Kamuran Gündemir / Yıldız piyanistlerin kırbaçsız öğretmeni

0

 

Fazıl Say ile

Ruhundaki çocuğu korumayı beceren, yalınkılıç hayatın üstüne yürüyen bir Ayvalık delikanlısı gibi yaşadı hep. Bestecilik ve piyano eğitimi alıp, Paris’te Boulez, Messiaen, Xenakis, Penderecki gibi ustalarla dost olmuşken virtüözite hayallerini bir solukta kenara bıraktı. Yarının piyanistlerini yetiştirmek üzere Türkiye’ye döndü. Eli kırbaçlı eğitmenlerin kol gezdiği konservatuvar aleminde farklı bir yol seçti. “Öğrenciyi doğru bilgi kadar, sevgiyle de kuşatmak gerekir” diyordu Kamuran Gündemir. Bir de iddiası vardı: “Bu memleket cevher kaynıyor, işlemesini bilmiyoruz.” 1982’de Ankara Konservatuvarı Piyano Bölümü başkanlığına getirildiğinde iddiasını kanıtladı; birbiri ardına yıldız piyanistler yetiştirdi: Fazıl Say, şimdi Belçika Kraliyet Akademisi öğretim üyesi olan Muhittin Dürrüoğlu Demiriz, Almanya’da yaşayan Emre Elivar ve daha niceleri. 2006’nın Mart ayında, 73 yaşında şekerine yenildi. Gerçekleşmemiş hayallerle ayrıldı aramızdan ama geride unutulmaz dersler bıraktı.
2003 Sonbaharı’nda, Emre Elivar’ın İstanbul’daki konseri nedeniyle Kamuran Gündemir’i telefonla aramış ve öğrencisi üzerine konuşmuştuk. Altı yaşında eline gelen Elivar’ın serüvenini anlatırken, kişiliği ve hayatla ilişkisinin gelişimi konusunda o kadar ayrıntılı bilgi vermişti ki şaşırdık. “Emre çocuğum gibidir. Bizim çocuğumuz olmadı. Eşimle kendimizi yetenekli çocuklara adadık. Onların ikinci annesi, babası olduk” diye açıkladı Gündemir. Sonra sıradan bir olayı anlatırmışcasına devam etti: “Her akşam uyumadan önce, öğrencilerimi düşünürüm. Ertesi günün eğitim programını yaparım. Hayatım Fazıl Say , Muhiddin Dürrüoğlu, Emre gibi yetenekli çocukları yetiştirmenin sancılarıyla geçti, onlardan önemli bir şey olmadı hiç. Artık emekliyim, bir süre sonra yaz ve kış Ayvalık’ta yaşamaya başlayacağım. Orada da okulları gezip, yetenekli çocukları toplayacağım. Piyanist yetiştireceğim. Bu memleket cevher kaynıyor, ne yazık ki işlemeyi beceremiyoruz.”

Halkevi geleneğini yaşattı

Öğrencilerin çoğu kez eğitim adına aşağılandığı, onurunun kırıldığı, çözüm yolu göstermeyen acımasız eleştirilerle pusulasız bırakıldığı konservatuvar dünyasında bir adaydı Kamuran Gündemir. Ayvalık’ta Halkevi tarafından keşfedilmiş, konservatuvarda okuması için cebine para konup Ankara’ya uğurlanmış, ardından Fransa’ya gönderilmiş ve yetişmesi için harcanan tüm bu emeklerin karşılığını vermesi gerektiğini asla unutmamıştı. Halkevi ruhuna bağlılığıydı onu diğer akademisyenlerden ayıran, öğrencilere şefkatle yaklaşmasını, tutkuyla müzik birikimini aktarmasını, hayata bakış kazandırmaya çalışmasını sağlayan. “Kamuran Gündemir: Piyanist, Hoca ve Cumhuriyet Aydını” başlıklı biyografiyi yazan Erhan Karaesmen’e şöyle anlatmıştı adanmışlığını:
“Bütün benliğini öğrencilere vakfedeceksin. Üç öğrencin var, diyelim. Aklının ve gönlünün sadece yüzde 10’u günlük işlere yönelik olacak. Geri kalanı üçe böl. Her öğrenci için yüzde 30 yaşayacaksın. Sen yoksun artık.”
Her fırsatta hocasından “Beni yaratan insan” diye bahseden Fazıl Say, 1970’lerde Ankara Konservatuvarı’ndaki günleri net olarak hatırlıyor:
“Sabah beşte evden çıkar, yürüyerek konservatuvara gelirdi. Biz saat 7’de vardığımızda çoktan iki paket sigarayı bitirmiş, dumanlar içindeki bir odada güne hazırlanırken bulurduk onu. Gün ağarmaya başlarken piyanonun başına bizimle oturur, akşam kalkardı. 30 saniyelik bir pasaj için 2,5 saat uğraşır, istediği gibi çalınca dersi bitirirdi. İşte bizi böyle sabırla yetiştirdi. Çok şefkatli, ama müthiş titizdi.”

Ayvalık’ın genç akordeoncusu

1933’te Ayvalık’ta doğdu Kamuran Gündemir. Babası Bahri Bey, sanata düşkün bir kunduracıydı. Sabahattin Ali’nin sınıf arkadaşı, belediye bandosunun tubacısıydı aynı zamanda. Her türlü nefesli çalgıyı maharetle çalar, akşam saatlerinde dükkandan çıkıp amatör müzikçi arkadaşlarıyla buluşur, emprovize müzik yapardı. Kızı Vildan, oğlu Kamuran müzik tutkusunu, küçük kızı Değer tiyatro aşkını babalarından aldı.
Kamuran Gündemir nota okumayı üç yaşında, belediye bandosundaki obuacı Rodoslu Halim Bey’den renkler yardımıyla öğrendi. Birkaç yıl sonra akordeon çalmaya başladı. Okuldan çıkar, Halkevi’ne koşardı. Çocuk bandosuna girdi. Radyoda Cemal Reşit Rey’in programını dinler, çalınan eserleri notaya geçirirdi. Babasının kunduracı ustası Mikrop Ali, o yıllarda el altından yayılan Nazım Hikmet’in şiirleriyle tanıştırmıştı onu. Şiir merakı hayat boyu sürecekti. Bir gün Ayvalık Halkevi’ni ziyarete Adnan Saygun geldi. Karşısına çıkarılan çocuğun yeteneğine hayran kaldı. “Seni hemen Ankara Konservatuvarı’na aldıralım, işlemlerle biz ilgileniriz” dedi.
Halkevi’nin verdiği parayla Ankara’nın yolunu tuttuğunda yıl 1949’du. Sabahattin Ali’nin kızı, bugünün önemli müzikologlarından Filiz Ali’yle sınıf arkadaşı oldu. Yatılı okuyorlardı. Elektriklerin ansızın kesildiği bir akşam tanıştılar: “Ürkmüş, ağlamaklıydık. Birden bire üst kattan, hayatımda o güne kadar duyduğum en etkileyici piyano şakırtısı gelmeye başladı. Lizst’in 2. Macar Rapsodisi’ni çalıyordu. Büyülenmiştik, herkes birbirine soruyordu: Kim bu? Birileri, bıyıkları terlemiş kabaca çocuk var ya işte o, dedi. Taşralı ağabey tüm sınıf arkadaşlarımıza kompleks vermişti. Sonraları hocalar onun konservatuvara son 10 yılda gelen en yetenekli öğrenci olduğunu söylemeye başladı. Herkes biraz kıskanıyordu, ama dönem arkadaşımız olmasından da gurur duyuyorduk.”

Cordot konserinde başlayan aşk

Necil Kazım Akses, İlhan Usmanbaş’tan kompozisyon, Ferhunde Erkin ile Mithat Fenmen’den piyano dersleri aldı. 1956’da bitirdiği konservatuvarın kazandırdığı en önemli varlıklardan biri de o yıl sonra evleneceği, piyanist Selçuk Hanım oldu. Alfred Cordot’un tarihi Ankara konseri sonrasında başlayan aşkları, ikili konserlerle sürüp, hayat arkadaşlığına dönüştü. Bülent Ecevit, İlhan Usmanbaş, Bülent Arel gibi bir grup aydının 1950’lerde Ankara’da kurduğu Helikon Derneği, Kamuran Gündemir’in müziğe ve modern sanata bakışını önemli ölçüde etkileyecekti.
Ankara Konservatuvarı’nda asistanlık yapan Gündemir çifti 1958’de bursla Paris Konservatuvarı’na gönderildi. Yıllar önce Ankara’ya ders vermeye geldiğinde Selçuk Gündemir’i keşfeden, Paris’e getirmek isteyen Lazare-Levy’yle karşılaştılar. Dahi gözüyle baktıkları Levy’nin öğrencisi oldular. O yılların birçok önemli piyanisti seminer vermek için konservatuvara geliyordu. Kimlerle tanışmadılar ki? Pierre Boulez, Olivier Messiaen, Xenakis, Stockhausen, Penderecki gibi efsane isimlerle kesişti yolları. Dostluklar kurdular. Bir yandan da dört el piyanoda uzmanlaşmaya, yorum ve analiz yeteneklerini geliştirmeye çalıştılar. 1963’te kritik bir karar verip, Avrupa’da yorumculuk savaşı vermek yerine eğitimi seçip, Türkiye’ye döndüler.
Ankara Devlet Konservatuvarı’nda önce Mithat Fenmen’in yardımcısı oldu Kamuran Gündemir. Bir yandan da eşiyle ikili konserler verdi, ortaya çıkarmadığı besteler yaptı. Fenmen’den görevi devraldıktan bir süre sonra konserleri bırakıp, tamamen eğitime vakfetti hayatını.
Üç ilginç özelliği vardı Gündemir’in: Anatomiye önem verirdi. Öğrencilerine ilk iş, kollarını ve ellerini en iyi şekilde kullanmayı öğretirdi. Enerji omuzlardan parmaklara su gibi şırıldayarak akmalıydı. Pedalin kullanımı üzerine çok düşünen, araştırma yapan nadir akademisyenlerdendi. Bu konuda bir de kitap yazmıştı. Müziğin, felsefe, edebiyat ve tarihten soyutlanarak kavranılamayacağını savuyordu. Sonsuz merakını öğrencilerine aşıladı, çok boyutlu kültürel zenginleşmenin yollarını gösterdi. Bu birikimin ışığında kendi seslerini bulmaya teşvik etti. Fazıl Say “Uçak Notları”nda şunları yazıyor: “1990’larda Almanya’da yayımlanan bir Beethoven kitabı göklere çıkarıldı. Bestecinin dönem ressamlarından ne ölçüde etkilendiğini anlatıyordu. Yazar yere göğe konulamadı. Oysa bunları yıllar önce Kamuran Bey’le Beethoven’in Op. 109 Sonat’ını çalışırken öğrenmiştim. Eserdeki bitki örtüsü ve gökyüzü renklerini hissedip bunları nasıl sese dönüştürmek gerektiğini gösterirdi. Bu sırada odaya biri gelse hocamı deli zannederdi. Evet, deliydi! Müzik delisi!”
Gündemir bu delice tutkuyla yetiştirdi Muhittin Dürrüoğlu Demiriz’i, Fazıl Sayı, Emre Elivar’ı, Emre Can’ı ve diğerlerini. Demiriz ve Say 1991’de Avrupa Topluluğu Piyano Yarışması’nda başarılarıyla dikkat çekince Almanya’da yayımlanan bir müzik dergisinde yayımlanan yazıda bunun başarı olmadığına dikkat çekiliyordu: “Aynı ruhtaki iki piyanist büyük yarışmalarda ödüller kazanıyorsa bu işin kökenini araştırmak gerekir. Eserleri kavrayışlarındaki temel aynıdır. Bu olay Türkiye adına birer bireysel başarı olarak değerlendirilemez.”

Üşüyorum Fazıl

Gündemir 30 yıllık çabası sonucunda çok az takdir aldı. 2001’de Sevda Cenap And Vakfı Onur Ödülü’ne layık bulundu. Ödülünü Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in elinden aldı. Vakıf bir vefa örneği olarak, bu yazıya da kaynak olan Erhan Karaesmen’in kaleminden Kamuran Gündemir biyografisini yayımladı.
70 yaşını aştığı halde coşkuyla okumayı, öğrenmeyi, öğretmeyi sürdüren Gündemir bir süredir şeker hastalığıyla mücadele ediyordu. Buna rağmen bir Ayvalık delikanlısı ruhuyla yaşamayı sürdürdü. Ankara’dan kaçıp Ayvalık’a gittiği zamanlarında balığa çıktı, iktidarın kültür politikalarına dertlenip günde üç paket sigara içti, akşamları sofrasını kurup rakı sohbetlerine devam etti. Hayata karşı yalınkılıç savaşı geçen sonbaharda, Ayvalık’ta elleriyle yaptığı taş evinde geçirdiği felçle bölündü. Ankara’da hastaneye kaldırıldı. Doktorları umutlu konuşuyordu: “Ölme ihtimali yüzde 1 bile değil, iyileşecek, tekerlekli sandalyeyle de olsa hayata dönecek.” Gündemir, 10 Aralık’ta arayan öğrencisine telefonda “Üşüyorum Fazıl” diyordu. Ruh üşümesi bedenini 2 Şubat’ta ele geçirdi. 7 Şubat’ta Ankara’da toprağa verildi.
Bir hafta sonra, karlı ve soğuk bir günde çamurlara batarak üç öğrencisi ulaştı mezarının başına. Aralarından biri de konserleri nedeniyle cenazeye ulaşamayan Fazıl Say’dı: “O soğuk, gri günde tam 1 saat 45 dakika orada durduk, hiç konuşmadan onu düşündük. Hocamı ve bu günü hayatım boyunca unutmayacağım.”

ÖĞRENCİLERİNİN GÖZÜYLE GÜNDEMİR

EMRECAN YAVUZ
Bana sevgi, tutku güven dolu bir hayat kurdu

Her öğrenciyle yeniden doğan, var olma sancısını ve sevincini yüreğinin en derinlerinde hisseden eşsiz bir öğretmendi. Konservatuardaki derslerine her zaman aynı coşkuyla, içi kıpır kıpır gelirdi. İçindeki bütün arzu ve heyecanı damıtarak akıtırdı. Her sözünde uzun yılların birikimi olduğunu bilirdim. Sunduğu birikimin ışığında öğrencinin kendisini bulmasını isterdi. Baba gibiydi. Beni bütün olumsuzluklardan uzak tutmak ister, bunun için insanüstü çaba harcardı. İçten desteğini hep arkamda hissettim. Çok zor zamanlarımda sevgi, tutku ve güvenle dolu bir hayat kurdu bana. Onu, sözlerini düşünmediğim bir günüm geçmez. Başım sıkıştığında, çıkış bulmak için onunla geçirdiğim günlere dönerim. Çakmak çakmak bakan gözlerini, heyecanlı konuşmalarını çok özlüyorum.

EMRE ELİVAR
Bu ilişkinin benzeri olduğunu sanmıyorum

Kamuran Bey’e bütün öğrencileri gibi ben de “hocam” değil, “Kamuran Baba” diye hitap ederdim. Bana hocalık ve babalık yapmaya başladığında altı yaş civarındaydım. Kamuran Bey ve eşi Selçuk Hanım müziğe yeni başlayan çocuğa eğitim yapıyormuş hissi vermeden, oyunlar icad ederek öğretirdi. Bu yöntemle çocuğu müziğe kazandırırlardı. Şefkat doluydular. Evlerine gidişim, içeri girip kendimi aile ortamında buluşum bana hep mutluluk verdi. Bana sadece müzik öğretmiyorlardı. Beraber sofraya oturuyorduk. Yemeğimle ilgileniyorlardı. Çocukları gibiydim. Dünyadaki başka piyano öğrencileri ve hocaları arasında bu tür ilişki mevcut olmuş mudur, bilmiyorum, ama sanmıyorum.

MUHİTTİN DÜRRÜOĞLU DEMİRİZ
Beni çok şaşırtmıştı

Gündemirler’in dünyasında evinizde hissedersiniz kendinizi. Ilık, nefis bir duygudur bu. Bu şefkat dolu insan disiplinli hocaya dönüştüğünde de yine onun insan yönünü bulurdunuz. Yüksek kalite beklentisiyle sizi zorlar, ama size hizmet ederdi. Bana pek çok hizmet etmiştir. Öğrencinin nerede sıkışacağını bilir, önceden sezip üzerine giderdi. Belli etmeden sıkıntıdan kendinizin çıkmasını sağlar, özgüven kazandırırdı. Beni en çok şaşırtan ise sadece bana sandığım bu yoğun ilgiyi bütün öğrencilerine verdiğini, herbirinin üstüne benim kadar titrediğini görmem olmuştu. Onun gibilerin çoğalmasını dilerim.
(Serhan Yedig / 2 Nisan 2006 / Hürriyet)

Share.

Leave A Reply

12 − 9 =

error: Content is protected !!