Kemana Batı tekniğiyle başlayan Cevdet Çağla, klasik topluluklarda çalmış, lisede gittiği Almanya’da da Klasik Batı Müziği’ni incelemişti. Ufku açık genç ülkesine dönüşte geleneksel Türk müziği icrasına, besteciliğine yönelmişti. 1988’de, 88 yaşında hayata veda ederken geriye 100’e yakın beste bırakmıştı. 51 yaşında yayımlanan bir röportajda “Makam bilmeyen bir sadende taksim yapamaz, yapsa bile monotonluktan kurtulamaz” diyor.
Ankara ve İstanbul radyolarının demirbaşlarından olduğu, icrakârlığı kadar bestekârlığı ile de ün salmış bulunduğu için Cevdet Çağla’yı, Anadolu’nun en ücra köşelerinde bile tanımayan kalmamıştır.
Sanat yönünden en müşkülpesent münekkitlerin dahi takdirlerini kazanan Cevdet Çağla, icrada bayağı tavırdan her zaman uzak kalmış, kendine has denebilecek klâsik tavrı daima muhafaza etmesini bilmiştir. Maamafih, girdiği her topluluğun icap ettirdiği, istediği tavrı yine sanatına güvenerek almakta güçlük çekmediği de sahih bir hakikattir. Galiba Cevdet Çağla’nın karakteristik vasfı budur.
Solisti boğmayan sazende
Ekseriya görünüşe bakarız. Bir sazendenin sazından dökülen nağmeler etkileyiciyse, biraz ruhumuzu okşarsa “Hıhh!..” deriz “îşte kıymetli bir icrakâr!..” Aslına bakılırsa rahatlıkla yapılan bu teşhis pek yersiz değildir. Fakat muhakkak ki sathidir.
Bildiğiniz, sevdiğiniz sazendelerin arasında öyleleri vardır ki, sizin: “Ah, falanca soliste o refakat etse, ne iyi olurdu” diye yanıp tutuştuğunuz bile olmuştur. Fakat bir de bahis mevzu soliste sorun bakalım, ne diyecek; o sazendeyi ne derece tercih edecektir. Hakikaten mühim meseledir bu. Hattâ daha ileri gidelim ve diyelim ki; sizin sevdiğiniz sazendeyi, o solistin sizin kadar belki sizden fazla sevmesi imkan dahilindedir. Ancak, böyle olsa dahi netice değişmez. Refakat meselesi mevzubahis edildi mi, her şey tamamdır: Ne sevgi ne hayranlık arayın artık. Nitekim, zavallı solist imkânını bulsa, o sazendenin gırtlağını sıkmaya bile hazırdır. Malûm ya “Kasaba et, koyuna can lâzım.”
İşte bunun aksine, Cevdet Çağla soliste refakat yönünden eşsizdir. Bütün solistler onu paylaşamaz. Unutmamalıdır ki; büyük sazendelerden birçoğu refakatta, âdeta birer katil kesilir, yani solisti boğar, öldürür. Cevdet Çağla hâkim bir sanatkârdır. Fakat buna, her zaman soliste zemin, en güzelinden fırsat hazırlayan bir yumuşaklık eklemeyi unutmayınız, o zaman mesele daha iyi anlaşılabilir. Cevdet Çağla bugünkü şöhret ve kudretine henüz 5-6 yaşlarında iken temel atmaya başlamıştır. 1902 tarihinde, Tophane”deki Salıpazarı’nda, oğul uşak sanatkâr bir aile yuvasında hayata gözlerini açan Cevdet Çağla’nın kaderi zaten belli olmuştu.
Sanatkar ruhlu aileden geliyor
Babası Topçu kaymakamı Tophane İmalat-ı Harbiye Mektebi Müdürü Eşref Bey, aynı zamanda gayet güzel keman çalmak ve dahası yağlıboya resim yapmakla ün salmıştı. Annesi ve kızkardeşleri ise piyano çalarmış. Cevdet Çağla gibi hassas bir çocuk böyle bir muhitte başka türlü nasıl yetişebilir?
Daha mektebe başlamadan, babasından ve komşuları meşhur musikişinas Musullu âmâ Hafız Osman’dan musiki terbiyesini almaya başlamıştır.
Maamafih Cevdet Çağla kemana ilk olarak alafranga olarak başlamıştır. İlk keman dersini Antonyadis isimli bir keman hocasından almış, daha sonra, Bebek’teki “Firerler” mektebinde okuduğu sıralarda oranın orkestrasına dahi iştirak etmiştir. “Bülbüli” lâkabıyla anılan meşhur kemani Salih Efendi’den alaturka keman dersleri görmesi de bu devrelere rastlar.
Cevdet Çağla, Kadıköy Lisesi’ne devam ederken bir müsabakayı kazanarak Almanya’ya da gitmiştir. Liseyi orada bitirdiği gibi, Almanya’da Garp musikisini tetkik fırsatını bulmuştur.
Avdetinde, Yüksek Ticaret Mektebi’ne girmiş, aynı zamanda memlekette senelerce şöhret tesis etmiş olan meşhur Darüttalim Musiki Cemiyeti’ne intisap etmiştir.
Nihayet, mükemmel bir kemani olarak hayata atılan Cevdet Çağla 18 sene bilâfasıla sazıyla konserler vererek muvaffakiyetten muvalfakıyete koşmuş ve bugünkü şöhretine ulaşmıştır.
Eski İstanbul Radyosu’ndan itibaren radyolara intisap etmiş, Ankara Radyosu’nda 10 ve İstanbul Radyosu’nda tekrar 3 sene hizmet görmüştür. 1950 senesinde İstanbul Radyosu’nun Müzik Yayınları Şefliği’ne getirilerek idare kısmına da dahil olmuştur. Halen Cevlet Çağla, İstanbul Radyosu’nda, hem sazda hem de idarede vazife görmektedir.
“İri ekmek çok hamurdan yapılır” hesabı sazendelerin taksim yapmak kabiliyetini duyuşla ve buna tekabül eden kültürle kıyaslayanlara tesadüf ettim. Meselâ: Bir segah veya bir hüseyni taksimi 3-4 makam dolaşarak bitirenlere; “Ah, ah!.. Daha neler neler yapılırdı şu taksimin seyrinde, daha hangi makamlar dolaşılmazdı ki” deyip hayıflananlara çok rastladım.
“Klâsik bir taksim için nelere ihtiyaç vardır” sorusuna Cevdet Çağla’nın da aşağı yukarı aynı mütalaaları ileri sürerek cevap vermesi dikkate şayandı; Cevdet Çağla:
– Klâsik bir taksim yapmak için, bütün klâsik makamları bilmek gerekir. Makam bilmeyen sazende taksim yapamaz. Yapsa da monotonluktan kurtulamaz. Taksime, makamlardan meydana getirilmiş zarif bir buket denebilir.
En sevdiği eserler
Cevdet Çağla’nın şu sözleri ne kadar manalıdır.
– Hakikî sanatkâr her zaman aynı nağmeleri kullanmayan ve her zaman aynı güzellikte taksim yapamayan kimsedir. Taksim, şahsi karakteri ifade eden bir serbest bestedir, diyebilirim.
En sevdiğiniz saz eserlerini sayar mısınız?
– Hangilerini sayayım? Aziz Dede’nin Uşşak Saz Semaisi, Emin Dede’nin Suzinak Peşrevi, Tanburi Cemil Bey‘in Muhayyer Peşrevi, Nikolaki’nin Mahur Saz Semaisi. Vasilaki, Rauf Yekta’nın tüm eserleri… Hepsi güzel.
Makamlardan beğendikleriniz?
– Başta Suzidilara ve bilhassa 2’nci Selim’in takımı (doğrusu 3’ncü Selim), sonra Hicazkar, Suzinak, Kürdilihicazkar.
Doğru… Bunları tahmin etmek güç olmamalı. Zira kendi eserlerini bu makamlardan yapmamış mıydı?
(…)
(Orhan Kuyucaklı / 1951 / Radyo Haftası / Arşiv çalışması, redaksiyon: SerhanYedig)