İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda Rana Erksan ve Ferdi Statzer’in öğrencisi olan piyanist Gülseren Sadak mezuniyetinin ardından 1952’de kendi imkanlarıyla Paris’e gitmişti. Marguerite Long’un tavsiyesiyle okulunda eğitime başlamış, bu arada Long-Thibaut Yarışması’na girmişti. Türkiye’den yurtdışına döviz çıkarmanın izin ve kotaya bağlandığı günlerde Paris’te epeyce zorluk çekmişti. 1953’te yayımlanan “Paris’te geceleri aç yatmak zorunda kalan sanatkar kızımız Gülseren Sadak” başlıklı röportajda başına gelenleri anlatıyor.
Marguerite Long’un takdirlerini kazanmak, ondan her türlü teşvik ve yardımı görmek muhakkak ki sayıları parmakla gösterilecek kadar az kimseye nasip olmuştur. Tek dersi, o da tavsiye ve binbir rica ile, 100 liraya veren, dünyanın tanıdığı en büyük piyanistlerden biri olan Marguerite Long’un bir Türk kızını, hem bir anne ve hem de bir öğretmen yakınlığı ve şefkati göstererek himaye etmesi memleketimiz için ne büyük bir iftihar vesilesidir. Gülseren Sadak’ın hikâyesi biraz peri masallarını andırıyor. Çocukluğumuzda hep dinlemiş ve okumuşuzdur. Güzel kız sevgilisine kavuşmak için, didinir, her türlü sıkıntıya katlanır ve günün birinde, bir perinin sihirli değneği ile kendini saadetin kucağında bulur.
Gülseren de sevgilisi sanat elemi Paris’e kavuşmak, sanatında ilerlemek için didinmiş, yokluklara katlanmış günün birinde Marguerite Long’un sihirli değneği ona istediğini vermiştir. Fakat… Sanat öyle bir âlemdir ki, ona hudut çizmek ne içinde ne de dışında bulunanlar için mümkündür. Onun için Gülseren’in hikâyesi bitmiyor. Belki yeniden sıkılacak, üzülecektir. Fakat arkasından mesut günler tekrar gelmekte gecikmeyecektir.
Gülseren büyük bir zevkle döşenmiş evinde başından geçenleri anlatırken insan bu peri masallarından birini dinler gibi oluyor. Fakat bu masalda iki peri var. Bu mübalâğa değil. Gülseren o kadar asil ve kibar tavırlı ki, onu her görenin bu hükme varacağı muhakkak. Zaten hakiki bir sanatkârın, bir sanatkâr kızının başka türlü olmasına imkân var mı?
Yurtdışına çıkması kolay olmadı
Asaleti ve tevazuu kendinin bir harika çocuk olduğunu iddia etmesine izin vermemişti. Halbuki parmakları üç yaşındayken piyanonun tuşları üzerinde dolaşmaya başlamıştı. Kulakları babasının, Muhiddin Sadak’ın viyolonselinden çıkan seslerle doluydu.
İstanbul (Belediye) Konservatuvarı’nı büyük başarıyla, fakat sessiz sadasız bitirmişti. Onu pek seyrek olarak verdiği konserlerde dinleyen sanatseverler, memleketimizin ne büyük bir kıymete sahip olduğunu anlamıştı.
Fakat nedense Gülseren’in piyanosundan çıkan sesler bazı kulaklara ulaşamadı. Gülseren sanatında ilerlemek için Paris’e gitmek istediği vakit döviz bulamadı. Hususi bir kanun çıkarılarak bütün masraflarının devlet tarafından karşılanmasını istemiyordu. Dayısı Ali Muhiddin Hacı Bekir ona her türlü yardımı yapacaktı. Fakat parasını yurtdışına aktarmaya müsaade yoktu.
Nihayet geçen sene bir hayli mücadeleden sonra bir konser vermek üzere bir miktar döviz elde ederek Paris’e gidiyor. Cebinde ancak kısa bir müddet yetecek para ve Cemal Reşit Rey’in Marguerite Long’a yazdığı tavsiye mektubundan başka bir şey yok.
Gülseren kimbilir kaç kere anlattığı hikâyesinden yine ilk günün heyecanı ile bahsediyor:
Cemal Reşit, Long’a sunduğum tavsiye mektubuna
Paris’e güzel müzik dinlemeye gittiğimi yazmış
“Paris’e indiğim vakit, yalnızlığın ne olduğunu anladım. Kimseyi tanımıyordum. Mütevazı bir otele yerleştim. Hemen çalışmaya başlamak istedim. Piyano yoktu. Günler geçtikçe param da bitiyordu. Bir gün geldi, geceleri aç yatmaya başladım. Artık son ümidim Marguerite Long’daydı. Saray gibi bir evde, 83 yaşındaki bu büyük
sanatkârın karşısına çıktığım vakit heyecandan kalbim duracak sanmıştım. Cemal Reşit Bey’in mektubunu verdim. Eski talebesini sorduktan sonra dikkatle birkaç kere okudu. ‘Anlamadım’ dedi. ‘Yoksa ders almak istemiyor musunuz?’ Mektupta Paris’e güzel müzik dinlemek için geldiğim yazılıydı. Ne cevap vereceğimi şaşırmıştım. Daha kendimi toplamadan bir şey çalmamı istedi. Paris’te piyano bulamadığım için uzun müddet çalışamadığımı söyledimse de dinlemedi, zorla piyanosunun başına oturttu. Ravel’in bir sonatını çaldım. Sonra hayatımda unutamayacağım şu sözleri,söyledi: ‘Fena değil. Çok büyük kalitelerin var. Seni büyük bir piyanist yapacağım, meşhur olacaksın’ dedi. Heyecandan titriyordum. Korkum bir anda saadete dönmüş, farkında olmadan Marguerite Long’un boynuna atılmıştım. Paris’te ne kadar kalacağımı sordu. Vaziyetimi anlattım. Hemen Marguerite Long-Jacques Thibaud Okulu’na telefon etti, müdireye bana bir oda ve piyano bulmasını söyledi. Sonra yine bana döndü: ‘Burada kalıp çalışacaksın’ dedi, “Yarışmalar yaklaşıyor, sen de iştirak edeceksin’ diye devam etti. İtiraz etmek istedim, sözümü kesti. Bunun üzerine ‘Peki hangi hoca ile çalışmamı tavsiye edersiniz’ diye sordum. ‘Ben’ demez mi? Duyduklarıma inanamıyordum. Nasıl olur da binbir rica ile saati 100 liraya ders veren Marguerite Long bana bu iyiliği yapardı?
Marguerite Long’un beklenmedik jesti
Fakat yanlış duymamıştım. Bir pansiyonda güzel bir oda ve iyi bir piyano temin etmişlerdi. Pansiyon sahibesi de sanatkâr ruhlu bir kadındı. Her biri sanat eseri olan kitap ciltleri yapıyordu. Çabucak anlaşmıştık. Artık çalışma imkânlarını elde etmiştim. Sabahlan dokuzda piyanonun başına oturur, akşam altıya kadar kalkmazdım. Geceleri de bilgimi konserlere, operaya, bale temsillerine giderek arttırmaya çalışırdım.
Salı günleri Marguerite Long – Jacques Thibaud Okulu’na giderek yorum bilgisi derslerine devam ediyordum. Marguerite Long’un nezareti altında verilen derslere Japonya’dan bile gelenler vardı.
Long her karşılaşışımızda soruyordu: ‘Yarışmaya girecek misin?’ Ben de her seferinde ‘Hayır’ diyor fakat hocamı ısrarından vazgeçiremiyordum. Nihayet mağlup oldum. ‘Neden bu kadar inat ettin’ diye sorabilirsiniz. Bu yarışmaya giren sırat köprüsünden geçmeye çalışıyor demektir.
28 ülkeden 93 piyanistle yarıştım
Yarışma 10 Haziran 1953’te Gaveau Salonu’nda yapılacaktı. 28 ülkeden 96 piyanist ve 33 kemancı katılacaktı. Bunlar zaten konservatuvardan birincilikle mezun olmuş, ülkelerinde isim yapmış virtüozlardı. Ben henüz yarışmada derece alacak seviyeden çok uzaktım. Fakat bu benim için bir sınav olacak, Jacgues İbert’in başkan ve Nadia Boulanger ile Lazarre Levy’nin üye oldukları jüri karşısında büyük bir deneyim elde edecektim. Bu bana yeterliydi. Büyük bir şeref olan birinci elemeyi bile atlatabileceğimi sanmıyordum.
20 dakika çalışmayla jürinin karşısına çıktım
Yarışma günü yaklaşmıştı. Çekilen kurada 42’nci numarayı aldım. 15 Haziran pazartesi günü saat 11.15’te çalma sırası bana geliyordu. Bir gün evvel Gaveau Salonu’na gittim. Podyumda iki piyano duruyordu. Biri sert, diğeri de yumuşak tuşluydu. Yumuşak tuşluda daha rahat çalabiliyordum. O gün 20 dakika kadar bunun üzerinde çalıştım.
Ertesi gün jürinin karşısına çıktığımda sinirli olmadığıma hayret etmiştim. Soğukkanlıydım. Bu da başarı ile atlatılmış bir imtihan sayılırdı.
Piyanonun başından kalktığım vakit şiddetle alkışlandığımı hayretle gördüm. Kuliste Marguerite Long beni kucaklamış, alnımdan öpüyordu.”
Gülseren burada durdu. Derin derin nefes alıyordu. Sanki o günleri bir daha yaşamış, aynı heyecanı duymuştu.
“Artık” dedi “bu yarışmaya bir daha, bir daha girip birincilik almam lazım. Bu benim için hem ülkeme hem de Marguerite Long’a karşı muhakkak yerine getirilmesi gereken bir borç. Fakat…
Ah! Döviz yok mu?”
(Kasım Yargıcı / 22 Ekim 1953 / 20. Asır Dergisi / Redaksiyon ve internete aktaran: Serhan Yedig)
Linkler
Gülseren Sadak: Diplomalarımı pencereden atacak kadar müziğe küsmüştüm (2018’deki son röportaj)
Notlar
- 1953’teki Marguerite Long-Jacgues Thibaud Yarışması’nda birincilik ödülü verilmemişti. SSCB’den Yevgueni Malinine ve Fransa’dan Philippe Entremont ikinciliği paylaşmıştı. Fransa’dan Alberto Colombo üçüncü olmuştu. Diğer sıraları ise Japonya’dan Kiyoko Tanaka, Polonya’dan Barbara Hesse-Bukowska, Fransa’dan Cecile Ousset, Avusturya’dan Walter Klien, Bulgaristan’dan Emmy Behar kazanmıştı.
- 1999 İstanbul Depremi’nden sonra KKTC’ye yerleşen Gülseren Sadak, 2018 yılına kadar konser vermeyi sürdürdü. Yolda ortalama iki resital veriyordu. 2018 kışında, Girne’deki sel felaketi sırasında evi sel sularının içinde kaldı. Bir süre hastade tedavi gören Sadak ardından zatürree ve bu hastalığa bağlı kalp yetmezliği yaşadı. 2 Nisan 2019’da KKTC’de hayata veda etti. İstanbul’daki aile mezarlığında toprağa verildi.