Davut Sulari / Aşkı kolay bir şey sanırdım, öyle değilmiş

0

Mütevazı bir otelin sakin, sessiz ve hoş bir odasındayız… Ortada bir masa, duvarda yeşil kadife kılıf içinde duran bir divan sazı, Davut Sulari bu sazı 180 liraya satın almış… İşte, karşımda radyolarımızın başında sesini ve sazını zevkle dinlediğimiz Aşık Davut Sulari bulunuyor. Uzun uzadıya konuştuktan sonra:
Ne zaman âşık oldunuz?
diye sordum. Biraz düşündü, söylenemeyecek bir sırrı var gibiydi.
Sualimi tekrarlamak üzereyken anlatmaya başladı.
– Erzincan’da Topuzlu Bağa Dağı’nda bir düğünden sonra daldığım uykuda kırklar sayesinde âşık oldum.
Kendinizi saza ve söze verişiniz aşktan mı, meşkten mi?
– Aşk maceram çok ağırdır. Bunu kalemle yazsam bitmez, ciltler dolar. Ben aşkı kolay bir şey zannederdim. Fakat öyle değilmiş. Aşk bir hükümdar gibi hükmettiği yere yetilip nail olunca onu bir zırhtan kale misali yapıyor. Hiçbir kuvvet onun karşısında duramaz.
Hazreti Pir’in her sözünü tutar mısınız?
– Tabii… Bir sene Tortum’da bir kız gördüm. Maşukama benzettim, diye pirim beni ikaz etti.
Ben de yaya yollara düştüm. Halep’e kadar yaya gittim. Başımdan çok şeyler geçti.
Hazreti Pir’ine bu kadar sadık olan Davut Sulari’ye hangi vilâyetleri gezdiğini, nerelerinin daha çok hoşuna gittiğini sordum.
Manzum olarak şu cevabı – irticalen – verdi:
Anayurdun heı tarafın dolaştım
Derdlme dermandır şehri Istanbul
Çaresizken kucağına ulaştım
Hakiki bir candır şehri İstanbul

Yedi dağ üstüne kurmuş temeli
Görmek onu her kişinin emeli
Her devletin, dünyaların bedeli
Göz geçir cihandır şehri İstanbul

Davut Sulari der eri evliya
Barını göndermiş sırrı evliya
Ayasofya kubbesindeki şâya
Lütfiyle ihsandır şehri İstanbul

Sözünü şiirle ifadelendiren şaire;
Aşıklık âleminden şikâyet ediyor musunuz? diye sordum:
– İki gözüm, bana şairlik âleminden, şiirden sorma… Bu sual de bir deyiş koşma ister. Çünkü her şairin, her edibin her kâmilin, her âlimin kendine has hususiyeti vardır.
Değerli âşığımızın bu konuda haklı olduğunu takdir edersiniz; zaten kendisinin tatlı, munis sesi insana bir şiir hissini veriyordu. Her taşın altından bir şey çıkarması kabildir.

Zonguldak’ta dinleyicileriyle

Mikrofon başında ne duyarsınız?
-Evvelâ heyecan beni sarar. Sonra ferahlarım. Rahatça çalar, söylerim.
Geçen sene, radyodaki bir seansında Sadi Yaver Bey yine, âşığın başından geçen bir hadiseyi anlatmıştı; Ceylân hikâyesi..
Aşık Sulari “Urfalılar ceran’ı ceylân yaptı, aslı, esası cerandır” diyor. Hikayesi şudur:
Sulari, arkadaşıyla Erzincan’ın Alize denilen bir köyünden Sarıkaya Deresi denen yerden yukarı çıkarken yoruluyorlar. Râm taşı denen bir taşın önünde durup dinlenirken arkadaşına:
“Buralarda ceran var mı?” diye soruyor. O da “evet” cevabını veriyor ve “eğer bu ceylân denen ürkek mahlukları sazınla ve sözünle eğlendirip (durdurup) onlara sesini dinletirsen o vakit sana söz edenin dili kurusun!” diyor. O sırada hafif bir ses geliyor… Hafif bir inilti geliyor kulaklarına…
Arkadaşı: “Sulari gel, bak, bir ceylân var” diye uyarıyor ozanı.
“Ceylâna doğru ilerledim. Beni avcı zannetti. Sazımı görünce yılkındı ki kaça… Ne yazık ki kanlar içinde.. İki tane meral denilen yavrusu beyaz, kara gözlü annesinin etrafında meleyip pervane dönüyor. Ceylân baş kaldırıp inleyerek ve
mahsun bir bakışla titreyip gözlerinden dolu tanesi gibi yaş akıttı. Sazımı elime aldım oracıkta şunları söyledim:
Gâhnut Yaylası’ndan aşarken yolum
Gördüm ki yaralı ağlar bir ceylân
Ellerin kurusun vurucu zalim
İnilder, sızılar, ağlar bir ceylân

Arkadaşım dedi: Gittim yanına
Kızıl kanı çıkmış çimen donuna
Zalim avcı yâre vermiş boynuna
inilder, sızılar, ağlar bir ceylân.

İki yavrusu var dağlar merali
Meleşiyor anaları yaralı
Kuduretten kaşı gözü turalı
İnilder, sızılar, ağlar bir ceylân.

Davut Sulari’yse gördüğün satar
Sanmayın yaranlar kez hille katar
Bizim yaylalarda sürüynen yatar
İnilder, sızılar, ağlar bir ceylân.
(Mehmet Gökalp / 5 Mart 1953 / Resimli Radyo Dünyası / Arşiv çalışması: Zeynep Erdoğan / Redaksiyon: Serhan Yedig)

Share.

Leave A Reply

three − one =

error: Content is protected !!