Karl Berger / Bilgisizliğimizle, skolastik eğitimimiz, devri geçmiş, çürük, sakat kurallarla güzelim yetenekleri mahvediyoruz

0

Ayla Erduran, Necdet Atak gibi çok sayıda kemancı yetiştiren Karl Berger, İstanbul’a 1921’de Abdülmecit’in müzik öğretmenliği teklifi üzerine gelip yerleşmişti. Ressam Aliye Berger ile evlenip 53 yaşına kadar konser vermiş, eğitimciliği sürdürmüştü. Ani ölümüyle müzik çevrelerinde büyük üzüntü yaratmıştı. Akşam Gazetesi’nin müzik eleştirmeni Fikri Çiçekoğlu, vefatından birkaç gün sonra yazdığı makalede “Onunkiler kadar öğretmenine bağlı öğrenci görmedim” diyor.

Ülkemizin tanınmış keman pedagogu Karl Berger’i 25 Eylül 1947’de kaybettik. Kendisinden yararlanılabilecek yaşta vefatı sanat alanında doldurulmaz boşluk bıraktı.

Viyana Konservatuvarı’nı dört yılda bitirdi

Karl Berger Macardı. 1894 yılında Budapeşte’ye yakın Arad kasabasında doğmuştu. Orta öğrenimini tamamlayıp tıp fakültesine girmişse de küçük yaşından itibaren uğraştığı müzik, doktorluk isteğine galip gelmişti. Hayatını tamamen kemanına vakfetmişti. Dokuz yaşında kemana başladı. İlk hocası Maurice Unger’di. Şöhretli keman öğretmeni O. Sevick’in yanında bu ilk eğitim döneminden sonra çalıştı. Viyana Konservatuvarı’na girdiğinde 17 yaşındaydı. Dört yılda eğitimini tamamlayıp 1914’te sıradışı notlarla dolu bir diplomayla mezun oldu.

Bestecilik eğitimi de almıştı

Viyana Müzik Akademisi’nde kompozisyon dersleri almıştı. Bu alanda da başarı gösterdi. İlk konserini kendi yurdunda, Avusturya ve İsviçre’de verdi. Yine aynı yıl İsviçre’deyken tanınmış şef Mengelberg ile Hollanda’da kontrat imzaladı. Fakat bu sırada Birinci Dünya Savaşı patladı. Askerlik görevini yapmak üzere ülkesine döndü ve 1918 yılına kadar orduda kaldı.

İlk konserini Galatasaray Lisesi’nde verdi

1920’de Karl Berger’i İstanbul’da görüyoruz. Abdülmecit’in misari. İlk konserini Galatarasaray Lisesi’nde o yıl vermişti. (Güzel bir tesadüf eseri olarak bu konserde ben de bulunmuştum. Kendisini ancak bu son aylarda, ölümünden üç ay kadar önce tanıdığım üstatla bir konuşmamızda üstünden çeyrek asırdan çok zaman geçtiği halde bu konserden bahsetti. “Meğer biz çok eskiden tanışıyormuşuz, eski dostmuşuz” diyerek herkesin hayran olduğu sevimliliğiyle yakınlık göstermişti.) İstanbul’da beş ay kadar kalıp yurduna döndü.
Fakat Abdülmecit Efendi kendisini İstanbul’a davet edip saraya müzik öğretmeni tayin etti. İşte bu sıralarda minimini iki kardeş, Ferhunde (Erkin) ile Necdet Atak bu usta müzikçiyle karşılaşmak şansını yaşadı. Kemancı Necdet Atak 1928’e kadar üstadın öğrencisiydi. Piyanist Ferhunde Erkin de ilk zamanlarda onun kıymetli nasihatlerinden faydalandı. Her iki kardeşin Leipzig Konservatuvarı’nı iki sene gibi kısa zamanda tamamladıkları göz önünde tutulursa ne kuvvetli bir müzik kültürüyle yurttan ayrıldıkları anlaşılır.

Aynı konserde üç konçerto çalmak istemişti

Berger ülkemize yerleştikten sonra muhtelif tarihlerde Avrupa’da konser gezisine çıktı ve her dönüşünde yurdumuza daha derinden bağlandı. İlk geldiği yıllar her mevsim İstanbul’da iki konser verirdi. 1931-33 yılları en kuvvetli konserlerini verdiği yıllar. Sonradan dostu olan eski bir talebesinin anlattığına göre, Brahms konçertosu da dahil olduğu halde üç konçertodan oluşan bir programla dinleyicilerinin karşısına çıkmayı bile düşünmüştü. Halkın dinleme ve anlama gücünü hiç hesaba katmadan bundan 15 yıl önce tasarladığı bu konser Berger’in keman sanatındaki üstün gücünü anlatmaktan başka, onun her şeyden evvel kendi sanatkar ruhunu en olgun eserlerle tatmin etmeği düşündüğünü de açıklar.

Öğrencileri ona çok bağlıydı

Kari Berger’le dostluğumuz ne yazık ki çok kısa sürdü. Fakat bu kısa zamanda onun pedagog ve insan yanlarını çok iyi kavradım: Öğrencisi üzerinde, özellikle çocuklarda çok güçlü bir etkiye sahipti. Bu etkiyi onun iyi bir psikolog olmasında buluyorum. Kemanın ilk ezici güçlüklerini seve seve, güle oynaya yenen çocuklar gördüm. Derslerini çeşitli cazip konularla süsler ve her çocuğun ruhuna, yeteneğine göre hitap ederdi. Berger’inkiler kadar öğretmenine bağlı öğrenci görmedim. Çocukların eğitiminde izlediği yöntem gelişmelerini tamamen doğanın akışına bırakmaktı.

Her çocuğu aynı kalıba sokmayın, doğal haline bırakın, kendi yolunu bulur

“Bilgisizliğimizle skolastik eğitim sistemimizle, körü körüne bağlandığımız devri geçmiş, çürük, sakat kurallarla güzelim yetenekleri mahvediyoruz. Çocuk kendisine en uygun yolu bizzat bulmakta güçlük çekmiyor. Onu yolundan çevirmeye, engel olmaya ne hakkımız var” diye sorardı. Güya her ihtiyaca cevap veren sanat komprimeleri diye öne sürülen bazı şöhretli metotlar ve etütler hakkında “Fenaların içinde iyicesi” derdi. Her çocuğu aynı öğretim kalıbı içine sokmakla deforme eden öğretim tarzına isyan ederdi. Her birine tatbik edilecek usulün ayrı ayrı olduğunu daima münakaşaya hazırdı. Zaten öne sürdüğü problemler, onun yıllardır çocuk ruhu üzerinde yaptığı incelemelerin, deneyimlerin ürünü değil mi?
Derslerinde en küçük falso sesi affetmezdi. Bir melek sabrıyla, olgun bir insan sevimliliğiyle ve daima çehresinden eksik olmayan gülümsemesiyle talebesine yorgunluk hissettirmeden bunu düzeltilmeye kadar uğraşırdı. El ve parmakların ancak birer âlet olduğunu, bunların içten gelen sese uymasının gerektiğini her fırsatta anlatmaya çalışırdı. Bir çocuğun ilerisini ilk dersten görecek kadar kuvvetli bir görüşe sahipti. Bir talebesinin üç ay sonra varacağı düzeyi daha ilk dersten haber vermiş, bunda kesinlikle yanılmamıştı.
(Fikri Çiçekoğlu / 4 Ekim 1947 / Akşam Gazetesi / Arşiv çalışması, dizgi, redaksiyon: Serhan Yedig)

Aziz dostum Karl Berger’in kemanına ithaf

1926’da, Çürüksulu Ahmet Paşa Yalısı’nda

Onu ilk defa Kalamış’ta dinledim. Tanımazdım, görmemiştim. Sahile yakın bir semtten kulağıma keman sesi geldi. Bruch’un sol minör konçertosu…. Hayretler içinde kaldım. Senelerden beri bu nitelikte bir keman duymamıştım. Pasajlar kayalardan fışkıran şelâle kantilenler güneş hüzmeleri gibi… Zihnim uzaklara uçtu…. Çocukluğumu hatırladım. Cenevre, Victoria Hall, şef Fritz Steinbach, solist Eugene Ysaye…

Tanıştık, dost olduk, aynı muhitlerde yaşamıştık, müşterek hâtıraları andık. Demin nağmelerini uzaktan sezdiğim konçertoyu 10 sene evvel Ysaye’den dinlediğimi söylediğimde gözleri parladı… Ysaye’e tapardı, Kreisler için zirve derdi, Thibaud’yu henüz dinlememişti.
Kemanın beşiği orman, yüksek tepelerdeki çam ormanları; Amati’lerin Stradivarius’lerin içinde yaşadıkları masal dolu ormanlar… Büyük kalpleri ağaçları sevmiş, elleri onları okşamış, ilhamlı gözleri sevgiliyi seçmiş.
Kemanı ölüm doğurur.. Baltanın kıydığına dâhi sarılır, bağrını deşerek gövdeye yeniden can verir… O ruhu senin gibi dile getirebilenler dünyada pek azdı. Tanrı seni çağırdı, meleklerine çalarsın.
24 Eylül 1947 sabahını büyük sanatkâr, Büyükada tepesinin çam ormanlarında keman çalmakla geçirdi. Mendelsohn’un, Brahms’ın, Mozart’ın La ve Re majör konçertolarına çalıştı. En son “Bunu Nur için çalıyorum” diyerek, J. S. Bach’ın muazzam İkinci Partita’sını baştan aşağı çaldı. Yıllarca emellerini, ıstıraplarını yansıttığı sevgili Şakon’unu ilahi Re minör akorlarını hayatına Erganun durağı yaptı…
Beş saat sonra Karl Berger’in Nur’a müştak ruhu, yeryüzünü terk etti; reçine kokulu mahzun çamlar arasından geçerek, sabahleyin yayından çıkan seslere semada kavuştu.
(Seyfettin Çürüksulu / 4 Ekim 1947 / Akşam Gazetesi / Arşiv çalışması, dizgi, redaksiyon: Serhan Yedig)

Share.

Leave A Reply

18 − two =

error: Content is protected !!