Suna Kan / Vatanımda faydalı bir uzuv olmak benim için en büyük sevinç vesilesidir

0

Suna Kan, 18 yaşında. Paris Konservatuvarı’ndan mezuniyetinin üstünden iki yıl geçmiş. Yarışmalara hazırlandığı dönemde, İstanbul’da yapılan röportajda ilk konserinden itibaren sahnede hiç heyecanlanmadığını söylüyor. “Bach’ın keman eserleri başta olmak üzere Beethoven’in senfonilerini, Schumann’ın piyona konçertoları karşısında çok zaman kendimden geçmişimdir” diyor.

İşte size bir Adnan Saygun ki, dünya çapında bestelediği “Yunus Emre” oratoryosu!… Paris Konservatuvarı’nda verdiği konser bir hâdise yaratmıştı… Sonra Londra’da da aynı sükseyi toplamamış mıydı?
Daha sonra da İdil Biret adlı, Chopin’in eserlerini dört yaşında tek falsosuz çalan dünyanın hayran kaldığı bir kızımız…
Ve en nihayet Paris Konservatuvarı’nda dünya çocukları arasında birinci olan ve müzik otoritelerinin hayranlıklarını gizleyemedikleri harika kızımız Suna Kan! Dile kolay gelmiyor! 4,5 sene Paris’te lisan bilmeden, 50’ye yakın rakip arasında konservatuvar gibi iltimasa gelmeyen, hatır gönül tanımayan bir müesseden kırık not almadan birinci çıkmak.
Medarı iftiharımız Suna Kan’a fotoğrafçı arkadaşım, İsmet Gümüşdere ile giderken ne saklayayım biraz heyecanlıydım. Dünya çapında bir harika müzisyenle konuşmanın tatlı ve tarif edilmez heyecanını hissediyordum. Ayrıca aynı kana sahip olmamız dolayısıyla beni fazla gururlandırıyordu.

Lamartine’i takdir ediyorum

Moda Kız Enstitüsü’nde misafir olarak kalan Suna Kan, zarif, çok nazik, konuşması tatlı, her bakımdan müzik kültürü yüksek bir hanım kızımız. Mütenasip bir vücut ve boya sahip. Avrupa’da bizleri tamamen temsil etmiş sayılır. Bizlere müziğe karşı istidadını ve sonrasını şu şekilde anlatmaya başladı:
– 5-6 yaşında müziğe karşı kendimde bir yakınlık duymaya başladım. Babam Nuri Kan, konservatuvarda olduğu için beni bir gün Hulusi Karsel’e götürdü. Orada piyano ile sesimi ölçtüler. Dönüşte Ankara’da Ulus Meydanı’nda bir dükkandan ufak bir keman aldım. Gıcır, gucur bunu çalar, bir şeyler çıkartmaya çalışırdım. Bu keman, benim en büyük hatıramdır. Ondan sonra asıl kemanla çalışmaya başlamadan, Ankara’da ilk konserimi verdim.
Hiç heyecanlanmadınız mı?
– Samimi olarak söylüyorum. Bu konserim ve diğer Avrupa konserlerimde hiç bir heyecan göstermedim…
Başka bir müzik aletine karşı sempatiniz var mı?
– Yalnız keman!..
Edebiyata meraklı mısınız?
-Evet, Fransız klâsik eserlerini beğenirim, şiire de çok merakım var! Alphonse de Lamartine’i pek çok takdir ediyorum.
Sinemayı mı, tiyatroyu mu tercih edersiniz?
– Her ikisini de!
Hangi filmi beğeniyorsunuz?
– Paris’te görmüştüm: Şarlo’nun Sahne Işıkları ile Rüzgâr Gibi Geçti.
Artistlerden kimleri beğenirsiniz?
-Pier Anjel, Ava Gardner, Gregory Peck ve Elanora Ruffo…
Yabancı bestekârlardan kimleri takdir ediyorsunuz?
-Bach, Beethoven, Schumann. Yenilerden de Bartok.
Bizden ?
-Adnan Saygun ve Yunus Emre Oratoryosu’nu. Kerem
Oratoryosu’nu dinleyemedim henüz!..

Futbola bayılırım

Yabancı bestekarların melodilerini beğenmiyor musunuz?
-Kim demiş! Bach’ın keman eserleri başta olmak üzere Beethoven’in senfonilerini, Schumann’ın piyona konçertoları karşısında çok zaman kendimden geçmişimdir!
Sevdiğiniz yemekler?
-Annemin pişirmiş olduğu yemeklere bayılırım… Fakat İtalyan usulü makarnayı da kenara bırakmamak gerek!
Sporla ilginiz yok mu?
-Hem de pek çok! Futbola bayılırım. Paris’te B. Milli takımımızın 4-1 yenildiği maçta inanır mısınız ağladım! Voleybol, basketbol, pinpon oynuyorum. Denizi pek çok seviyorum…
Alaturka müzikle aranız nasıl ?
-Ufak yaşta ayrıldığım için hiç meşgul olmadım, fakat halk müziği ile bilhassa Tarihi Türk Musikisi’ni bol, bol dinliyorum.
Henüz evlenmeyi düşünmediğini söyleyen Suna Kan istikbal için mutlak hoca olacağını ve sık, sık etüdler için Avrupa’ya gideceğini söyleyerek, “Ana ve babanım tek evlâdı olmakla vatanımda faydalı bir uzuv olmak benim için en büyük sevinç vesilesidir” diyor.
(Şemsi Said Sılkım / 8 Mayıs 1954 / Radyonun Sesi / Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig)

Mesut Cemil / Cebeci’de, toprak odada büyüyen bu aziz çocuğumuzun ellerini öpülmeye değer bulmaz mısınız?

Suna adında bir güzel, küçük kız tanır mısınız ki ilkokul öğrencisi olduğu yaştan beri ne bir bebeği ne çemberi ne kedisi ne de misafirlik oynayacağı arkadaşı oldu ama bir kemanı vardı.
Babası, doğuştan vergi sanat yeteneğinin talihsizlikler içinde ziyanzebil oluşuna üzüleceğine kendisini kızının aşkında eriterek kimselerin bilmediği bir gizli saadetin hikmetini bulmuştu.
Suna’yı tanıdığım gün önce yarım boy kemanının kutusunu, sonra çocuk gözlerinin lekesiz derinliğini benim alaca bulaca gönlüme açtı. Kainatın büyük yaratıcısının nurunu bu gözlerde gördüm.
Baktıkça, içimdeki bütün kasvetli lekeler, yamrı yumru şekiller, sert çizgiler kayboldu.
Babasıyla beraber, bizim neslimizin kaybettiği duyguyu taşıyan bu çocukta tekrar bulmanın sevinciyle ağlamıştım.
Nuri Kan Ailesi üç kişidir. Ana, baba, kız. Baba resmi devlet orkestrasında (CSO) 30 lira asli maaşla çalışan bir viyolonisttir. Ailenin başka geliri yoktur.
O zamanlar, Cebeci’de bir tek odada oturuyorlardı. Bu odanın zemini topraktı. İçinde yemek pişer, sofra kurulur, oturulur, kalkılır, yatılır, misafir karşılanır ve çalışılırdı.
Nuri Kan, kızına, kendisi ders vermez, sıfırın altında 20 derece soğukta, kar tipide, küçük kemanı göğüslerine bastırır, Çebeci’den yürüyerek hocasına, emniyet edilen başka bir meslektaşına giderlerdi. Bu hocalar önce Walter Gerhardt, sonra sırasıyla İzzet Nezih Albayrak, Gilbert Back’tı.
Sonra akşam karanlığında aynı yollardan, düşmemek için keman, Suna ve babası birbirlerine sarılarak yorgun, fakat yeni bir bilginin taze bir ileri adımın neşesiyle ısınmış, toprak odaya dönerlerdi.
Bir gün geldi ki Suna’nın Mozart’ın Re majör Konçerto’sunu hazırladığını işittik. Ankara Radyosu’nun bir radyo konserine bu zayıf nahif çocuğu solist olarak aldık. Haylice de insan, büyük stüdyoda toplandık.
Suna, daha iyi akort edilsin diye patiklerinin ucunda yükselerek, yarım kemanını Halil Onayman’a uzattı; Ferit Alnar’ın bageti havada sallandı.
O zaman 150 yıl evvel bu dünyadan gelip geçen çocukla bu karşımdaki çocuk bir an içinde, bir telde, bir saatte beraberdiler. İlahı ışığın zamanı, mekanı, şekil ve kalıpları bir anda kendi titreşimlerinde nasıl birleştirdiğini gördük, anladık.
Bundan sonra Suna Kan İstanbul Filarmoni Derneği’nin yardımından, TBMM’nin isabetli bir kanunundan, Vedat Nedim Tör gibi yurt ve sanat aşığı dostların ve ismini vermek istemeyen bir gerçek hayırsever hanımefendinin alakalarından faydalanmış ve Paris’in müzik dünyasına girebilmiştir.
Şimdi hesapça 15 yaşlarında olmalı. Orada, Paris’te pek nadir görülen bir şey oldu. Suna Kan, dünyanın 400 senelik en eski, şöhretli ve çetin konservatuvarının birbirinden üstün üç mükafatını üç sene üst üste kazandı.
Duymadınızsa, haberiniz olsun kardeşler, dostlar ki Cebeci’de, toprak odada büyüyen ne bebeği ne de misafirlik oynayacak arkadaşı bulabilen kız çocuğu, Türkiye’nin kızıdır.
Onu bir Erika Morini, bir Ginette Neveu, bir Gioconda da Vita gibi, belki de daha çok hayranlıkla bütün medeni dünya alkışlamaya hazırlanmaktadır.
Bu aziz ve mübarek çocuğumuzu vatana gelirken elleri öpülmeye değer bulmaz mısınız?
(Mesut Cemil / 8 Mayıs 1954 / Radyonun Sesi dergisi)

Linkler

Suna Kan: Kültür Bakanlığı’nın otopark zinciri hayatından iki yıl çaldı

Suna Kan: Bulunduğum coğrafyanın algı düzeyini, beğenilerini gözetmek zorundayım (Ece Ayhan ile söyleşi)

Share.

Leave A Reply

2 × 5 =

error: Content is protected !!