklı bir sohbete dönüşüyor. Bu eseri “piyano eşliğinde keman sonatı” olarak değerlendirmemek lazım. Bu bir sohbet. Ben müziğe hep bu yönden yaklaşırım. Her farlı müzikçiyle farklı bir deneyimdir.
Yeni bir eser geldiğinde önünüze nasıl hazırlanırsınız? Örneğin Kreutzer Sonatı’nın diğer yorumlarını dinleyip, analiz etmiş miydiniz stüdyoya girmeden önce?
– Kayıttan ve konserden önce asla başka sanatçıların yorumlarını dinlemem. Müzikçinin kendi yaklaşımı olmalı icrada. Diğerlerinden etkilenmemeli. Konser ya da kayıttan sonra diğer yorumları da dinler, üstüne düşünürüm. Hayatım boyunca Kreutzer Sonatı’nın birçok farklı yorumunu plaklardan dinledim.
Peki, yaklaşık 100 yıllık kayıt tarihi içinde sizin en sevdiğiniz Kreutzer Sonatı yorumu hangisi?
– Müzik o kadar güçlü, kayıtlardaki sanatçılar o kadar ilginç ki, hepsini zevkle dinliyorum. Hepsi gayet etkileyici. Kimi dramatik açıdan büyüleyici, kimi diğer yönleriyle. Bu icralar kadar hayatta birçok şey kişiyi etkiliyor. (Yüzünü Dolmabahçe Stadı’na dönüp, tezahürat çığlıklarını işaret ederek) Dilerim bu akşam maçı Türk takımı kazanır. Biz de güzel bir kutlama şölenine tanık oluruz. Çünkü geçen kez İstanbul’a geldiğimde Dünya Kupası maçını kazanmıştı Türk takımı. Harika bir havaifişek gösterisi izlemiştim. Ve bunda çok etkilenmiştim.
Konumuza dönersek, anladığım kadarıyla Kreutzer Sonatı icralarından herhangi birini öne çıkarmak istemiyorsunuz…
– (Gülüyor) Ben Beethoven’i çok seviyorum…

Vengerov’la ortak merakımız futbol

Birkaç yıl önce New York Times, Vengerov’la sizi karşılaştıran kapsamlı bir yazı yayımladı. Fiziksel görünümünüzden, kariyerinizin izlediği grafiğe, icralarınıza kadar her şey karşılaştırılıyordu. Herhalde Zakhar Bron’un öğrencilik günlerinden bu yana hep Maxim Vengerov’la karşılaştırıldınız. Bu yetmedi, rakip oldunuz. Hatta şimdi bile o EMI’nin, siz DG’nin iddialı solistisiniz. Bu rekabet iletişiminizi nasıl etkiledi, dost olmayı, dost kalmayı başarabildiniz mi?
– Biz hep dosttuk. Hâlâ dostuz. Müzik yarış değil, futboldaki gibi kimin hızlı koştuğuna bakılmıyor. Gol atmak zorunda değiliz. Evet, kişilik olarak farklıyız. Maxim, dışa dönük bir kişilik. Ben ise içedönüğüm. Bunu bazı yorumlarımızda da açıkça görebilirsiniz. Sürekli birbirimizle karşılaştırılmamızın sebebi aynı şehirde yetişmemiz, aynı öğretmenden ders almamız. Bizim kuşağımızda, dünyanın farklı ülkelerinden çıkmış birçok yetenekli kemancı var. Bunlarla karşılaştırılmıyoruz. Çünkü geçmişlerimiz farklı. Oysa Maxim’le aynı kökenden geliyoruz. Dolayısıyla karşılaştırılmamız çok doğal. Bizler müzik açısından bir şans da olabiliriz. Aynı kökenden gelen, bir yerine iki kemancı, dilerim müzik evrenimizi birazcık da olsa zenginleştiriyordur.
Vengerov’la seyrek de olsa bir araya gelebiliyor musunuz, müzik dışında ortak hobileriniz neler?
– Her ikimiz de hayatı, yaşamayı seviyoruz. Futbol meraklısıyız…
DG’dan 2009’da yayımlanması beklenen yeni albümünüzde Brahms’ın keman konçertosuyla birlikte, keman ve çello konçertosunu seslendiriyorsunuz. Öncelikle şunu sormak istiyorum: Rus ve Fransız bestecilerinin yorumlarıyla tanınıyorsunuz, Brahms’a geçmek sizin açınızdan zorlu bir serüven miydi?
– Geçmişte yayımlanan albümlerin repertuvarı nedeniyle bu izlenim oluştu. Bu, diğer bestecilere ilgi duymadığım anlamına gelmez. Brahms sevdiğim bestecilerden biri. Hatta hayatımın şu döneminde, en sevdiğim besteci. Zorlu bir serüven olup olmadığına gelince… Kemanda üç nota çalmak bile başlı başına bir zorluktur, hayata meydan okumadır… Kayıttaki en zor konu ise, dinleyicinin bulunmadığı bir ortamda çalmaktı. Neyse ki iki eseri de orkestra eşliğinde çaldım. Etrafımda etkileşim içinde olacağım insanlar vardı. Yine de en büyük sorun, izleyicisiz ortamda çalmaktı.
(Serhan Yedig / 11 Ekim 2008)

Linkler

Vadim Repin’in biyografisi

Vadim Repin’in kişisel web sayfası

Vadim Repin’in Facebook hesabı

Share.

Leave A Reply

seventeen + 7 =

error: Content is protected !!