Hakkı Derman / Olimpia’da tek konser vermek üzere Yunanistan’a gittik, bizi üç ay bırakmadılar

0

Geleneksel Türk müziğinde kemanıyla ekol oluşturan Hakkı Derman, ustalarla çalışarak öğrenmiş, radyo konserleriyle ismini duyurmuş, konservatuvarda ders vermişti. 1972’de 65 yaşında hayata veda ettiğinde geriye gelecek kuşaklara örnek oluşturacak pek çok icra bırakmıştı. Vefatından yedi yıl önce saz arkadaşlarından Hilmi Rit’le söyleşisinde hayat öyküsünü, Atatürk’le anılarını anlatıyor.

 

Musikimizin öyle şöhretleri vardır ki, değerleri, kıymetli bir maden veya bir mücevher gibi herkesin malûmudur. Ancak, hem kendi mesleğini, hem de musiki faaliyetini birlikte yürütmek, pek az sanatkâra nasip olan bir meziyettir. İşte, bu nâdir sanatkârlarımızdan biri, 45 senedir musikimize hizmet eden eczacı kimyager, kemani Hakkı Derman’dır.

Çalışının kimseye benzememesi, taksimlerinde elde ettiği eşsiz başarı, onun kemanının en büyük hususiyetidir.

Radyo ve sahnelerimizin bu kıymetli sanatkârı, arkadaşları arasında çok sevilir. Yakınları ona kaptan, diye hitap etmeyi alışkanlık edinmişlerdir.

Kemani İhsan Efendi’nin stajyeriydim

İyi kalpli, hakikî dost, müşfik aile reisi ve sayısız meziyetleri şahsında toplamış keman üstadı Hakkı Derman’ a soruyorum:

Sanat hayatınız?

– 1907 senesinde İstanbul’da, Kabataş semtinde doğmuşum. Babamın ismi Ali, anneminki Mebrure’dir. Musikiye ve bilhassa kemana olan hayranlığım küçük yaşta başlamış olmalı ki, 10 yaşında sünnet olduğumda, babamdan bana sünnet hediyesi olarak keman almasını istedim. 12 yaşımda Beşiktaş Musiki Kulübü’ne katıldım. Kulüp başkanı Hakkı Süha Bey’di. Neyzen İhsan Bey de hocaydı. Uzun seneler beraber olduğum ve arkadaşlık ettiğim merhum Şerif İçli‘yle ilk kez bu kulüpte tanıştım. 4-5 sene kadar bu toplulukta bulundum. O arada, Beşiktaş’taki Gazi Osman Paşa Lisesi’ni bitirdim, bilâhara Eczacı Mektebi’ne girdim. 1926 senesinde oradan da mezun oldum. Sahneye, ilk olarak Kemani İhsan Efendi’nin yanında stajyer olarak çıktım. 1928’de ilk İstanbul Radyosu’nda, yayınlara girmeye başladım. 1920 senesinde Selâhattin Pınar ve Hafız Burhan merhumlarla beraber çalışıyordum. 1936 senesine kadar serbest sahne konserlerine iştirak ettim. 1931’de ilk Türk – Yunan dostluğunun kuruluşu münasebeti ile Madam Venizelos’un himayelerinde Atina’daki Tiyatro Olimpiya’da bir Türk müziği konseri vermek üzere Yunanistan’a gittim. Bu seyahatimde Akile Artun, Hafız Ahmet, Nuri Halil Poyraz, Edip Erten merhumlarla Ahmet Yatman arkadaşlarım vardı. Bir konser için gittiğimiz Yunanistan’da bizi üç ay bırakmadılar ve Selanik, İskeçe, Gümülcine’de çeşitli konserler verdik. Bu seyahatten çok iyi izlenimlerle döndük.

Müzik uğruna tıbbi kimya uzmanlığını bıraktım

1936’da, Ankara Radyosu’nun ilk açılışına davet edildim. Bu tarihten itibaren Ankara Radyosu’nun yayınlarına devam ederken, Tıbbi Kimya ihtisası yapmak üzere 1937’de Refik Saydam Enstitüsü’ne kimya asistanı olarak girdim 1940 senesinde ihtisasımı tamamlayıp Belediye Kimyagerliğine tâyin edildim. Ankara Radyosu’nun kadrolu hale gelmesinden sonra her iki tarafa devam imkânı kalmayınca, musiki hayatını tercih ederek kendimi tamamen musikiye verdim. 1945 senesinde İstanbul’a geldim ve sahne konserlerine burada devam ettim. Bugünkü İstanbul Radyosu’nun ilk açıldığı günden beri yayınlara girmeye başladım, halen de devam etmekteyim. 1945 senesinde İstanbul Belediyesi Konservatuvarı Türk Musikisi İcra Heyeti’ne katıldım, şimdi de aynı heyette vazife görmekteyim.

Atatürk müzik tanımımı beğendi, Akşam gazetesinin gece

baskısını durdurup ertesi gün yayımlanmasını sağladı

Yorgo Bacanos ile radyoda

Sanat hayatınızdan hâtıralar…

– Gerek sahnede, gerek radyoda geçen sanat hayatıma ait pek çok hâtıra olmakla beraber, bence önemlileri Büyük Ata ile ilgili olanları. Ata’ya 1932 yılında İstanbul’da takdim edildim. Kendisine fasıl hizmetim 1936 senesinde Ankara’daki radyo faaliyetim sırasında olmuştur. Günaşırı demeyeyim ama, 2-3 günde bir beni huzurlarına çağırırlar, sevgi ve iltifatlarını eksik etmezlerdi. Bir gün, Hariciye Köşkü’nde verilen bir davette, musiki icrasına başlamak üzereyken ani olarak bana bir soru sordu. Hayatımın en heyecanlı ânını yaşadım diyebilirim. Şöyle ki, 60 kişilik heyete hitaben “Musikiye başlamadan evvel, evvelâ musiki nedir, bizi bu mevzuda aydınlatın, ondan sonra musikiye başlansın” buyurdular. Kendimi toparlayıp, bu ani suale hazırlıksız olarak dilimin yettiği kadar cevap vermeye çalıştım. Huzurlarında bulunduğum sıralarda musikinin tarifini ağızlarından dinlemiştim. Bu sözleri birden hatırlayarak konuşmama başlangıç yaptım. Çok hoşlarına giden bu başlangıcını şu mealde idi: ‘Musiki, tabiatta mevcut düzensiz sesleri, gürültüleri, patırdıları insanlığın fikir, duygu ve nihayet ahlâk vasıflarını yükseltici, terbiye edici bir düzen ve uyuma sokan, onu ses ve nağme de ifade vasıtası haline koyan insan zekâsının yarattığı yüksek sanat eseridir, (Atatürk, musikinin bu tarifini, 3.11.1937 günü gece saat 2 de yapmıştı). Bu tariften sonra, konuşmam çok beğenilmiş olacak ki, davetliler arasında bulunan Akşam gazetesi sahibi merhum Necmeddin Sadak Bey’e sözlerimin başmakale olarak yazılması için gece yarısı emir verdiler ve o gece İstanbul’a telefonla yazı yazdırıldı, 14.1.1938 günü de imzamla neşredildi.

Radyo yayınında kediye kemanımla eşlik ettim

Gene sanat hayatımda başımdan geçen hoş bir hâdiseyi nakledeyim. 1929 senesinde İstanbul Radyosu’nun Büyük Postane üstünde bulunduğu sırada, bir gece, yayın arasında taksim yapmam icabetti. Neşriyatlara yeni girmem bakımından heyecanlı olduğum için, taksim yapacağım zaman arkadaşlarıma stüdyoda beni yalnız bırakmalarını rica ettim. O zaman stüdyo olan salonun bir kapısı açıktı ve arada bir perde vardı. Bu kapı merdiven sahanlığına açılırdı. Bir kış gecesi geçen vakanın kahramanı, o zamanki postanenin meşhur kedisi oldu. Şöyle ki, mikrofon salondaki perdenin tam arkasındaydı. Tam taksime başladığım sırada, perdenin arkasına gizlenmiş olan kedi tiz sesle miyavlamaya başladı. Şaşırmıştım. Bu seslerin mikrofondan da duyulacağı korkusu içinde, taksimi yarıda bırakıp kediyi kovalamaya başladım. Yerime oturup kemanı alır almaz kedi gene aynı yerde bitti ve tekrar miyavlamaya başladı. O gece, bu sahne birkaç defa tekrarlandı etti. Taksim bittiğinde, kan ter içindeydim. İki gün sonra, muzip bir arkadaşımdan şöyle bir kart aldım: “Geçen gece, radyoda hoş sesli bir soliste refakat etmeniz bizi son derece memnun etti.”

Bu karttan da anlaşıldığı gibi, taksimim arasında kedinin miyavlamaları radyolardan aynen duyulmuştu…

(Hilmi Rit / 1964 / Ses Dergisi / Arşiv çalışması: Zeynep Erdoğan)

 

Share.

Leave A Reply

fourteen − 9 =

error: Content is protected !!