İspanyol çellist ve besteci Gaspar Cassado, 1948 Şubatı’nda iki konser vermek üzere İstanbul’a geldiğinde Münir Nurettin Selçuk’un evine davet edilmiş ve fasıl dinlemişti. Bunu duyan Akşam muhabiri Hıfzı Topuz ertesi gün Park Otel’de sanatçıyı ziyaret edip izlenimlerini sormuştu. 20. yüzyılın önde gelen çellistlerinden Cassado “Klasik kemençenin anıları canlandırma gücüne hayran kaldım” diyor.
Şehrimizde bulunan meşhur viyolonselci Gaspar Cassado‘nun salı gecesi değerli ses sanatkarımız Münir Nurettin’in evine davet edildiğini ve kemençeci üstad Kemal Niyazi Seyhun’la tamburi İzzettin Ökte’nin de katıldıkları bu toplantıda üstada klasik Türk musikisinin seçme eserlerininden oluşan nefis bir müzik ziyafeti verildiğini haber aldık. Bu nedenle üstadın Türk musikisi hakkındaki izlenimlerini öğrenmek üzere kendisini Park Otel’de ziyaret ettik. Değerli çellist bizi büyük bir nezaketle karşılayıp izlenimlerini anlatmaya başladı:
Kemençeyle rüya alemine sürüklendim
“Doğu müziğini ilk defa dinlemiyorum. Bundan önce de Mısır ve Fas’ta konser dinledim. İspanyol müziğinin de Doğulu karakteri vardır. Hepsinin kaynağı anı olduğu halde Türk müziği kadar geçmişi canlandırma yeteneği olanı yok. Bu müzik bana De Falla’yı hatırlattı. Türk müziği kadar kudretli müzik az.
Dün gece dinlediğim eserler arasında özellikle 3. Selim’in bir şarkısı vardı ki beni hüzünlü bir dünyaya götürdü. Kemençe taksimi fevkaladeydi. Taksimi dinlerken etrafımda her şeyin değiştiğini hissediyordum. Oda kayboldu. Bir Şark, bir rüya alemine girdim. Kendimi sihirli bir atmosferde hissediyordum. “Acaba rüya mı görüyorum” diye kendi kendime sordum. Bir çölde yalnız başına yürüyor gibiydim. İtiraf edeyim ki bu yabancı havayı kemençe, şarkılardan daha fazla hissettiriyordu. Şarkılarda ise realiteyi daha fazla duyuyordum.”
Tek nefeste bu kadar uzun şarkı söyleyene rastlamamıştım
Türk müziği tek sesli olduğu halde fevkalade büyük bir heyecan veriyor. Alaturka bu tek seslilik içinde o kadar eksiksiz ki kulaklarım Doğu müziğine alışık olduğu halde derhal bu havaya uyum sağladım. Mesala Beethoven’in senfonisinin yalnız keman kısmını dinlemek insanı tek ayak üstünde bırakır. Burada ise tam bir bütünlük var. Müzik bir hat üstünde gittiği halde bu hat her şeye yetiyor.
Münir Nurettin’i dinlerken büyük bir sanatkar karşısında bulunduğumu anladım. Benim için tamamen yabancı, sihirli bir sesle karşılaştım. Bu ses bambaşka bir alemden, başka dünyalardan geliyor, kah çağlaya çağlaya kah inleye inleye dökülüyordu. Bu derece fantastik ve sihirli bir şekilde geçmişi canlandırıcı ses duymadım diyebilirim. Teknik bakımdan bu kadar geniş nefesli sanatkara çok az rastlanır Bir nefeste bu kadar uzun şarkı söyleyen ses işitmemiştim. Tam nefes alacağını zannediyorum yine devam ediyor, artık ciğerlerinin boşaldığını zannediyorum yine devam ediyor ve yine devam ediyor. Teknik yalnız başına bir işe yaramaz, bunu sanat estetiği ile kullanmak gerekir ki bu en büyük özellik de Münir Nurettin’de tam anlamıyla var.
Acaba Münir Nurettin yönetiminde seçme bir Türk musikisi grubu oluşturamaz mısınız, diye düşündüm. En mükemmel sanatçılarınızdan oluşacak bir grubun Avrupa müzik merkezlerinde vereceği konserler Türk müziğine eşsiz bir zafer sağlayacaktır.”
Modernleştirmeye çalışmayın, bozarsınız
Gaspar Cassado‘ya müziğin modernleştirilmesi hakkındaki düşüncelerini sordum. Derhal itiraz etti:
“Asla dokunmamanız gerekir. Elinizin altında mükemmel zengin bir mücevher kuyusu var. Bu kuyuyu köreltmek çok yazık olur. Müziğinizi modernize etmeye kalkarsanız onu mekanikleştirecek ve bozacaksınız. Klasik Türk müziğine ilave edilecek her madde onun bu gerçeküstü güzelliğini, temizliğini, kendine has inceliğini ve berraklığını bozacaktır.”
(Hıfzı Topuz / 14 Şubat 1948 / Akşam Gazetesi / Arşiv çalışması: Serhan Yedig)
Not: Bu röportaj giriş bölümü kesilerek Musiki Mecmuası’nın 1 Mart 1948 tarihli ilk sayısında tekrar yayımlanmıştır. Arşivinden bu metni bulup gönderen, Akşam gazetesindeki orijinal metne ulaşmamı sağlayan Sayın Doğan Dikmen‘e teşekkür ederim.