Yıl 1966. Başarılı bir Avrupa turnesinden dönüşte, takdirle karşılanmaya bekleyen Suna Kan, Esenboğa Havalimanı’nda sorguya çekiliyor. Nedeni ihbar. “Altı dolar yevmiyeyle Avrupa’yı dolaşıp ülkemize gurur verecek konserlerden sonra çiçekle karşılanmayı beklerken gümrükte kaçakçı gibi saatlerce beklettiler” diyor. Üç turne anısı anlatıyor.
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) solisti viyolonist Suna Kan‘la karşı karşıyayız. Modern sanatı yakından takip ettiği anlaşılan Kan’ın salonundaki rahat koltuğa gömülüp genç viyolonistle konuşmamıza nasıl başlayalım, diye düşünürken ilk soru dudaklarımın arasından çıkıverdi:
Son Avrupa turnenizin çok başarılı geçtiği söyleniyor. Siz de memnun musunuz?
Suna Kan’ın tebessümü dudaklarında adeta dondu kaldı. Gözlüklerinin altından insana her zaman huzur veren bakışları çakmak çakmak olmuştu:
Keşke bu konuyu hiç açmasaydınız. Biz Avrupa’ya turistik bir seyahate değil, hizmete gittik. Hem de sadece 6’şar dolarlık yevmiye ile. Gittiğimiz her yerde bize hakikaten Türk olup olmadığımızı, annemizi, babamızı soruyorlardı. Başka memleketlerin sanatçıları böylesine başarı sağlayan bir turneden sonra kendi vatanlarına döndükleri zaman çiçeklerle karşılanır. Oysa bizi birer kaçakçı gibi gümrüklerde saatlerce beklettiler. Bu son seyahatimiz Ankara faslına ait acı bir hatıradır.
Suna Kan, bir ihbar sonunda gümrükte karşılaştıkları bu muameleden çok üzülmüştü.
Hakkarili çocuklar özel konser istedi
Konuyu biraz daha deşmek istedim:
Biz Türklerin sanatçılara gereken önemi vermediğinimizi mi söylemek istiyorsunuz, dedim.
Biraz önceki çatık kaşları ayrıldı ve yüzü gene tebessümü ile aydınlandı:
1963 yılıydı. Orkestramız, memleket içinde turneye çıkmıştı. Hakkari’ye vardık. Vakit öğleden sonra 15.30 sularıydı. Hakkarililer çoluk çocuk bizi karşılamaya gelmişti. Arkadaşlarımız hastaneye, ben vali konağına misafir edildik. Meğer Hakkari’de yalnız bu iki binada su varmış da onun için baralara misafir edilmişiz.
O gün istirahat edip ikinci günün akşamı orduevinde konserimizi verecektik. Yolumuzu çocuklar kesti. Yalnız büyüklere konser vereceğimizden şikayetçiydiler. Kendileri için de konser vermemizi ısrarla istediler. Çocukların arzusu öylesine sevindirdi ki, hemen özel bir program tertipledik. Kimi yere bağdaş kurup oturmuş, kimi tek ayak üstünde bizi bekleyenlerin tıklık tıklım doldurduğu salona girdiğimizde zaman ağır bir koku burnumuzu neredeyse tıkayacaktı. Fakat orada verdiğimiz kısa konserden büyük bir zevk duyduk. Müzik aletlerinin ve her birinin çıkardığı seslerin teker teker çocuklara tanıtılmasından sora çaldığımız parçaları toplu halde dinlediler. Ve salonda çık çıkarmadılar.
Esas sürpriz bizi orduevinde bekliyordu. İlin ileri gelen subay ve memurlarının doldurduğu salona girdiğimiz zaman dışarıdan bir gürültü gelmeye başladı. Kapılar zorlanıyordu. Süngülü askerler orduevini muhafaza ediyordu. Biraz sonra kazma, kürek ve sopalarla kapı kırıldı, önce dört, sonra 50-60 kişi salona girdi. Ne oluyor diye şaşkınlık içinde gelenlere bakarken, birisi kasketini çıkardı, bizi selamladı ve yere oturdu, arkasından gelenler de onu taklit etti. Yer bulamayanlar ayakta ve saygılı bir şekilde sıralandı. Konsere giremeyen Hakkarili vatandaşlar takip edecekleri bir spor karşılaşmasıymış gibi zor kullanmışlardı. Bu hayatımda unutamayacağım bir manzara oldu.
Pakistan’da şarkı söylemesini istediler
Suna Kan daha sonra Pakistan’ın Lahor şehrindeki bir olayı da anlattı:
Olamayacağını, keman konserinin ancak piyano eşliğinde verilebileceğini anlatmaya çalıştık. Nihayet salona gittik. Sahneye bir piyano konulmuştu, fakat ortada duruyordu. Yerini değiştirmek istedik, razı olmadılar. Kendi sanatçılarının da konseri varmış. Bu durumdan alaturka konser vermemizi beklediklerini tahmin ettim. Nitekim tahminim doğru çıktı. Elçiliğimizden hiç kimsenin bizimle Lahor’a gelmeyişinin zorluğunu bir kere daha anladık. Programımızı 20 dakikaya indirdik. Daha sonra Pakistan sanatçılarının gösterisini seyrettik. Binbir meşakkatle katlandığımız bir seyahat böylece heba olmuştu.
Zaman zaman Avrupa’da kültür anlaşmaları dışında konser veren Suna Kan, ricamız üzerine, sanat hayatının başlangıcını şöyle anlattı:
Söze baba Nuri Kan da katılmıştı. Kızını böyle başarılı görmenin sevinci içinde, çektiği sıkıntıları şimdi bir tatlı hatıra olarak anıyordu. “Kimlere gitmedim” diyordu. Çocuğunu Avrupa’da tahsil ettirebilmek ve ilerletmek için çalmadık kapı bırakmamış. Harika Çocuklar Kanunu’nun kabulu ile bu fasıldan ilk defa İdil Biret ile birlikte Fransa’ya Suna Kan gitmiş…
Bestecilerimize öncelik verilmeli
İcracıların Türkiye’de ve yabancı memleketlerde özellikle Türk bestecilerinin eserlerine öncelik tanımalarını isteyen Suna Kan memleketimizde bestecilerin teşvik edilmemesinden şikayetçi.
Bir zamanlar bir ilah gibi gördüğü viyolonselist Pierre Fournier ile birlikte Ankara’da vermiş olduğu konseri Suna Kan sanat zevkini en geniş ölçüde duyduğu konser olarak gösteriyor ve:
Öyle sanıyorum ki heyecanımı hiç kaybetmedim. Çünkü hâlâ hocalarımdan bir kimseyi konser salonunda gördüğüm zaman heyecandan bayılacak hale gelirim, diyor.
Suna Kan, Faruk Güvenç’le evli. Günde muntazam dört saat keman çalışan kıymetli sanatçıyı enstrümanlarıyla baş başa bırakıp kapıdan çıkarken gene o sihirli ses gelmeye başlamıştı.
(Şemdi Kuseyri / 1 Aralık 1966 / Hayat / Arşiv çalışması, dizgi: Serhan Yedig)