Ayhan Aydan / Kendime güvenim gün geçtikçe azalıyor

0

Hayatı TV dizilerine konu olan 1950’lerin popüler opera yıldızı Ayhan Aydan şöhretini sahne kadar hareketli özel hayatına borçluydu. 18 yaşında, ünlü orkestra şefi ve besteci Hasan Ferit Alnar’la evlenmiş ardından dönemin başbakanı Adnan Menderes’le ilişki kurup sahnede hakimiyet oluşturmuştu. Bu nedenle Ankara Devlet Operası’nda tutunamayan Leyla Gencer ve Suna Korad şanslarını Avrupa’da denemek zorunda kalmıştı. Soprano Aydan, zirveye yerleştiği günlerde yapılan röportajda “Kat’iyen yaptığımın mükemmelliğine inanmıyor ve tatmin olmuyorum” diyor.

Sahne heyecan ve aşkını daha ilk mektep çağında duyan Ayhan Aydan, operamızın ve san’at âlemimizin en kıymetli bir incisidir. Sekiz – dokuz yaşlarındayken arkadaşları ile balkona çarşaflar gerip annesinin öteberisini takıp takıştırarak bağırıp çağırır; muhayyel seyircilere şarkılar söylermiş. Hep beraber şiirler okurlarmış.

Ailesinden, istidat ve kabiliyetini tevarüs edebileceği kimsesi olmadığını söyleyen Ayhan sahne yolunu seçerken evdekilerle biraz mücadele etmiş, fakat “Bu mücadele sayılmaz” diyor kendisi. “Bizim aileden artist olmaz, seni reddederiz, diye korkutmaya çalışıyor fakat benim aldırmadığımı görünce yumuşuyorlardı. Hatta ısrarlarım karşısında çekişmekten vazgeçip yardım dahi etmişlerdi.”

Günlük hayatınıza tesir etmiş olan bir rol var mıdır, sualine tasvir ettiği zamanın heyecanını yeniden yaşıyormuş gibi: “Butterfly ve La Bohem” dedi. “Birini günlerce yaşadım, öbürüne çalışırken tesirinden kurtulamaz ve içerde piyano çalan Ferit’ten ( Hasan F. Alnar) saklamaya çalışarak gizli gizli gözyaşları dökerdim.”

Sanat yaşamı resimle başladı

San’atını icra ederken evvelâ kendisini tatmin etmeyi hedef ve gaye telâkki eden artistimiz “Ben kat’iyen yaptığımın mükemmelliğine inanmıyor ve tatmin olmuyorum. Bazen hayalimde sahneye çıkar ve oynarım. O zaman duyduğum heyecan ve eriştiğim zevk seviyesi hakikî sahnedeki oyunun ve elde ettiğim hazzın çok üstündedir” diyor. İnsan âlemde hayal ettiği nispette yaşar vecizesine daha küçük yaşta iltifat etmiş olacak ki beğendiği tabloların, karşısına geçer, ressamın bunu çizerken ne hissettiğini düşünmeye başlayarak karşısında dakikalarca dalar kalırmış. İzmir Kız Enstitüsü’ne devam ederken hocasının pek beğendiği, kendisini teşvik etmesine vesile olan bazı resimler yapmış ve denemiş. Fakat artist olmak arzusu, o hepimizin bildiğimiz hudutsuz istidat ve kabiliyeti, hocasının: “Deli misin, oyuncu mu olacaksın” demesine rağmen, hem daha operanın ne olduğunu bilmediği bir yaşta kendisini sahnemize kazandırmıştı.

Sanatkar kendinden memnun olmamalı

San’atınızı icra ederken kendinizi tatmin edilmiş hisseder misiniz?

– Ben hocam Ebert’in tesiri altında çok kalmışım. Kendimden hiçbir zaman memnun olmam ve dediğim gibi tatmin olmuş da değilim. Oyunlardan sonra sabahlara kadar düşünür, şurasını yapamadın Ayhan, böyle olmalıydı, şöyle durmalıydın, diye kendi kendimi tenkit eder dururum. Bu herhalde güzel bir şey değil. Bunu kocam Ferit’te de müşahede ettim. Adama deli bile dediler. Halbuki ben onu çok iyi bilirim. Bu tatmin olmayan hali bana da çok tesir etmiştir. Sinir tarafını belki de ondan aldım. Zaten Ebert de böyle söylerdi: “Bir san’atkâr kendinden memnun olmamalı. Olduğu takdirde her şey bitmiştir.”

Bana kalırsa bu, insanı kötüye doğru götürüyor. Zaten hayatım her gün çalışmaya müsait değil. Bu sebep de tatmin olmamak için bir unsurdur. Kendime güvenim günden güne azalmaktadır. Bana yeni bir rol verildiği zaman onu başarmak korkusunu duymağa başlıyorum. Bunu yapamam, diyorum ve reddetmek istiyorum. O zaman Schröder ısrar ediyor. Yaparsın, diyor. Schröder’i iyi tanırım. Bu kuvvetle tekrar çalışıyorum.

Yaşattığınız veya yaşatmak isteyeceğiniz ideal bir rol var mıdır?

– Benim ideal rolüm Butterfly’dır. Onda dahi tatmin olmuyorum.

Artık bir beklentim yok

San’at hayatından fiilen çekilebilir misiniz? Hangi şartlar altında?

– Çekilebilirim. Hiç şartı şurtu yok. Güldü. Bakın, bilmem başkaları böyle hisseder mi? Ben plâk dinlerden bütün ışıkları söndürüp sadece dinlerim. O sırada kimse beni rahatsız etmez. Evdekiler bilir, telefonda aransam dahi beni yerimden kaldırmamak için evde olmadığımı söylerler. Ben bu zevki sahnede duyduğum kadar evimin bir odasında dahi duyabilmiştim. Orada veya burada benim için fark etmez. Bunun için de kolaylıkla çekilebilirim. İnanır mısınız, beğendiğim bir filmi seyrettikten sonra kendimi ben oynamış kadar yorgun hissederim.

Çıktığınız merdivenin son basamağında kendinizi nasıl tahayyül edersiniz?

– Hiç düşünmedim. Bundan, mânevi basamakları kastediyorsanız herhalde yorgunluk bitti diye bir oh çekerim, öbür merdivene gelince, hiç çıkmadım ki. Çıkacağım da yok galiba bu gidişle. Çok çalışmak lâzım. Ama hiç hevesim yok. Halbuki mektepten çıkarken ne ümitli idim. Çok şeyler bekliyordum. Ebert’e de çok alışmıştım. Artık bir şey beklemiyorum. Kendimi bu atmosferden çekilmiş hissediyorum. Turne toplantılarından kaçmak, etliye sütlüye karışmamak istiyorum.

Başarmak için sahnede kendimi unutmam gerekir

Sahneden halkı görür müsünüz?

– Oynarken halkı hiç görmem. Zaten gördüm mü de muvaffak olamam. Başarabilmek için kendimi unutmam lâzımdır. Satılmış Nişanlı’yı Çek Sefareti’nde temsil etmek icap etmişti, aynı gün öğleden sonra Halkevi’nde oynayacaktık. Akşamki temsilde bezgin olmamam için gündüz kendimi fazla vermememi tembih ettiler. O gün Halkevi’nde ne kepazelikler yaptım bilemezsiniz; tam mânasiyle rezil oldum, diyebilirim. Tekrar ediyorum muvaffak olmam için Ayhan olduğumu unutmam lâzımdır.

Batıl itikatlarınız var mıdır? Piyes ilk gecesine yakın günlerde sinirli olur musunuz?

– Piyes arifesinde sinirli olurum, ama kendi içimde hissederim bunu. Şu yükü sırtımdan bir atayım, diye içimi yerim. Yoksa, hırçınlığım, bağırmam, çağırmam yoktur. Zaten tabiatım buna müsait değil. Her sahneye çıkışımda daima bir “yasin” okur, besmele çekerim, zaten onsuz bir şey yapamam. Çok inanırım ve Kur’ansız gezmem, daima göğsümde taşırım. İnanmak çok güzel bir şey. Allah bu inançtan beni ayırmasın.

Oğlumla sahneye çıktık, babası orkestrayı yönetti

Ayrılmak üzere kıymetli san’atkara okuyucularım namına teşekkür ederken, o tatlı sesiyle uyardı. “Durun, benim de anlatmak istediğim bir şey var.”

– Oğlumla müşterek bir sahne hâtırası. Pek şeker bir çocuğum vardır; beni çok kıskanır. Başkalarına şarkı söyleme artık, bana söyle Ayhan, der. İsmi Aydan’dır. Fakat o bunu kız ismi diye beğenmiyor. Benim adım Hasan’dır, diyor. Aydan daha küçükken biz beraber Butterfly’i oynadık. Piyesteki çocuk hastalanmış, kabakulak olmuştu. Aydan henüz üç yaşındaydı. Eve telefon ettiler. Aman çocuk yok ne yapacağız, dediler. The show must go on… Bilirsiniz. O zaman böyle şeylere riayet edilirdi. Oğlumu alıp götürmekten başka çare kalmamıştı. Ferit orkestrayı idare ediyordu. Bir aralık piyes arasında: Ayhan bak, babamı gördüm, diye bağırmaya başladı. Ben sussun diye göğsüme bastırıyordum, Ferit de başını eğip idare ediyordu. Tabiî heyecandan öldü ama halk da kahkahadan kırıldı geçti. Aydan üç yaşında sahneye çıkmasına rağmen, şimdi mühendis olmayı kuruyor. Buna da hiç şaşmam; babası bedbin, anası bedbin. Bunu gören çocuk sahneden nefret etmez mi?

(Vural R. S. Kakmacı / 30 Temmuz 1953 / Resimli 20. Asır / Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig)

Sahi, şimdi neredeler: Ayhan Aydan

Suyun üzerindeki bir saman çöpü gibi hayatın akıntısına kapıldım gidiyorum

27 Mayıs darbesinin ardından Menderes Hükümeti’nin düşmesiyle Ayhan Aydan opera sahnelerinden 2, 5 yıl uzaklaşmıştı. Yeniden sahneye dönmesi gündeme geldiğinde Akis muhabirine sahnelerdeki öyküsünü anlatmıştı. Ayhan Aydan, 2009’da, 85 yaşında İzmir’de öldü. Aydan Alnar ise annesinin ifade verdiği Yassıada Duruşmaları sonrasında, 1964 yılında, Londra’da, 18 yaşında intihar etti.

Kumral, orta boylu, genç ve güzel kadın, hafifçe gülümsedi:

“Paça ile işkembe dışında bütün yemekleri severim. Çok yerim. Bu yüzden de kolayca şişmanlıyorum. Balık, turşu, yumurtayı da çok severim, ama allerjim var, yiyemiyorum” dedi.

Bir an durdu, sonra yine gülümseyip AKİS muhabirine baktı ve:

“Daha ne söyleyeyim, bilmem ki? Cevaplarımın alışılandan başka, biraz da orijinal tarafı olması lâzım. En iyisi, siz sorun, ben de cevaplandırayım” diye konuştu.

Yukarıdaki konuşma, haftanın ortalarında Ankara’da, Sağlık Sokağı’nın başlarında, 17 numaralı apartmanın ikinci katında geçti. Kumral saçlı genç kadın, opera sanatçısı Ayhan Aydan’dı. Bundan 2,5 yıl kadar önce, Türkiye’de adından en çok bahsedilen sanatçılardan biri olan Aydan, şimdi kendi köşesine çekilmiş durumda, mahdut birkaç arkadaşıyla görüşmekte ve gecelerini ekseriya sinema veya tiyatroda ya da arkadaşlarıyla bezik oynamakla geçirmektedir.

Duvarda, piyanonun üstünde onun fotoğrafı

Ayhan Aydan’ın ince bir zevkle dekore edilmiş apartmanında hemen dikkati çeken şey, salonun dip tarafına yerleştirilmiş olan salon piyanosu… Aydan günün hemen bütün saatlerini bu piyanonun başında geçiriyor. Zira, kaybettiği yılları ancak böylece telâfi edebileceğine inanmakta.

Duvarlarda ve piyanonun üzerinde artık dünyada olmayan bir erkeğin birkaç portresi var. Aydan, bu konuda kimseye birşey söylemek istememekte.

Ayhan Aydan 1924’de İzmir’de doğdu. Nüfus kâğıdına göre Aydınlı sayıldığından, soranlara “Aydınlıyım” demektedir. İlk ve ortaokulu İzmir’de bitirdikten sonra enstitüye girdi. Oradan mezun olduktan sonra da doğruca Ankara’ya gelerek Devlet Konservatuvarı’na girdi. Ayhan Aydan ”Talebelik hayatımı hiç anlamadım” diyor. “Henüz öğrenciyken, 17 yaşımda sahneye çıkmaya başladım. Tabii bu, benim için hiç de iyi olmadı. Zira, sahneye çıkabilmek için sık sık derslerimi ihmal ettim. Üstelik, 17 yaşındaki bir genç kız için Butterfly gibi bir eserin baş rolünde oynamanın ne derece yorucu ve yıpratıcı olduğunu, imkânı yok tahmin edemezsiniz: Bu rol insanı yer, yok eder…”

Hayat felsefesi, gelecek planı yok

Ayhan Aydan henüz 18 yaşındayken, 1944 yılında, müzisyen Ferit Alnar‘la evlendi. 1946 yılında bir oğulları oldu. Sanatkâr “O zaman, sanki içime doğmuş gibi, ‘Ferit’ dedim, ‘belki günün birinde ayrılına. Onun için bebeğin adını benim genç kızlık adım olan Aydan koyalım. Ayrılırsak, çocuk her ikimizin de adını taşımış olur’ dedim” demektedir. O günkü küçük Aydan, şimdi, Ankara Koleji son sınıf öğrencisi, kocaman bir delikanlı…

Ayhan Aydan, 1951 yılında Ferit Alnar‘dan ayrıldı. Şimdi en büyük meşgalesi oğlu Aydan. Oğlu için, “Dünyada en güzel şey, o” demektedir. Ayhan Aydan’ın belirli bir hayat felsefesi, gelecek için bir plânı yok. “Suyun üzerindeki bir saman çöpü gibi hayatın akıntısına kapıldım gidiyorum” diyen soprano Ayhan Aydan evlenmek de istemiyor. Aydan’ın bir başka tesellisi de, sanatı… Gündüz provaları hiç kaçırmamaktadır… Öğleden sonraları da, ekseriya hocasından şan dersleri almakta veya birkaç arkadaşıyla buluşup, günün olaylarından, tiyatro ve opera çevrelerinden bahsetmektedir.

Aydan’ın en büyük özelliği, canının, istediğini yapması… Hayatın veya bir takım cemiyet kurallarının katı çerçevelerine bir türlü tahammül edemiyor. Genç kadının günlük yaşayışında belli bir programı yok. Geceleri ekseriya geç yattığından sabahları da geç kalkmakta ve gününü dilediği gibi geçirmeye çalışmaktadır. Sigara ve içkiye düşkün değil. Bundan 2,5 ay evveline kadar, günde üç paket Salem sigarası içermiş. Şimdi, bırakmış. “Ben de, kesem de rahat etti” diyor. İçki ayırdetmiyor.

Beni en çok üzen olay

Ayhan Aydan’ın yaşayışı sanatla ilgili konularda da tesirini göstermiş. “Bir oyununu beğendiğim aktör veya yazarın kötü bir oyunu veya atfiyle karşılaşınca hayal sukutuna uğruyorum” diyor. Bununla beraber, yerli aktörlerden Yıldırım Önal, yabancılardan ise Marlon Brando, Gary Cooper, aktrislerden Deborah Kerr ve Sophia Loren en çok beğendikleri arasında! Yazarlardan Peter Us- tinof’u, oyunlardan da gene aynı yazarın Foto – Finish’ini beğenmekte. Ayhan Aydan’ın, oynadığı operalar içinde en çok beğendiği, Butterfly’dır. Bu rolü için, “Bence en başarılı olduğum eser” demektedir.

Sahneye ilk defa Butterfly’la çıkmış Aydan’ın son oyunu 27 Mayıs Devrimi’nden birkaç gün önce oynadığı Othello’dur. Aydan 2,5 yıldan beri sahneye çıkmamaktadır. Aynan’ın en sevdiği olay da, gene opera ile ilgilidir. 1947 yılında Mersin’de Butterfly oynanırken, henüz küçük bir bebek olan oğlu Aydan’a süt vermek üzere, oyun bittikten sonra arka kapıdan kaçarken, büyük bir kalabalıkla karşılaşmış. Tezahürat karşısında gözleri yaşarmış ve birkaç kelime ile kalabalığa cevap vermek istemişse de, muvaffak olamamış. Tezahürat, sanatkârın kaldığı otelin önünde saatlerce devam etmiş.

Ayhan Aydan’ı en çok üzen olay, 1956 başlarında geçti. Aydan, Manon Lesco’yu oynarken, hastalığı sebebiyle oyunu yarıda bırakmak zorunda kalmıştı. İşte bunu bir türlü unutamamakta. Ancak bunda sanatçının hiçbir suçu yoktu. Şiddetli bronşit ve gripten titrerken, arkadaşlarının ısrarı ile sahneye çıkmış ve oyunun yarısında sahneyi terketmek zorunda kalmıştı.

Tenkit ve samimiyeti severim

Ayhan Aydan, üzerine aktifi role çok kolay intibak edebildiği ve o rolü başarıyla oynadığı halde, temsil ettiği karakteri hiçbir zaman yaşamamakta. Aydan’a göre, rolünü hususi hayatında da yaşayan sanatçı başarılı olamaz. Üstelik bu, çok yorucu ve yıpratıcıdır. Çünkü sanatçı, oynadığı karakterden kolaylıkla sıyrılamaz ve değişik rollere kolayca intibak edemez. Genç kadın bu konuda diğer sanatçı arkadaşlarıyla uzun tartışmalara dalmakta ve bu tezi ısrarla savunmaktadır.

Kahverengi ve koyu nefti, Ayhan Aydan’ın en çok sevdiği renklerdir. Hem bu renkler kendisine de fevkalâde yakışmaktadır. Aydan’a göre, bir kadın, moda renklerden ziyade kendisine en çok yakışan rengi seçmelidir.

Aydan’ın sevdikleri, tenkit ve samimiyet… Sevmedikleri ise, bir kimseyle konuşurken başka bir şeyle meşgul olmak ve tırnağın cam üzerinde gezinirken çıkardığı iç gıcıklayan ses… Aydan, sulamayı öteki eğlencelerden daha çek sevmektedir. Hatırası olan melodi “Uno”dur. İş görürken, bir şeyle meşgulken ekseriya bu melodiyi mırıldanmaktadır. Ayhan Aydan, yazı yazmayı ve edebiyatı da çok sevmesine rağmen, düşüncelerini istediği gibi kâğıda dökememekten şikâyetçidir.

“Birçok şeyleri uzun uzun düşünürüm, bambaşka şeyler hissederim ama gel gör ki bunları yapmaya bir türlü muvaffak olamıyorum. Onun için şimdi yazmayı bıraktım” demektedir

Aydan güzel sanatlardan en çok resme istidadı olduğunu söylemektedir. Ancak ekoller ve ressamlar arasında bir ayırım yapmakta, “Beni hangi resim etkilerse, hangisini beğenirsem onu severim” demektedir. Ayhan Aydan kendi sanatında da son derece iddiasız ve mütevazı. Meselâ “Herkesin bayıldığı o Wagner’i hâlâ anlayamıyorum” demektedir. Ancak, genç kadının bu sözlerinde büyük bir tevazu sezmek mümkündür. Zira Aydan, Avrupa operalarında ilk defa oynayan Türk asıllıdır. 1949 -50 yıllarında İngiltere’de yapılan Edinburg Festivali’nde “Figaronun Düğünü”, Atina’da ise “Butterfly”ı oynamıştır.

Bu konular açıldığında genç sanatçının gözleri dalmakta ve âdeta yıllarca ötelerden seslenircesine “Bir zamanlar en sevdiğim oyun buydu ama her şey insanların yaşadığı çağlarla birlikte değişiyor. Şimdi ise Palyaço’yu seviyorum” demektedir.

Bir ay kadar sonra Devlet Operası’nda sahneye konacak olan Palyaço oyununda Ayhan Aydan başrolü oynayacaktır.

(İmzasız / 22 Aralık 1962 / Akis dergisi / Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig)

Share.

Leave A Reply

1 × 2 =

error: Content is protected !!