Igor Markevitch / Müzeci değiliz, görevimiz dinleyiciyi yeni ve az bilinen müziklerle de tanıştırmak

0

Rus asıllı, İtalya ve Fransa vatandaşı orkestra şefi İgor Markevitch’e göre, İtalyan orkestraları canlı fakat disiplinsiz, Fransızlar besteciye inandıklarında çok gayretli. Yeni müziğe programlarında yer veren ABD orkestraları ise benzersiz.

 

Siz ki Almanya, Fransa, İtalya’da nice yabancı orkestra yönettiniz, birkaç keskin çizgiyle bunların artılarını, eksilerini söyler misiniz?
— Şüphesiz farketmişsinizdir: Her orkestra aslında kendi ulusal karakterini yansıtır. Şefin sezgileri yönettiği kimselere göre değişir. Bir orkestra doğal olarak, bir ırkın kendine öz niteliklerini taşır. Elbette, daha iyi iklimlerde gelişmiş orkestralar var. Fakat yine de her orkestra, kendi ulusunu dile getirdiği için “Filânca daha iyidir” veya “Falanca daha kötüdür” gibi yargılara varmak güç. Orkestra şefi her memleket değiştirişinde kendini yeni işbirliği imkânlarına uydurmak zorunda. Bir İtalyan orkestrası, bir İngiliz veya Alman’dan daha canlıdır, ama buna mukabil daha az disiplinlidir. Hollandalılar?.. Onları uzun zamandır yönetmedim. Amerikalılar! Bakın bu tamamen ayrı bir durum. Çünkü Birleşik Amerika’da orkestralar değişik ulusların özelliklerini kendilerinde toplar. Fransızların özelliği disiplinsizliktir. Hiç olmazsa orkestra “Bunu çalmaya değmez” diye düşündüğü sürece. Fakat bir defa da “Bunu çalmaya değer” yargısına vardı mı, o zaman etkili ve ola-ğanüstü bir işbirliği doğar. Gayret göstermek gerektiğine inandığı an, Fransız orkestrası harekete geçer… Marne Savaşı’nın taksileri gibi.. Ama tabiî her orkestra şefi bir Gallieni değildir. (Burada I. Dünya Savaşı’nda Gallieni kumandasında savaşa katılan Parisli taksi şoförlerine gönderme yapılıyor.)

En iyi dinleyiciler

Hangi ülkelerin dinleyicileri sunduğunuz müziği daha derinden ve gerçekten kavrıyor?
— Birbirinden çok değişik nedenlerle Boston, Berlin ve Paris ve Viyanalı dinleyiciler… İtalyan dinleyicisi daha çok insan sesine karşı hassas… Parisli dinleyici çok zeki, son derece seçici ve müziği gerçekten seviyor. Pazar konseri dinleyicileri mi? Evet, evet..  Muhafazakâr olmakla beraber kendisine yeni eserler sunulunca hiç de sıkılmış görünmüyor.
Pazar konserlerinden söz açılmışken diğer ülkelerde de Paris’deki gibi 9. Senfoni, Wagner Uvertürleri veya Bitmemiş Senfoni’nin her zaman aranılan eserler olduğunu söyleyebilir misiniz?
— Birleşik Amerika’daki programların daha üstün olduğunu söylemek zorundayım. Orada bu derece muhafazakâr programlar hemen hemen imkânsızdır. Her konserde hiç olmazsa yeni bir eser bulunur. Buna bilhassa Kousewitzky ve Münch gibi yöneticiler ilgi göstermiştir. Benim de yapmak istediğim bu. Her üç-dört esere karşı bir yeni eser veya eskilerden az tanınmış, az çalınmış biri… Evet ödevimizin sadece hoşa gitmek veya heyecana getirmek değil aynı zamanda unutulanları geri getirmek, hatırlatmak olduğuna inanıyorum. Meselâ geçenlerde bir konserde Gounod’nun bir senfonisini çaldırdım… Genel izlem besteciyi alışılmadık bir yönüyle ortaya çıkaran böylesine büyüleyici bir eserin arşiv tozları içerisinde bırakılmasının bir cinayet olduğu merkezindeydi. Fakat aynı konserde Alban Berg’in Baudelaire’in “Şarap” şiiri üstüne bestelediği eseri de ilk defa çaldırdım. Böylece aynı salonda iki değişik dinleyici topluluğu bulunuyordu. Berg müziğini gençlerin çoğunluğu çılgınca alkışladı. İki topluluk, iki değişik eleştirici… Sanırım ki bir konser salonunu canlı tutmanın en güzel usullerinden biri bu. Bir tek ve aynı şeyi düşünen dinleyici kitlesi yaşamaz. Bunun da sağcısı ve solcusu bulunmalı.
Fransa’da konser programlarındaki heyecan eksikliğinde “kutsal klâsik repertuvarın” dışına çıkamayan konser organizatörlerinin suçu yok mu?
– Konser tertipçilerine bu kadar yüklenmemeli. Dünyanın her yanında durum biraz böyle. Tertipçiler bazı reçetelere inanır. Meselâ Beethoven Festivali gibi. Oysa ki müzik tarım gibidir. Aynı toprakta aynı ürünü uzun seneler yetiştirmek toprağı yorar. Önce ilgi çoktur. Herkes koşuşur. Fakat ansızın dinleyicinin yorulduğu farkedilir. İki sene önce onu getiren aynı sebebler bu defa onu uzaklaştırır. Meselâ çok kullanılan bir reçete, tanınmış bir soliste konçerto çaldırmaktır. Fakat bu tip solistler ve böyle konçertolar çok değil. Sonunda konçertolar konserini tekrarlamak yoluna gidilir. Bu da dinleyiciyi yorar.

Müzikseverlik sınıfsaldır

Deutsche Grammophone için Darius Milhaud’nun “Choephores” isimli eserini kaydettiniz, bu konuda bilgi verir misiniz?
– Söyleyecek çok sözüm olan bir konuyu açtınız. Bazı durumlarda plâk eseri gerçekte dinlenebileceğinden daha iyi sunar. Orkestranın kuvvetinden boğulan koro partileri ustaca yerleştirilmiş mikrofonlar sayesinde bestecinin istediği güçte plâkta işittirilebilir. Bunun için bestecinin niyetlerini ön plânda tutmak ve gerçeğe olduğundan çok bu niyetlere sadâkat göstermek gerekir. Doğrudan doğruya dinlendiğinde orkestranın birçok sazları aynı plânda olduk-ları için birbirini örter, oysa ki mikrofonların ustaca yerleştirilmesi sayesinde “fortissimo” çalan trompetlerin, sadece mikrofona fısıldayan bir şarkıcıya arka plânda eşlik etmelerini sağlıyoruz. Gerçekten bir orkestra şefi, orkestrayla birlikle mikrofonları ve ses teknisyenlerini de yönetir. Hiç olmazsa ben her zaman bunu denemişimdir. Ah, bu işbirliğinin ne kadar zevkli olduğunu bir bilseniz. Bu, ses niteliğinin ortak bir araştırılışıdır. Niçin bu ses doyurucu değil? Bu yeni salona nasıl yerleşmeli? Bütün bunlar son derece ilgi çekicidir. Amerika’da Eroica’nın plâğa alınışında girdiğimiz salonun sesi yansıtması hepimizi yadırgatmıştı. Bereket teknisyenlerimin yardıyla gerekli değişiklikleri yaptık. Zira bir salonu da tanımak ve onunla işbirliği yapmak gerektir. Onun plâğa en uygun yapısını seçip çıkarmalıdır.
Plak ve plak dinleyicisi hakkında fikriniz?
— Plâğın son derece taraftarıyım. Plâk derin bir ihtiyaca cevap vermekte. Konser icrasında rastlanabilen yanlışlardan sıyrılmış hemen hemen kusursuz ve aranılan mükemmellikte çalınmış eserlerin seçilmesine imkân verir. Konser geleneğinden vazgeçmek aklımdan geçmez. Plâklar ve radyo sâyesinde halkın konserlere rağbeti artar. Plakta en hoşuma giden, bazı yorumları açığa çıkarması. Toscanini’nin yönettiği bir 5’inci Senfoni’yi dinledikten sonra, artık eski yorum anlayışına dönülemez. Bizzat müzikçiler her gün ve her yerde dinledikleri plâklar sayesinde muayyen bir mükemmeliyete ulaşıldığından haberdar olurlar.
Müzikseverler hakkında ne düşünüyorsunuz?
— Onlar hamurun mayası gibi. İşin tuhafı, nadiren yanılırlar. Falan veya filân eseri neden sevdiklerini her zaman bilmezler. Fakat sezişleri emindir. Örneğin 1920’de Rus baleleri çağdaş sanatın öteki kutbundaydı. Rusların başarısı düşünülemezdi bile. Fakat müzikseverlerin öncülüğüyle başarıya ulaştı. Avrupa’nın birçok ülkesinde müzikseverler var. Fakat şimdi eskisinden daha az. Zira müzikseverlik bir toplumsal sınıfa özgüdür. Müziksever bir işçi düşünmek güç. Hattâ bir orta halli… Zevk gibi, kültür de toplumun bir katmanının kısmeti. Bu katman gitgide daha inceldiği için söyleyecekleri de gitgide azalmakta. Eskiden bir esere güzel denebilmesi için dar ve sayılı bir çevreye seslenmesi gerekirdi. Daha büyük sayıda kimsenin seçimini kazanınca eser şüpheli sayılırdı. Oysaki bugün hayranlar Françoise Sagan’a 500 binlik tiraj sağlıyor. Buna sanat hayranlığı denebilir mi?
Buna rağmen her konserde yeni sanatçılara yer vermeyi düşünüyorsunuz…
— Evet. Pazar konserlerinde her defasında yeni bir besteci tanıtacağız. Dinleyiciye aradığı romantik veya klâsik eserleri sunmakla beraber, kültürü için kaçınılmaz olan, merakını doyuracak nitelikte eserleri de sunacağız. Bu bir canlılık ve gençlik gösterisi olacak. Bir çeşit öncülük ve çok ilgi çekici bir deneme. Şüphesiz birçok tartışmalara ve atışmalara yol açılacak. Fakat bir canlılık olacak. Aldanıp aldanmamamız önemli değil. Böyle davranmak harhalde bir “Müze Politikası”ndan iyidir.

17 yaşında Diyagilev’den piyano
konçertosu siparişi almıştı

Ataları arasında Sırp kıralı Mark ve Ataman Koçubey de bulunan İgor Markevitch 27 Temmuz 1912 de Kiev’de doğmuş. 1. Dünya Savaşı’nın sonunda ailesi İsviçre’ye göç etmek zorunda kalmış. Burada 12 yaşlarındayken Alfred Cortot’nun ilgisini çekerek Fransa’da müzik öğrenimini tamamlamış. Besteleri arasında piyano konçertosu, bale müzikleri, kantatlar varsa da onu asıl tanıtan orkestra şefliğindeki parlak yorumları. Özellikle plâk kaydındaki çağdaş tekniğin imkânlarından yararlanmakta gösterdiği titizlik onu “eserlere sadakat” yönünden güç erişilir sonuçlara ulaştırmıştır. İcraları birçok ödül kazandı. Müzik dışındaki ilgi alanlarının başında bahçıvanlık geliyordu. Fransızca, İtalyanca, İngilizce ve Almanca’yı ana dili gibi konuşuyordu. Birçok büyük orkestrada sürekli yönetici konumunda görev yaptı. 1983’te uzun bir konser turnesi sonrasında gittiği Karayip Adaları’nda, 71 yaşında, kalp krizi sonucu öldü. Geriye pek çok yorumun yanı sıra, 30’a yakın beste kaldı.
(Henri Gaubert / Tercüme: Oğuz Öngürer / Haziran 1972 / Ankara Filarmoni Dergisi / Müteferrika Sahaf’a teşekkür)

Linkler

Biyografisi

Share.

Leave A Reply

five − 2 =

error: Content is protected !!