Ahmet Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu Paris Radyosu’nda besteci yönetimindeki radyo korosu ve orkestrasınca kaydedilip 29 Mart 1947’de yayımlanmıştı. Üç gün sonra da Pleyel Salonu’nda Lamourex Orkestrası ve Saint Eustache korosunca seslendirilmişti. Bu vesileyle Le Guide du Concert dergisi besteciyle yapılan röportajı kapak konusu olarak yayımlamıştı.
1931’de Paris Sömürgeler Fuarı’ndaki uluslararası beste yarışmasına ilk eseriniz “Divertimento” ile katılmıştınız. Jüri 192 eseri inceleyip sizinkini de seslendirilecekler arasına seçmişti. Bu başarıdan sonra Türkiye’ye döndünüz mü?
– Ankara Devlet Konservatuvarı’na kontrpuan profesörü tayin edilmiştim. Sonra Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası şefliği verildi. Ülkemizi ziyaret eden İran Şahı’nın şerefine düzenlenen tören nedeniyle Feridun, Özsoy adlı ilk operamı besteledim. Bunu, 1935’te sahnelenen Taşbebek adlı başka bir operam izledi. Bir yıl sonra İstanbul Konservatuvarı’na kompozisyon profesörü tayin edildim. Bugün Ankara Devlet Konservatuvarı’nda aynı görevi sürdürüyorum.
Yurdumun folkloruna tutku derecesinde bağlıyım
Bundan başka folklor araştırmaları ve çalışmalarıyla da tanınıyorsunuz.
– Yurdumun folkloruna tutku derecesinde düşkünüm. 1939’dan beri Halkevleri sanat danışmanıyım. Bu göreve atanmadan önce de halk türkülerini derlemek amacıyla bütün Anadolu’yu dolaşmıştım. Bela Bartok’la, Macar folklorunun bu büyük araştırıcısıyla önce mektuplaşmış ve sonra birlikte bir Anadolu inceleme seyahatine çıkmıştık. Bartok, Türkiye’ye yerleşmeyi bile düşünmüştü. Amerika’ya hareketinden evvel müşterek bir eser yazmayı tasarlamıştık. Ne yazık ki o 1945’te Amerika’da vefat etti.
Eserlerinizde halk temaları kullanıyor musunuz? Meselâ Paris Radyosu’nun 29 Mart’ta yayınlayacağı ve gene nisanın birinci günü Lamoureux Orkestrası’nı yöneteceğiniz Yunus Emre oratoryonuzda halk müziği temaları var mı?
– Halk temalarını sistematik olarak kullanmam. Oratoryomda üç – dört tane var; fakat onları kendi üslubumla kaynaştırdım. Yurdumun folklorunu tetkik etmek sayesinde onunla öyle dolmuş bir haldeyim, onu öyle duyuyorum ki onda öz ifademin aynını buluyorum.
Evet, bu eserde ne önceden tasarlanmış bir tarz ne de orijinal görünmek endişesi var.
– Az çok şahsi bir yazı tar zı kurmak suretiyle yenilik yapmak; benim nazarımda ciddi bir hedefe, ciddi bir gayeye ulaşmak sayılmaz. Milli ifadenin melodik ve ritmik özelliklerini bulup çıkarmak için onu incelemek daha faydalı olur kanaatindeyim. Folklor tahlilini hedef tutan bütün çalışmalar, sonunda halk ruhunu bulmaya varır. “Bir halk ezgisini armonize etmek için bin tarz vardır; fakat onun ancak birisi o melodiye uygun düşer: O da milli ruha, milli dehaya uygun olanı” diyen Beethoven daha o günden bu sırra ermiş olsa gerek…
Çağdaş Fransız besteciler Türkiye’de az tanınıyor
Madem ki milli dehâdan bahsediyorsunuz; ifade bakımından o kadar zengin ve o kadar çeşitli olan Anadolu müzik diliyle Batı müziğinin majör ve minöre denk düşen belirli makamları arasındaki bu büyük fark Türklerin Fransız müziğinden zevk almasını engeller mi?
Bu soruya Ahmet Adnan önce bir tebessümle cevap verdi. Sonra:
– Fransız kültürü Türkiye’de oldukça yayılmıştır; dedi. Yurdumuzda Fransızca oldukça yaygın şekilde öğreniliyor; konuşuluyor. Fransız edebiyat ve felsefesi ülkemizde beğeniliyor.
Evet, ya müziğimiz? Sorum belki yersiz ve münasebetsiz ama size söz veriyorum; bu konuda kimseye bir şey söylemeyeceğim, düşüncenizi açıkça anlatın…
– O halde peki… Biz Fransız müziğini tanımayı çok arzu ederiz fakat Fransızlar buna cevap vermek isteğinde değil. Hiçbir gayret sarf etmiyorlar. Wagner de dahil olmak üzere, bütün Alman klasikleri bizde programların özünü oluşturur. Bunların yanında Franc’a küçük bir yer ayırıyor ve bazen nadiren Debussy’nin ya da Ravel’in, hatta Honegger’in bir eseri çalınıyor. Virtüözlerin seyrek ziyaretleri, ülkemizin müziği hakkında bize hiçbir şey öğretmiyor ya da pek az şey öğretiyor. Bununla beraber şunu da belirtmek isterim ki Türkiye’ye birçok kez gelen Lazare Levy bizde Fransız müziğinin elçisi olarak coşkuyla karşılanmaktadır.
Türk bestecisi Adnan Saygun’a kimseye bir şey söylemeyeceğimi vaat etmiştim ama yazmayacağımı değil…
Joubert “Dostumun bir gözü görse, ben ona profilden bakarım” derdi. Adnan Saygun, kör veya körleştirilmiş Fransa’nın büyük bir dostu olduğu için, göz nurunu kazandırdım ümidiyle ona cepheden bakmayı tercih ediyor. Acaba Fransa hareketin ifade ettiği hayal kırıklığını ve umudu anlayabilecek mi?
(Gabriel Bender / Le Guide du Concert / 21 Mart 1947 / Tercüme: Fikri Çiçekoğlu, 17 Nisan 1947 Akşam Gazetesi / Arşiv çalışması, dizgi, redaksiyon: Serhan Yedig)
Not: Fikri Çiçekoğlu’nun 10 Mayıs 1947’de yayımlanan “Adnan Saygun’la Konuşma” başlıklı yazısından öğrendiğimize göre, Paris’e giden Saygun üç hafta boyunca radyo müdürünün eseri inceleyip karar vermesini bekliyor. Herhangi bir cevap alamayınca haber gönderip eserini çektiğini bildiriyor, partisyonun geri verilmesini talep ediyor. Bunun üzerine radyo müdürü üç gün daha izin istiyor. Daha sonra piyano başında eseri icra edip görüş alışverişinde bulunmak üzere Saygun’a randevu veriyor. Bu buluşma sırasında aradaki buzlar çözülüyor. Radyoda bölümler halinde yayımlanması planlanan oratoryonun bütün olarak yayımlanmasına karar veriliyor. Plak kaydı yapılıyor. Aynı günlerde Çiçekoğlu’nun da aralarında bulunduğu kişiler Ankara Radyosu’na başvurup, eserin Türkiye’de Paris Radyosu’yla aynı anda canlı yayımlanmasını teklif ediyor. “Teknik donanım yetersiz” cevabını alıyorlar. Paris Radyosu’nun orta dalgadan yayını Türkiye’ye ulaşmıyor. Fakat plak Ankara Radyosu’na gönderiliyor.
Linkler
Adnan Saygun: “Mevlit de bir oratoryodur, bizde Batı’dan önce kullanılmıştır.”