Bülent Ortaçgil iki yıldır yeni şarkı yazamıyordu. 2001 yazında Bozburun’da esin perisiyle karşılaştı. Kadınlara söylenen gece yalanları, yitirdiği dostları üzerine şarkılar yazdı. Bu arada ağaçlar, deniz, yelkencilik ve rüzgarla ilgili herşeyi öğrenmeye çalıştı. Ortaçgil’i o yıl sonbaharın son günlerinde Bozburun’dan aradık. Yeni keşifleri üzerine konuştuk. 51 yaşında hayatı seyretmenin, öğrenmenin şarkı söylemekten daha ilginç olabileceğini keşfettiğini söyledi. “Belki günün birinde müziği bırakır, kendimi sadece hayatı seyretmeye adarım” dedi.
Şarkılarınızdan, röportajlarınızdan anladığım kadarıyla Bozburun’un hayatınızda önemli bir yeri var. Yaz boyunca ruhunuzu dinlendirip konser sezonuna yenilenmiş başlıyorsunuz. Bu yıl temmuza kadar sürdü konserleriniz, eylülde yine başladı. Aradaki zaman akünüzü doldurabilmek için yeterli miydi?
– Akademi İstanbul’daki derslerim haziranda bitiyor. O tarihe kadar, kesintilerle gidebiliyorum. Bu yıl konser ve Zuhal Olcay’ın albüm projesi nedeniyle geç başladım. Fakat verimli geçti. Sezona yazın birikimiyle başlıyorum.
Bozburun’da günleriniz nasıl geçer, neler yaparsınız?
– Bozburun artık tatil yeri değil, ikinci evim. İki yıl önce kendimize ait bir yer edindik. Hayatta ilk kez bir evimiz oldu. 60’a yakın ağaç dikmiştik, bu yıl 60 tane daha ekledik. Kıbrıs akasyaları, limon, karabiber, zakkum… Çok kurak olduğu için yetiştirmek zor. Her sabah kalkınca ilk işim, ağaçlara deliler gibi su taşımak. Büyüdüklerini görüyor, mutlu oluyorum. Çevredeki keçilerden koruyabilirsek, bir gün yemyeşil olacak bahçemiz. Bozburun keçileri birer rekortmen. 1.20’lik çitten atlıyorlar. Oysa eskiden keçiler sempatik hayvanlar gibi görünürdü gözüme. Sabah biraz yüzüyorum. Kahvaltıdan sonra, eşim dükkanına gidiyor. Ben gitarı ya da kalemi alıp çalışmaya başlıyorum. Yıllardır çalışma disiplini edinememiştim. Şimdi mutlaka gitarı ya da kalem, kağıdı alıp birkaç saat çalışıyorum. Zamanımın kısaldığını hissetmek disiplin kazandırdı. Kağıt, kalem korkusunu yendim. Bu korku yüzünden başlayamadığım, tamamlayamadığım çok şarkı olmuştu geçmişte. Öğle saatlerinde mutlaka şekerleme yapıyorum. Bozburun’a sınırlı sayıda gelen Cumhuriyet gazetesini kapma yarışından sonra yine yüzüyorum. Eve dönüp manzara seyrediyorum. Büyük mesafeleri görmek, denizi, ufku, bulutları izlemek insanın zihnini açıyor. Gecekondu kılıklı bir teknem var. Denize çıkıp yelken yapıyorum. Bazen eşimin dükkanında durmak bana düşüyor. Çok müşterisi yok. Yatılı okul yıllarımdaki etüd saati gibi değerlendiriyorum bu zamanı. Kitap okuyorum, müzik dinliyorum.
Okuma ya da müzik dinleme programınız var mı; neler okuyor, dinliyorsunuz?
– Okuma programım var. Bir süredir Ermeni sorununu anlamaya çalışıyordum. Yayımlanmış kitapların çoğunu okudum. En son Kamuran Gürün’ün yazdığını okudum. Bir süredir Orhan Pamuk’u merak ediyordum. Çok moda olduğu için elimi sürmüyordum. Bu yaz başlayıp tüm romanlarını okudum. Şiire ilgim devam ediyor. Müzik dinleme konusunda programım yok. Bu yıl setim bozuldu, aylarca müzik dinlemedim. Eşimin işyerine gittiğimde TRT-3 dinliyordum. Suzanne Vega‘nın, Leonard Cohen’in yeni albümlerini merak ediyorum. Henüz edinemedim. Nick Cave dinlemek istiyorum, nereden başlayacağımı bilemiyorum…
Keyifle dinlenen yalanlar
İki yıldır yeni beste yapamıyordunuz, özel bir nedeni var mıydı yeni şarkı yazamamanızın?
– İçimden gelmiyordu. Birkaç olay oluyor, sizi etkiliyor ve şarkı yazmaya küsüyorsunuz. Çok paniğe kapılmadan bekledim. Elimde takılan eskizleri çok zorlamadım. Yaşlandıkça insan değişiyor. Daha umursamaz oluyor. 51 yaşındayım, hayatım eskisi gibi fırtınalı değil. Büyük heyecanların doğurduğu şarkı yazma isteği yerini başka şeylere bırakıyor. Belki de en önemlisi yeni şeyler söyleme arzusu, eskiyi tekrar etmeme çabası şarkı yazmayı çok zorlaştırıyor. Yeni yaklaşımlar geliştirmek lazım. Tekrara düşmek acı verir…
İki yıl aradan sonra ortaya çıkan şarkıların ortak bir teması var mı?
– Gece yalanları üzerine şarkılar yazdım. Kadınlara söylenen yalanlar. Çok güzelsin, derken de yalan söylüyor insanlar mesela. Epeyce havaya girdim ve üç şarkı yazdım. Dinlerken yalan söylediğimi anlayacaksınız, fakat ne güzel yalanlar söylüyor diyeceksiniz. Bunun dışında kaybettiğim arkadaşlarım için şarkılar yazdım. Son zamanlarda ağaçlarla, bitkilerle çok uğraştım. Bitkiler bana doğal zincirin birer halkası olduğumuzu hatırlattı. Ölüyoruz, toprak oluyoruz, bitkinin dallarına dönüşüyoruz. Bununla ilgili bir şarkı yazdım. Toplam 10 civarında eskiz oldu. Eskizleri defalarca kendime çalacağım, her elden geçirişimde bulmacanın boş kareleri gibi eksik yerleri dolacak, otosansürden geçenler grupla çalışılacak. Grup sınavından geçenler gün ışığına çıkacak…
Şarkıların düzenlemelerinde yenilikler yapmayı düşünüyor musunuz?
– Uzun zamandır yaylı çalgılar dörtlüsü ve gitar için düzenleme yapmayı düşünüyorum. Çok klasik müzik dinlediğim için yaylılar benim için vazgeçilmez çalgı. Bugüne kadar hiç kullanamamıştım. Yeni albümde grubun yanısıra İstanbul Kuvartet’le çalışmayı düşünüyorum.
51 yaşında, geçmişteki Bülent Ortaçgil’e ne kadar yakın, ne kadar uzaksınız?
– Sürekli kendimle hesaplaşma gibi bir tavrım yok. Her geçen gün yeni bir şeyler öğreniyorum. Günlük hayata dair şeyler bunlar. Yeniliklere ilgi yaşlandıkça azalıyor. Müzikal açıdan gitar eksenli şarkı yazma tavrımı hiç değiştirmediğimi söyleyebilirim.
Hiç soru sormadan yaşayabilen insanlar” sizi eskisi kadar şaşırtıyor mu, içinizdeki merak virüsünün dişleri eskisi kadar keskin mi?
– Artık sadece ilgilendiğim konuları merak ediyorum. Mesela şimdilerde ağaçları tanımak, isimlerini öğrenmek, yetişme koşullarını bilmek gibi bir merak edindim. Yelken öğrenmeye çalışıyorum. Tıpkı bisiklete binmek gibi bilgi ve refleks gerektiriyor. Benzin bitecek korkusu yaşamadan denizde özgürce gezebilmek sihirli bir duydu. Rüzgarı, meteorolojik koşulları kestirmeyi öğreniyorum. Seyretme ve şaşırma duygumu kaybetmedim. Gün geçtikçe sadece seyretmek daha cazip geliyor. Görüyorsun, yeni şeyler öğreniyorsun. Dünyayı değiştirecek büyük laflar etmek ihtiyacı kayboluyor.
Beş dakika sonra hayat olmayabilir, eskiden bunu hiç düşünmezdim, yeni düşünmeye başladım
Evinizin penceresinden korkmadan, endişe duymadan Bozburun’un fırtınayla kabaran denizini seyredermiş gibi hayata bakmak günün birinde şarkı söyleme arzunuzu tamamen yok edebilir mi?
– Tehlikeler şekil değiştirdi. Bozburun’daki evimiz bir tepenin üstünde. Bulutlar yakınımızdan geçiyor. Geçen gece yağmurda müthiş yıldırımlar düştü çevreye. Her seferinde yatakta saniyeleri sayıp ne kadar uzakta olduğunu hesapladım, korktum çünkü. Yelkenle fırtınaya yakalandığımda, her uçağa binişimde yine korkuyorum. Beş dakika sonra hayatın olamayabileceğini düşünmeye başladım, eskiden hiç düşünmezdim.
Ölüm düşüncesi aklınıza takılır mı?
– Ölümü düşünüyorum, fobi düzeyinde bir korkum yok. İlk kez ölümle ilgili bir şarkı yazdım. Öznesi belli olmasın diye epey uğraştım. Arkadaşlar teker teker ölmeye başlayınca, şanslı mıyım, sıra bana mı geliyor, diye düşünüyor insan. “Zamanım az kaldı, ne yaşasam kârdır” duygusuyla etrafa saldırmıyorum tabii. Sanıyorum sona doğru yaklaştıkça hiçbir şey yapmamayı tercih edeceğim. Artık şarkı yazmayayım, deyip sadece dünyayı seyretmekle, öğrenmekle yetinebilirim. Yarınımda başka bir şey görmüyorum açıkçası. Bu duyguyu hissetmeye başladığıma göre, düşündüğümü gerçekleştirme tarihim çok uzak değil gibi geliyor…
Hayranları Bozburun’da ziyaretine gidiyor
Eminim müridleriniz toplu olarak Bozburun’a doğru yürüyüşe geçer ve sizi vazgeçirir. Şaka bir yana, izinizi sürüp Bozburun’a gelen oluyor mu?
– Tuhaf şeyler oluyor. Cep telefonu numaramı bulup not geçiyorlar. Sokakta tanıyorlar. Postaneye ya da bankaya gittiğimde ismimden fark ediyorlar. Eskiden böyle şeyler olmazdı, şimdi çok utanıyorum böyle olaylar olduğunda. Mahcubiyetim kaybolmadı. Bozburun’da eşimin hediyelik eşya dükkanı olduğunu öğreniyor, gelip buluyorlar. Bu yaz Aydın’da tapu kadarstroda çalışan bir baba, eşi ve kızıyla geldi. Kızları şarkılarımı çok seviyormuş. Bozburun şarkısını dinleyip gelmiş, çevreye sormuşlar. Dükkanda bulamayınca eve geldiler. Çay ikram ettim, sohbet ettik.
Demek ki yakında pansiyonculuğa başlayabilirsiniz…
– (Kahkahalar) Bu gidişle söylediğiniz olacak. (Kahkahalar)
Bu yıl Van’dan Trabzon’a kadar Türkiye’nin dört bir yanında konserler verdiniz. Karşılaştığınız dinleyici sizi şaşırttı mı, ilginç olaylar yaşadınız mı?
– Oralarda çok seyrek konser oluyor. Herhangi birinin konserine gelirmiş gibi geleceklerini düşünüyordum. Şarkıları bizle birlikte söyleyince, hepimizin hayat hikayesini bildiklerini hissedince şaşırdık. Sahne arkasına hediyeler gönderiyorlar. Bir genç kız, Bir Eylül Akşamında’yla bana hayatı tanıttığınız için teşekkür ederim, diye not göndermiş. İnsanların hayatlarında şarkılarla olumlu bir etki yapmak çok güzel. Bunu görüyorsunuz konserlerde. Van konserinde Bozburun’a gelmiş bir gence rastladım! (Kahkahalar) İletişim araçları sayesinde kültürüel taşra kalmadığını görüyorsunuz. İsteyen, istediğini takip edebiliyor.
Zuhal Olcay’ın kasetiyle prodüktörlük macerasına atıldınız, sonuç sizi mutlu etti mi; yoksa pişman mısınız?
– Zuhal Olcay tüm çalışmalarını ilgiyle takip ettiğim, başarılı bulduğum bir sanatçıydtı. Şarkı söylemesini de seviyordum. Bu nedenle prodüktölük teklifini kabul ettim. Yorucu, düşündürücü bir iş.Kendi albümlerim için bu kadar uğraşmamıştım doğrusu. Sonuç sevindirici oldu.
(Serhan Yedig / İş Müzik Dergisi Aralık 2001)
Linkler
Zaman beni aşırı uzlaşmacı yaptı (1999’da yayımlanan söyleşi)