Cumhur Canbazoğlu / Popüler orkestraların geleceği parlak değil, gruplar daha şanslı

0

Cumhuriyet tarihi boyunca kurulan önemli popüler müzik orkestralarının, grupların öykülerini 14 yıllık çalışmayla bir araya getiren Cumhur Canbazoğlu, “Tuğla gibi kitap hayal etmiştim, yayımcı bulamayınca internette erişime açtım” diyor. 2300 biyografiden oluşan Orkestra ve Gruplar Tarihi adlı web sitesi okurların sağlayacağı bilgi ve belgelerle genişleyecek.

 

Cumhur Canbazoğlu

Günlerin İçinden Canım: Ne zaman ve ne vesileyle başladınız, nasıl yayımlanmasını planlamıştınız?

– Böyle bir kitap projesi çeyrek yüzyıldır kafamdaydı; müzikle ilgili kalem oynatanlardan biri olarak, özellikle yerli isimlerle ilgili doğru kaynak sıkıntısını hep çektim ve çekmeye devam ediyorum. Fitili ateşleyen olay, Fikret Kızılok’u yitirmemizdi. Doğum tarihini bir türlü bulamadık. Oysa, çok yakın tarihe mensup bir isimdi. O günden sonra sürekli malzeme toplamaya başladım. 2009’da ilk kitabım Kentin Türküsü: Anadolu Pop/Rock’ta bunların bir bölümünü kağıda döktüm. Son on yıldır da zaman zaman bu araştırmaya kafa yorarak bilgileri bir araya getirdim. Başladığımda listemde 650 tane grup ve orkestra vardı. Kitap bastırmanın zorluklarını düşünerek eleme yaptım; 45’lik, albüm çıkarmışları bir araya getirmeye karar verdim. Tam bitiriyordum ki, internette müzik yayınlama işi ortaya çıktı. Daha önce plakçıyla, menajerle, ağır kontratla uğraşmak zorunda kalan gruplar özgürlüğüne kavuştu ve madde sayısı 2300’e çıktı. Aslında on bir bine yakın grup ve orkestra inceledim. Geriye kalan isimleri de liste halinde araştırmanın sonunda müziksevere sundum. Kitabın içeriği 900 sayfaya ulaşırken kağıda gelen sürekli zamlardan sonra yayınevinin koyacağı olası fiyat astronomik rakamlara yükseldi. Tek kitap olarak planlamıştım hep, hani ‘tuğla gibi kitap’ denilenlerden; ama olmadı. Herkes okuyabilsin diye internette yayınlamayı tercih ettim. İnternetin şöyle avantajı da var; yeni ulaşacağınız bir bilgiyi anında katabiliyorsunuz araştırmaya; yanlış ya da eksik varsa giderebiliyorsunuz.

Yeni gruplar bile adeta saklanıyor

En çok uğraştıran, bilgi toplama süreci en uzun süren grup ya da orkestra hangisiydi, bu maddeyi oluşturma sürecinde neler yaşadınız?

– Bizde bir yerlere not düşme, bilgi, belge saklama gibi alışkanlık olmadığından aşağı yukarı bütün gruplar ve orkestralarla ilgili doğru malzeme sıkıntısı çektim. Haydi diyelim geçmişte böyle bir ezber yoktu ve not tutulmuyordu; ya yenilere ne demeli. Örneğin 2021 çıkışlı bir grup için de aynı sorun söz konusu. Statü sembolü müdür, gizemli olma isteği midir ya da başka bir nedeni var mıdır bilemeyeceğim; yeni gruplarla ilgili de o kadar az bilgi var ki. Hem de böylesine bir iletişim ortamında. Grup demek arkadaş müziği demek. Aynı zevkler, dünya görüşü, müzik çizgisi gibi noktalar insanları grup bünyesinde bir araya getirirken orkestrada sadece virtüozite önemli. Gruplarda değişen üye sayısı ortalama 15-20’de kalırken orkestralarda ise müthiş eleman trafiği söz konusu. Çeşitli nedenlerle isimler sürekli değişiyor ve yeni gelen de önüne koyulan notalardan yararlanarak ya da kulaktan çalıyor. Üç gün sonra başka topluluğa transfer olunca yerine gelen en iyi şekilde sahnede görevini yapmaya çalışıyor. İşte böyle bir ortamda gidiş gelişleri sağlıklı şekilde saptayabilmek beni çok zorladı. Örnek vereyim; 60’ların ortasında Vasfi Uçaroğlu’nun kendi orkestrası varken gidip başka topluluklarda da baget salladığını görüyoruz. Bu hareketliliğin izini sürebilmek hayli zor oluyor kısacası.

Eşlikçi” etiketli müzisyenlere hak ettikleri değeri sunmaya çalıştım

Araştırdığınız öyküler içinde sizi en çok şaşırtan, heyecanlandıran, etkileyen hangisi ya da hangileriydi?

– Erkin Koray’ın bir dönem inatla sürekli gruplar kurması, grup müziğini desteklemesi çok ilginç mesela. Barış Manço’nun ve Kurtalan Ekspresi’n öyküsü de öyle; başlangıçta gruptan çok orkestraya benzeyen, iki davulla sahneye çıkan, bir dolu çekişmelere sahne olan Kurtalan Ekspres, Manço’suz da yola devam edebiliyor günümüzde. Ben aslında sözsüz müziği seviyorum; birkaç ozandan çıkmış sözler dışında etkilendiğim şarkı sayısı az. Bu nedenle hep söyleyenden çok çalanları sevdim ve izledim çok küçük yaştan beri. Bu işe kalkıştıktan sonra çalgıcılarla ilgili her karşıma çıkan yeni bilgi beni çok heyecanlandırdı, meraklandırdı. Hep ‘eşlik eden’ şeklinde etiketlenmiş bu sanatçılara hak ettikleri değeri sunmak oldu derdim.

Site interaktif katılımla genişleyecek

Site yayına geçtikten sonra ne gibi tepkiler aldınız? Bilgi katkısında bulunan, belge gönderen oldu mu?

Kapsamlı bir çalışma görünce şaşırdıklarını söyleyenler, tebrik edenler oldu. Balıkesir, Bursa, Trabzon’dan yerel gruplar ve orkestraların isimlerini aktaranlar, uluslararası alanda aynı tip içeriğe sahip yayınlara bu araştırmayı ileteceklerini söyleyenler çıktı. Birkaç eksik ve yanlış konusunda yardım ettiler ayrıca. Moda deyimle ‘interaktif’ bağlantı sonucu daha da sağlıklı bilgi kapsayan bir araştırma ortaya çıkacak gibi görünüyor.

Geniş zaman diliminde bunca öyküyü araştırdıktan sonra, Türkiye’de orkestra ve grup müziklerinin gelişim sürecinde olumlu ya da olumsuz en çok hangi noktalar dikkatinizi çekti?

– Aslında bizim köklerimizde olmayan bir müzik türünden söz ediyoruz. Halktaki Batılılaşmaya eğilimiyle şekillenen 70-80 yıllık süreç söz konusu. Rock’n’roll, caz, hafif müzik gibi türlerin Batı’dan kısa süre sonra bizde de taraftar bulması şaşırtıcı ama bizim olmadığından o zamanlar başarıdaki tek kıstas en iyi şekilde taklit edebilme yönünde. Dolayısıyla bu serüven, altyapısı olmadan, acele, modalardan etkilenerek devam edince sadece öykünmeyle şekilleniyor piyasa. Bu olumsuz yan.

Olumlu gördüğüm ise, kentsoylu gençlerdeki, o dönem çağdaşlaşma olarak değerlendirilen Batılılaşma ve yenilik eğilimi.

TV’nin yaygınlaşması TRT’nin sansürü, 12 Eylül’ün baskısı arabeskin önünü açtı

Atmışlar’ın sonunda Anadolu pop, ardından da Anadolu rock ortaya çıkınca, görece özgün işler üretilmeye başlıyor. Tabii buna karşı çıkanlar oluyor; örneğin rock müziğin yerel tatlardan etkilenebileceği, ancak bunların bir tür sayılamayacağını söyleyenler oluyor. Orkestralar ise uzun süre müzik gündemini en faza meşgul eden konular biri. Orkestra şefleri, en az solistler kadar sükse yapıyor zamanında. Gazinolarda, İzmir Fuarı’nda orkestraların ağırlığı büyük. Ancak, TV’nin yaygınlaşmasıyla ve insanlar eğlenceyi beyaz ekranda arayınca önce gazinolar azalıyor, piyanist şantörler ortaya çıkıyor ve ardından orkestralar dağılıyor. 12 Eylül rejiminin de baskısıyla meydan tamamen arabeskçilere kalıyor.

Grupların kendini toparlaması bir on yılı alıyor ve rockçıların önderliğinde yeni sayfalar açılıyor. 2000’lerde ise durum hayli farklı; internetin sunduğu nimetler sonucu müzisyenler üretim sürecinde çok özgür artık. Bu da gayet geniş yelpaze sunulması demek müziksevere. Bu çok önemli.

Üç yarışma orkestra ve grup müziğinde sıçrama yarattı

Sizce grup ve orkestralar açısından en önemli sıçrama noktaları hangileriydi, en önemli başarı ve önemli kaçırılan fırsatlar nelerdi?

– Üç yarışma Türkiye orkestralar ve gruplar tarihi için çok önemli ve değerli. Birincisi Boğaziçi Müzik Festivali, ikincisi Altın Mikrofon, üçüncüsü de Milliyet Liseler Arası Müzik Yarışması.

Boğaziçi Müzik Festivali taklitçiliğe dur demek için düzenleniyor. Amacı, Türkiye’ye yerleşmeye başlayan Hafif Batı müziğini aranjman modasından kurtarmak. Yarışmaya katılan orkestralar ve solistler, halk müziğimizden yaptıkları düzenlemelerle müzikseverleri umutlandırıyor. Üç yıl devam edecek bu festivalde en iyi orkestra, en iyi vokal, en iyi enstrümantalistler dallarında ayrı ayrı ödüller verilmesi bir başka heyecan uyandıran gelişme…

Ardından 1965 yılında ülke müziği için önemli bir adım atılıyor. Hürriyet Gazetesi, ‘Batı müziğinin zengin teknik ve şekillerinden faydalanarak yine Batı müziği aletleriyle çalınmak suretiyle Türk musikisine yeni bir yön vermek için’ Altın Mikrofon Müzik Yarışması’nı yapıyor.

Daha önce, orkestralar bünyesinde küçük denemelerle ortaya çıkan folk düzenlemelerinin ilgi çektiğini gören Hürriyet Gazetesi, aranjmana teslim olmaya başlayan piyasaya seçenekler sunmak amacıyla böyle bir girişimde bulununuyor.

1965-1968 arası kesintisiz düzenlenen, 1972 ve 1979’da birer kez daha yapılan Altın Mikrofon, genç yetenekleri tanıtma yolunda önemli rol üstleniyor. O güne kadar İstanbul’un çeşitli semtlerindeki konserler dışında halkla fazla bağlantı kuramayan, yabancı orkestra ve şarkıcıları taklit ederek sivrilmeye çalışan birçok müzisyen, yarışma turnelerinde Anadolu’yla tanışıyor. Altın Mikrofon hem önlerini açıyor, hem de öz müziklerine, binlerce yıllık kültür mirasına sahip çıkma olanağı tanıyor.

Finaller jürisinin tamamen halktan oluşması yarışmaya ayrı bir canlılık katıyor, Anadolu’da geleneksel tarzda dinlenilen türkülerin Batılı normlarda düzenlenmiş halleri çok seviliyor ve plak pazarı hareketleniyor.

Hürriyet yapar da, Milliyet Gazetesi durur mu; 1967’de onlar da Milliyet Liseler Arası Hafif Müzik Yarışması’nı başlatıyor. Amaç, gençlere hafif müziği sevdirmek, beste yazmaya teşvik etmek ve derece alanların plaklarını basarak onları tanıtmak. Birçok yıldız adayı çalgıcı daha lise sıralarında kendini gösteriyor ve piyasa aradığı taze kanı bu organizasyonda buluyor. Bu kültür organizasyonu, liseler arasında büyük çekişmeye sahne oluyor ve dil ile tür sınırlaması koyulmadan icradaki başarının değerlendirildiği yarışma, profesyonel müziğe önemli isimler kazandırıyor…

Tarihi süreçte kaçan büyük fırsatlar yok gibi ama TRT’nin sıkı denetimi toplulukların gelişimine ağır darbe vuruyor. Ülkedeki tek iletişim kaynağı olan TRT’den veto yiyen isimler ürettiklerini son derece kısıtlı olanaklarla halka ulaştırmaya çabalıyor.

Grup kültürü büyük kentlerde doğruştu, şimdi Türkiye’ye yayıldı

Popüler orkestralar ve gruplar kültürümüzde hangi oranda iz bırakabildi, sosyal gelişim ve dönüşüm içinde ne kadar etkili olabildi?

– Bence gruplara ilgi artarak sürüyor. Bilgisayarın yardımıyla homestüdyolarda üretilen bireysel müzikte artış var ama grupların sayısı da hayli fazla. Altmışlarda sadece büyük kentlerimizde görülen her semtte bir grup esprisi şimdi diğer illere de yayılmış durumda. Son elli yıla bakarsak özellikle politik müzik üreten grupların, şarkıları kadar söylemlerinin de halkta karşılık bulduğunu söylemek olası. Yetmişler’in ikinci yarısında örneğin, Cem Karaca’yla kader birliği yapmış gruplardan çıkan işlerin geniş ilgi gördüğünü ekleyebilirim.

İnternet ve yapay zeka çağında Türkiye’deki orkestra-grup geleneğinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Orkestraların geleceğinin pek parlak olduğunu söyleyemeyeceğim. Uzunca süredir düğün salonlarına sıkışmış orkestraların eski parlak günlerine dönmesi zor. Gruplar ise daha şanslı; özellikle magazin yanı fazla olanların, yakışıklı üyeler bulanların bir süre daha gündemi meşgul edebileceğine inanıyorum. İnternet çağında durum öyle hal aldı ki, fiziki olarak birlikte olmadıkları halde farklı mekanlarda çalgılarıyla şarkıları yorumlayarak kayıt yapan ve kendilerine bir grup ismi bularak ünlenen gruplar da göreceğiz. Belki grup fotoğrafını bile bir araya gelmeden montajla halledebilirler

(Serhan Yedig / 23 Kasım 2023)

Linkler

Orkestra ve Gruplar Tarihi

Sinema ve müzik

 

 

 

 

 

 

 

 

 

)))))))))))))))))))))))))

 

14 yılda hazırladı, internette erişime açtı

Cumhuriyet tarihi boyunca popüler müzik alanında kurulan önemli orkestraların, grupların öykülerini bir araya getiren Cumhur Canbazoğlu, “Tuğla gibi kitap hayal etmiştim, yayımcı bulamayınca internette erişime açtım” diyor. 2300 biyografiden oluşan Orkestra ve Gruplar Tarihi adlı web sitesi okurların sağlayacağı bilgi ve belgelerle genişleyecek.

Serhan YEDİG / [email protected]

 

2001 sonbaharında, 54 yaşında, kalp yetmezliğine bağlı sağlık sorunları nedeniyle hayatını kaybeden Fikret Kızılok, rock penceresinden Anadolu’nun halk müziği birikimine bakan, inceleyen, dönüştürüp dinleyicilerine sunan öncü pop besteci – yorumcularındandı. 1960’larda Aşık Veysel’i köyünde ziyaret etmiş, ozanla dost olmuş, kentli yaklaşımıyla eserlerini seslendirmiş, bağlamasını rock sahnesine çıkarmıştı. Başarısı 9 Altın Plak’la taçlanıp kuşağının müzikçilerine yol açmıştı.

Türkiye’nin müzik ortamı 1990’larda sağdan soldan arabeskle, piyanist şantörlerle donatıldığında Kızılok mizah yaklaşımıyla öne çıkan kent ozanı kimliğiyle gündeme gelmiş, bir kez daha kuşağının ufkunu genişletmişti.

Kızılok’un kültür tarihimizde bıraktığı üçüncü kalıcı iz, 12 Eylül 1980 Darbesi’ni izleyen karanlık günlerde İstanbul Suadiye’de diş hekimliği yaptığı muayenehanenin alt katını konser ve kayıt mekanına dönüştürüp Çekirdek Sanatevi resitallerini başlatmasıydı. Mutlu Torun’un uduyla, Ruhi Ayangil’in kanunuyla geleneksel Türk müziği, Erkan Oğur’un bağlaması ve perdesiz gitarıyla halk müziği, Yeni Türkü ile Çağdaş Türkü’nün protest müzik tohumlarını serptiği bu verimli toprakta gelecek adına umut veren fidanlar yetişti. O fidanlar ki 10 yıl içinde serpilip 2000’lerde dallarıyla, yapraklarıyla Türkiye’yi kucaklayacak çınarlara dönüştü. Çekirdek Sanatevi, başta Bülent Ortaçgil olmak üzere pek çok suskun, küskün besteci ve yorumcuyu müziğe kazandırdı.

Tüm bunlar erken ve ansızın biten bir ömrün mücadeleyle elde ettiği kazanımlardı. Bir de sadece ölüm haberiyle yarattığı etki ve bunun taşları yerinden oynatması var ki muhtemelen çok az sanatçıya nasip olmuştur…

///Kızılok’un doğum tarihini bulamayınca

Cumhur Canbazoğlu, 2001 sonbaharında bir günlük gazetenin kültür servisinde çalışıyordu ve müzik ilgi alanları arasındaydı. Kızılok’un vefat haberini yazmak üzere bilgisayarının başına oturduğunda beklemediği bir sorunla karşılaştı:

Doğum tarihini bir türlü bulamadık. Oysa, çok yakın tarihe mensup bir isimdi. Müzik üzerine kalem oynatanlardan biri olarak, özellikle yerli isimler hakkında doğru kaynak sıkıntısını hep çektim ve çekmeye devam ediyorum. Fikret Kızılok’u kaybetmemiz fitili ateşleyen olaydı. O günden sonra sürekli malzeme toplamaya başladım. 2009’da ilk kitabım ‘Kentin Türküsü: Anadolu Pop/Rock’ta bunların bir bölümünü kağıda döktüm…”

Canbazoğlu, ilk kitabında 1963’te Tülay German’ın söylediği “Burçak Tarlası”ndan 2000’lerde Barış Akarsu’ya uzanan süreci ele aldı. 924 müzikçi ve 147 grubun 46 yıllık öyküsünü anlattı.

Ardından çok daha iddialı bir ansiklopedik kaynak oluşturmaya koyuldu.

///Madde sayısı çığ gibi büyüdü

Orkestralar ve Gruplar Tarihi’ni iki yılda tamamlamayı planlamıştı. Çalışma sahası büyüdükçe büyüdü, içinden çıkılamaz hale dönüştü.

Başladığımda listemde 650 grup ve orkestra vardı. Kitap bastırmanın zorluklarını düşünerek eleme yaptım; 45’lik, albüm çıkarmışları bir araya getirmeye karar verdim. Tam bitiriyordum ki, internette müzik yayınlama işi ortaya çıktı. Daha önce plakçıyla, menajerle, ağır kontratla uğraşmak zorunda kalan gruplar özgürlüğüne kavuştu ve madde sayısı 2300’e yükseldi. Aslında 11 bin civarında grup ve orkestra inceledim. Geriye kalan isimleri de liste halinde araştırmanın sonunda müziksevere sundum.”

Grup sayısı kadar orkestralardaki sürekli eleman değişimi, toplulukların kendi tarihlerine önem vermemesi ve bir kenara not alınmaması, bu alandaki yayınların kısıtlılığı da Canbazoğlu’nu çalışma sürecinde iğneyle kuyu kazmaya zorladı. Kimi zaman bir solistin grup kurma, ekip değiştirme trafiğini çözmek haftalarını aldı.

Haydi diyelim geçmişte böyle bir ezber yoktu ve not tutulmuyordu; ya yenilere ne demeli? Örneğin 2021 çıkışlı bir grup için de aynı sorun söz konusu. Statü sembolü müdür, gizemli olma isteği midir ya da başka bir nedeni var mıdır bilemeyeceğim; yeni gruplarla ilgili de o kadar az bilgi var ki. Hem de böylesine bir iletişim ortamında. Grup demek arkadaş müziği demek. Aynı zevkler, dünya görüşü, müzik çizgisi gibi noktalar insanları grup bünyesinde bir araya getirirken orkestrada sadece virtüozite önemli. Gruplarda değişen üye sayısı ortalama 15-20’de kalırken orkestralarda ise müthiş eleman trafiği söz konusu. Çeşitli nedenlerle isimler sürekli değişiyor ve yeni gelen de önüne koyulan notalardan yararlanarak ya da kulaktan çalıyor. Üç gün sonra başka topluluğa transfer olunca yerine gelen en iyi şekilde sahnede görevini yapmaya çalışıyor. İşte böyle bir ortamda gidiş gelişleri sağlıklı şekilde saptayabilmek beni çok zorladı. Örnek vereyim; 60’ların ortasında Vasfi Uçaroğlu’nun kendi orkestrası varken gidip başka topluluklarda da baget salladığını görüyoruz. Bu hareketliliğin izini sürebilmek hayli zor oluyor…”

/// “Eşlikçi”lere özel ilgi

Metni tamamlayıp sıra kitabı yayımlatmaya geldiğinde yazarı yeni sorunlar bekliyordu…

İçerik 900 sayfaya ulaşırken kağıda gelen sürekli zamlardan sonra yayınevinin koyacağı olası fiyat astronomik rakamlara yükseldi. Tek kitap olarak planlamıştım hep, hani ‘tuğla gibi kitap’ denilenlerden; ama olmadı. Herkes okuyabilsin diye internette yayınlamayı tercih ettim. İnternetin şöyle avantajı da var; yeni ulaşacağınız bir bilgiyi anında katabiliyorsunuz araştırmaya; yanlış ya da eksik varsa giderebiliyorsunuz.”

Günlerin İçinden Canım: 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi (1923-2022) başlıklı kitabın tüm içeriği orkestralargruplartarihi.com web sitesinden abonelik zorunluluğu olmadan, ücret ödenmeden okunabiliyor.

Sitenin tarihçe bölümünde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e popüler müzik gruplarının gelişimi ele alınmış. Metne geniş bir kaynakça eklenmiş. Gruplar alfabetik indekste sıralanırken hakkında yeterince bilgi bulunamayanlar “Diğerleri” başlığıyla listeleniyor. Afişlerde isimleri ünlü solistlerin ardından “ve arkadaşları” şeklinde geçen isimsiz kahramanlara ise “Çalgıcı Tayfası” başlığı altında özel bölüm ayrılmış.

Aslında sözsüz müziği seviyorum; birkaç ozandan çıkmış sözler dışında etkilendiğim şarkı sayısı az. Bu nedenle hep söyleyenden çok çalanları sevdim ve izledim çok küçük yaştan beri. Bu işe kalkıştıktan sonra çalgıcılarla ilgili her karşıma çıkan yeni bilgi beni çok heyecanlandırdı, meraklandırdı. Hep ‘eşlik eden’ şeklinde etiketlenmiş bu sanatçılara hak ettikleri değeri sunmak oldu derdim.”

/// Hürriyet Altın Mikrofon’un sihirli etkisi

Yaklaşık 25 yıldır Türkiye’de üretilen popüler Batı müziği tarihini inceleyen Canbazoğlu bu akımın “altyapı olmadan, acele, modaların izinde” gelişmesi nedeniyle piyasanın öykünmeyle şekillendiğini, bununla birlikte kentsoylu gençleri çağdaşlaşmaya, Batılılaşmaya, yeniliğe yönlendirmeyi başardığını söylüyor. 100 yıllık gelişim sürecinde sıçrama kabul edilebilecek, taklitten özgün üretime geçilmesi aşamasında üç yarışmanın önemine dikkat çekiyor:

Boğaziçi Müzik Festivali, Hürriyet Altın Mikrofon, Milliyet Liseler Arası Müzik Yarışması… İlki taklitçiliğe dur demek için düzenleniyor. Amacı, Türkiye’ye yerleşmeye başlayan hafif Batı müziğini aranjman modasından kurtarmak. Yarışmacı orkestra ve solistler, halk müziğimizden yaptıkları düzenlemelerle müzikseverleri umutlandırıyor. Üç yıl devam edecek bu festivalde en iyi orkestra, en iyi vokal, en iyi enstrümantalistler dallarında ayrı ayrı ödüller verilmesi bir başka heyecan uyandıran gelişme…

Ardından 1965’te ülke müziği için önemli bir adım atılıyor. Hürriyet Gazetesi, ‘Batı müziğinin zengin teknik ve şekillerinden faydalanarak yine Batı müziği aletleriyle çalınmak suretiyle Türk musikisine yeni bir yön vermek için’ Altın Mikrofon Müzik Yarışması’nı yapıyor.

Daha önce, orkestralar bünyesinde küçük denemelerle ortaya çıkan folk düzenlemelerinin ilgi çektiğini gören Hürriyet, aranjmana teslim olmaya başlayan piyasaya seçenekler sunmak amacıyla böyle bir girişimde bulunuyor.

1965-1968 arası kesintisiz düzenlenen, 1972 ve 1979’da birer kez daha yapılan Altın Mikrofon, genç yetenekleri tanıtma yolunda önemli rol üstleniyor. O güne kadar İstanbul’un çeşitli semtlerindeki konserler dışında halkla fazla bağlantı kuramayan, yabancı orkestra ve şarkıcıları taklit ederek sivrilmeye çalışan birçok müzisyen, yarışma turnelerinde Anadolu’yla tanışıyor. Altın Mikrofon hem önlerini açıyor hem de öz müziklerine, binlerce yıllık kültür mirasına sahip çıkma olanağı tanıyor.

Finaller jürisinin tamamen halktan oluşması yarışmaya ayrı bir canlılık katıyor, Anadolu’da geleneksel tarzda dinlenilen türkülerin Batılı normlarda düzenlenmiş halleri çok seviliyor ve plak pazarı hareketleniyor.

1967’de Milliyet Liseler Arası Hafif Müzik Yarışması başlıyor. Amaç, gençlere hafif müziği sevdirmek, besteciliğe teşvik, derece alanların plaklarının basılması. Birçok yıldız adayı çalgıcı daha lise sıralarında kendini gösteriyor ve piyasa aradığı taze kanı bu organizasyonda buluyor. Bu kültür organizasyonu, liseler arasında büyük çekişmeye sahne oluyor ve dil ile tür sınırlaması koyulmadan icradaki başarının değerlendirildiği yarışma, profesyonel müziğe önemli isimler kazandırıyor…”

Yayıncılıkta kamu tekelinin sürdüğü tek kanallı radyo-TV çağında TRT’nin sıkı denetiminin, 12 Eylül döneminde siyasi atmosferin grup müziğinin gelişimine büyük darbe vurduğunu söyleyen Cumhur Canbazoğlu, 1990’ların sonunda internetin gelişiyle durumun değiştiğini, 2000’lerde müziğin topluma ulaşmasında teknolojinin önemli olanaklar sağladığını hatırlatıyor. Bilgisayardaki gelişimin pahalı stüdyo ortamını uygun koşullarda eve taşıması ise gelecek açısından umut verici buluyor…

Orkestraların geleceğinin pek parlak olduğunu söyleyemeyeceğim. Uzunca süredir düğün salonlarına sıkıştılar. Eski parlak günlerine dönmesi zor. Gruplar ise daha şanslı; özellikle magazin yanı fazla olanların, yakışıklı üyeler bulanların bir süre daha gündemi meşgul edebileceğine inanıyorum.”

/// İnteraktif katılımla genişliyor

Yeni web sitesi yayına başlamasının üstünden sadece birkaç hafta geçmesine karşın Türkiye’nin dört bir yanından mesaj alıyor.

Balıkesir, Bursa, Trabzon’dan yerel gruplar ve orkestraların isimlerini aktaranlar, uluslararası alanda aynı tip içeriğe sahip yayınlara bu araştırmayı ileteceklerini söyleyenler çıktı. Birkaç eksik ve yanlış konusunda yardım ettiler ayrıca. Moda deyimle ‘interaktif’ bağlantı sonucu daha da sağlıklı bilgi kapsayan bir araştırma ortaya çıkacak gibi görünüyor.”

Share.

Leave A Reply

twenty − nine =

error: Content is protected !!