Osman Nihat Akın / Besteciliğim hazin hadiselerle başlar

0

“Bir İhtimal Daha Var” şarkısının bestecisi, Ahmet Rasim‘in torunu, Muzika-i Humayun’dan Udi Nihat Bey’in oğlu Osman Nihat Akın, İstanbul ziyaretlerinden birinde, İtalyan Kahvesi’nde (Degüstasyon) akşam sofrasında soruları yanıtlıyor. Akın, 1959’da, 54 yaşında akciğer kanserinden vefat ettiğinde geriye çoğunun güftesi de kendisine ait 38 şarkı bırakmıştı.

 

Müziğe nasıl başladınız?

– Bende musiki merakı çok küçük yaştan başlar. Kendimi bildim bileli musiki severim. Hatta, bu merakın veraset yoluyla dedemden geldiğini söyleyebilirim. Ailemizde saz çalanlar var. Mesela annem kanun ve ut çalardı. Küçük yaşımdan beri mütemadiyen onun udunu ve kanununu dinlemek her halde bendeki musiki zevkini geliştirici etki yapmış olmalı.

Batı müziğini sever misiniz, Türk müziğinden sevdiğiniz eserler hangileridir?

– Kendim de, sözüm ona biraz piyano çalarım ama benden başka kimsenin çaldıklarımı dinlemeye tahammül edeceğine pek ihtimal vermiyorum. Musikide alafranga, alaturka ayrımını anlamıyorum. Çünkü pekala Batı müziğinin nefis eserlerinden ben de zevk alabiliyorum. Bu hususta ufak bir tercihim: Ne yalan söyleyeyim, şan müziği denilen o canhıraş feryatlar, fena halde kulaklarımı tırmalıyor.

Bununla beraber tercihen bizim müziğimizde beğendiğim şeyler de var. Mesela en fazla:

Sana ey canımın canı efendim

Kırıldım, küstüm, incindim, gücendim

şarkısını çok severim. Neden diyeceksiniz. Şu ikinci mısradaki kelimelerin güzelliğine, inceliğine bir bakın! Bunlardan hiç biri “darılmak” demek değildir. Ne güzel ve samimi ifade. Zarafet başka şeydir vesselam…

Refik Fersan’ın eserleri haddinden fazla ince

Bizden sevdiğiniz bestekarlar?

– Zamanımızda güzel besteler yapan sanatkarları cümlece malumdur. Bence kalburüstü gelenleri Selahattin Pınar, Sadettin Kaynak, Şerif İçli, Yesari Asım, Şerif Muhittin Targan, Refik Fersan

Refik Bey’i haddinden fazla ince, Selahattin’i gönülden yana dertli, Sadettin Kaynak‘ı son derece verimli, Şerif İçli’yi bir kuyumcu gibi işleyici, Yesari’yi de varyasyon bakımından kendine özgü birer sanatçı, Şerif Muhittin Bey’i de olgun bir üstad görürüm.

İcracılar?

– Erkekler arasında henüz Münir Nurettin Bey’in hizasına dahi gelmiş bir kimse ne gördüm ne de biliyorum. Kadınlar arasında (seslerinin cinsi üzerinde tartışmamak koşuluyla) Safiye, Müzeyyen, Perihan ve Hamiyet ayrı özelliklere sahip, gerçekten olgun ve olgunlukları derecesinde değerli sanatkarlar doğrusu. Mefharet Yıldırım henüz tamamiyle sahneye intibak edememiş olmasına rağmen sanat itibarıyla arkadaşlarından hiç de geri değil.

Halk nihaventi seviyor, en çok bu makamdan besteler duyuluyor

Besteciliğe nasıl başladınız?

– Benim beste yapışım hazin hadiselerle başlar. Müzeyyen Senar’ın şimdi okuduğu “Ne müşkülmüş seni sevmek, sana yar olmak” şarkısını ilk defa bestelemiş ve dedem Ahmet Rasime Hacı Arif Bey‘in bir eseri diye yutturmuştum. Dedemin beğendiğini görünce doğrusunu söyledimdi ama masasından da kovuldumdu. Pek uslanmadığıma bakılırsa, çocukmuşum demek. O gün bu gün, yaptığım besteler 40’ı buldu. Yeni bestelere gelince, bu iş tamamen ilham kuşunun konacağı tarihe ve yere bağlı.

Makam seçimini nasıl yapıyorsunuz?

– Ekseriyetle nihavent makamını neden tercih ediyorsunuz, diye sorarlar. Hatta bunu bir kere de radyoda posta kutusuna sormuşlardı. Cevabını da onlar verdi. Halbuki, bestelerimin çoğu başka makamlardan. Halk nihavendi tercih ettiği içindir ki en çok o makamdan olanlar duyulur. Halkın, hele bizim halkın temyiz hassası hudutsuzdur. Herhangi bir eseri bir defa dinler. Eğer şarkının motifini beğenirse derhal benimser. Beğenmezse hemen o eser tasfiye edilir. Halkın da neler sevdiğini anlamak için halkın ağzına bakmak kafi.

İşimiz, birbirine uymayan tanelerden tespih dizmek

Bestelerinizin teliflerini alabiliyor musunuz?

– Bestelerimizin bize herhangi bir gelir kaynağı olması sadece ham bir hayalden ibaret. Memleketimizde böyle bir şey yok. Herkes her istediğini çalar ve karşılığında sadece eserin yayılmış olmasından başka bir şey ödemez. Hem isterlerse, sazlar, eseri olduğu gibi de çalabilirler. Ufak tefek cilveler, müzisyenin icra sanatını süsleyeceği için besteciler de bu kadarcık tahrifi hoş görür. İyi çalınırsa, bir beste, zurnada dahi olur. Zurnada peşrev olmaz lafının bu noktada hiç değeri yoktur. Bu itibarla, bestelerimden birinin herhangi saz aletiyle olursa olsun, iyi çalınışını dinlemek bana zevk verir. Safi kulak kesilirim. Bundan bir gurur duyacak kadar çocuk değilim. Çünkü şahsen, herkeste bir sanat yeteneği olduğuna inanmışımdır. Bizim yaptığımız birbirine eş olmayan tesbihleri, yani nağmeleri, bir tesbihçi gustosuyla yan yana getirip ona bir şekil vermekten ibaret. Bunda gurur duyulacak bir taraf yok. Şarkı yapmak, zor bir şey değil.

Nitekim aynı zevki başka bestekarların eserelerini dinlerken de duyarım. Halk da bu hissimizi ödüllendirir gibi, son zamanlarda takdir ve tebrik mektupları çoğaldı. Bunların içinde öyleleri var ki, eve götürsem takdir yerine tekdir görürüm diye, kedi yavrularını taşırcasına oradan oraya gezdiriyorum.

Bu arada arşın arşın güfte gönderenler de var. İçlerinde güzelleri olduğu gibi, zabıta vakalarını andıranları da bunuluyor. Mesela:

Cigerim deştin a zalim

Gel merhamet et bana!

Kan dükülür didemden

Verem oldum, gel bana!

Kıtası gibi acayip şeyler…

Bestecinin başına gelmedik iş kalmaz

Zaten bu bestekarlık hayatında insanın başına gelmeyen kalmaz. Ankara’da bulunduğum sıralarda bir gün gençten bir zat takdim ettiler. Çok geçmeden bu delikanlı bana şöyle bir siparişte bulundu:

– Bana öyle bir şarkı yapın ki, baş harflerini topladığımız zaman sevgilimin ismi çıksın!

Ne dersiniz? Tabii, baş üstüne, dedik.

– Makamı da hüzzam olacak, dedi. Ona da peki, dedik.

– Ay başına kadar isterim, deyince ben gayrıihtiyari gülmeye başladım. Fena halde de kızdım. Benim bu gülüşümden kuşkulanan delikanlı:

– Ne o, atlatıyor musun? Anlayalım da ona göre, yollu laflarla hafiften kafa tutmaya başlamaz mı? Ben de sordum:

– Kaç numara ayakkabı giyersiniz?

– 42

– Hangi deriden yapayım?

– Neyi?

– Ayakkabıyı

– Ne ayakkabısı yahu? Ben papuç değil, beste istiyorum, beste…

– Ben de sana deri diyorum, deri…

– Ne derisi?

– Öküz derisi, ne derisi olacak?

Arkadaşlar da kahkahayı basınca delikanlı işin farkına vardı. Az kalsın gırtlak gırtlağa geliyorduk. Hülasa, bestekarlık deyip de geçmemeli… Zor şey vallahi…

(İmzasız / 15 Haziran 1949 / Salon dergisi / Arşiv çalışması: Zeynep Erdoğan / Dizgi, redaksiyon: Serhan Yedig)

Share.

Leave A Reply

9 + 8 =

error: Content is protected !!