Beethoven, 1802 Ekimi’nde, 32 yaşında, sağırlığının giderek artmasının yarattığı karamsarlıkla kardeşleri için bir vasiyetname kaleme almıştı. Literatüre “Heiligenstadt Vasiyetnamesi” ismiyle geçen bu belge, bestecinin hayata bakışını ve çektiği acıları da yansıtıyor.
Ey beni geçimsiz ya da hastalık hastası diye nitelendiren insanlar, ne büyük bir haksızlık bu yaptığınız, bir bilseniz! Siz, dış görünüşün gerçek nedenini bilmiyorsunuz. Çocukluğumdan bu yana yüreğim ve düşüncelerim hep başkalarının iyiliğiyle doluydu; başkaları için büyük çabalara girişmeye bile hazırdım her zaman. Ama düşünün ki, 6 yıldan bu yana iyileşmez bir hastalığa yakalandım. Durumum akılsız doktorlar yüzünden daha da kötüye gitti…
Sağırım diye haykıramadım
Toplum yaşamından hoşlanan ben, erken yaşta yaşamımı yalnızlık içersinde geçirmek zorunluluğuyla karşılaştım. An olup da bu engeli aşmak istediğim zamanlar ise… çifte acıyla geri çekildim, itildim, ama bütün bunlara karşın insanlara, yüksek sesle konuşun, bağırın, çünkü sağırım ben, diye haykıramadım. Bende herkesinkinden güçlü olması gereken bir duyunun zayıflığını nasıl açıklayabilirdim? O duyu ki, bir zamanlar bende düşünülebilecek en büyük güçte vardı…
Hayır, affedin beni, ama bunu açıklayamazdım. Onun için bunca isteğime karşın aranıza karışamıyorsam, hoşgörün beni… Benim için insanların arasındaki güzel konuşmalara karışmak, karşılıklı içini dökmek diye bir şey olamaz artık. Ancak çok gerekli olduğunda topluma girebilirim, onun dışında bir sürgün gibi yaşamak zorundayım. Bir topluluğa yaklaştığımda, alabildiğine korku kaplıyor içimi, durumumu belli etmek tehlikesiyle karşılanmaktan korkuyorum… Birinin yanımda bulunup uzaklardan gelen bir flüt sesini duyması ama benim hiç bir şey duymamam ya da yanımdakinin bir çobanın şarkısına kulak vermesi, benim ise hiç bir şey algılayamamam…
İntiharın eşiğine geldim
Korkunçtu bütün bunlar ve çoğu zaman yaşamıma kendi elimle son vermenin eşiğine geldim. Sanat, yalnızca sanat alıkoydu beni bunu yapmaktan ve yapabileceklerimin tümünü tamamlamadan dünyadan ayrılmayı olanaksız buldum. Ve bu yüzden bu sefil, ama gerçek anlamda sefil yaşamı sürdürdüm…
Ey insanlar, bir gün gelip de bunları okuduğunuzda, bana ne büyük haksızlık etmiş olduğunuzu düşünün! Siz, kardeşlerim Carl ve Johann, ben öldükten sonra, Profesör Schmid hayatta olursa, ondan benim adıma hastalığımı tanımlamasını isteyin… Böylece dünya ölümümden sonra beni hoşgörsün… Geride bırakacağım küçük servet için (eğer servet denebilirse buna) ikinizi mirasçı atıyorum. Bunu aranızda dürüstçe paylaşın, birbirinizle her zaman iyi geçinin ve birbirinize yardımcı olun…
Bütün isteğim, yaşamınızın benimkinden çok daha iyi ve acısız olmasıdır. Çocuklarınıza hep erdem sahibi olmayı öğütleyin, çünkü ancak erdem mutlu kılabilir insanı, yoksa para değil. Kendi deneylerime dayanarak konuşuyorum: Sanatın yanı sıra, bu acılarla dolu yaşamı sürdürmeyi, kendimi öldürmemeyi yalnızca erdem sayesinde başarabildim…
Sizin mutluluğunuzu düşündüm, beni unutmayın
Ölüme sevinçle koşuyorum. Sanat alanındaki tüm yeteneklerimi değerlendirmezden önce ölecek olursam acı yazgıma karşın ölümü yine de erken gelmiş sayacağım. Ama yine de beni sonsuz bir acıdan kurtaracağı için onu sevinçle karşılayacağım.
Hoşça kalın ve beni öldükten sonra tümüyle unutmayın. Sağlığımda sık sizin mutluluğunuzu düşünerek, öldükten sonra unutulmamayı hak ettim. Mutlu olun.
(Ludwig van Beethoven / Heiligenstadt 6 Ekim 1802 / Türkçesi: Ahmet Cemal)
FARUK YENER: Ludwig van Beethoven’in pek çok biyografisi çarpıtılmış bilgiyle doludur
Viyana’ya bir haftadır durmadan yağan kar o gün akşama doğru daha da hızlanmış, tipiyle büsbütün kararan gökyüzünde çakan şimşekten sonra duyulan gök gürültüsü derin yankılarla yuvarlanıp kaybolmuştu. 1827 yılının 26 Mart günü Viyanalıları şaşırtan şimşeğin keskin ışığı şehrin biraz dışında “Kara İspanyol Evi” adıyla bilinen apartmanın küçük odasında yatan hastanın canlılığını yitirmiş sapsan yüzünü aydınlatmış, hasta sağ kolunu kaldırmış, birkaç saniye sonra düşen kol ölüm karşısındaki acı yenilginin belirtisi olmuştu. Bu yenilgi aylardır süren umutsuz bir hastalığın bitişi, bir büyük sanat adamının sonsuz huzura varışıydı. 57 yıl süren yaşamı boyunca aradığı o huzuru hiç bulamamış, bitmez acıların tutsağı kalmış, sürekli bir savaş içinde çırpınıp durmuştu.
Kahraman mıydı, zavallı mı
Ölümünden kısa süre önce şöyle demişti: “İşte şurada gerçekleri gizleyen kâğıt yığınlarım görüyorsunuz. Onları alın ve en iyi biçimde kullanın.” Kâğıtlar alınmış, fakat ne gariptir ki onun yaşamını yazan sayısı pek bol kişiler, gerçekleri daima değiştirmiş, bol bol hayâl katmış, bazı olayları tersyüz etmekten kaçınmamıştı. Birçoğu onu bir “titan”, bir “kahraman”, “yenilmez bir savaşçı”, “Herkül benzeri işçi” gibi görmüşler, yahut “yalnız bir deha”, “Tanrısal bir güçle yeryüzünün bütün acılarını taşıyan bir zavallı” olarak tanıtmışlardı.
Bütün bu inanç ve görüşlerde, yaşadığı kentsoylu çevrelerin, ölümünden sonra yaygınlaşan romantik düşüncelerin, Alman milliyetçiliğinin ve kendisinin büyük rolü var. Zaman zaman coşan duygular şu sözleri söyletmiştir ona: “Yeryüzünde ne varsa, ne olacaksa ben her şeyimle işte oyum… Hiç bir fâni, üzerimdeki esrar perdesini kaldıramayacaktır. ”
Bu sanatçı Ludwig van Beethoven’dir.
7 yaşında ilk konser, 11 yaşında yayımlanan ilk beste
Gerçeklere sıkı sıkıya bağlı çağımız insanı, ölümünden başlayarak son yıllara kadar süregelen türlü söylentileri bir yana bırakıp, ölümünün 200’üncü yılına yaklaşırken artık “insan Beethoven”i araştırma çabasına girişmiş bulunuyor. Bıraktığı büyük verim, dehasını daha yaşarken kanıtlamaya yetmişti. “Dehalar, çağlarını ışıklandırmak için yanmaya mahkûm meteorlara benzeyen bedbahtlardır” diyen Napoleon’a hak vermek gerekirse Beethoven çağının çok ötelerini aydınlatmaya yeterli bir gücün sahibi olmuş, hiç kuşkusuz bedbaht bir hayatı da sürüklemiş durmuştur.
1770 yılında bugün Federal Almanya’nın başkenti olan Bonn’da doğmuştu Beethoven. O sıralarda Napoleon bir yaşındadır. Fransa’yı XV. Louis, Avusturya’yı Maria Theresia yönetmektedir. Goethe, Strasbourg’da öğrencidir, bir diğer müzik büyüğü Haydn 38 yaşındadır, çocuk Mozart ise ilk operalarını bestelemektedir.
Köln Sarayı Prensi Piskoposu Max Franz’ın hizmetinde şarkıcı olan Johann van Beethoven, pek küçük yaşlarda yeteneğiyle seçkinleşen oğlunu ikinci bir Mozart yapmak umuduna kapılır. Gün boyunca kendini bilmeyecek kadar içmekte, küçük Ludwig’i klavsen başına oturtup saatlerce çalıştırmaktadır. Çocuğun ağlayarak sürdürdüğü bu çalışmalar sonuçsuz kalmaz; 7 yaşında ilk konserini verir, 11 yaşında “Bir Marş Üzerine Çeşitlemeler”den kurulu ilk eseri basılır. Bonn’daki soylu çevreler çocuğun olağanüstü yetenek ve özelliklerini sezmiştir. Bu arada Breuning Ailesi ve Kont Waldstein’ın yardımları eğitim ve görgüsünün genişlemesini sağlamaktadır. 17 yaşında, Mozart’tan ders almak üzere yardımlarla Viyana’ya gönderilen sanatçı annesinin hastalığı nedeniyle döner. Anne veremden ölmüş, alkolik baba ve iki küçük kardeşin bakımı Ludwig’e kalmıştır.
Köln Sarayı’nın yardımıyla 1792’de tekrar Viyana’ya yönelir Beethoven. Artık kısa gezileri dışında bir daha bu şehirden ayrılmayacak, Fransız Devrimi’nin yankılarını, Napoleon’un yükseliş ve düşüşünü, Viyana Kongresi’ni orada yaşayacak, orada çalışacak, orada savaşacak, yine orada ölecektir.
İnsan değil, şeytan
Orta boylu, büyükçe kafalı, geniş çeneli, esmer çiçek bozuğu yüzlü bir gençtir o yıllarda. Bu değişik görünüşü, Bonn’daki soyluların tavsiye kartları, adında Flaman atalarından gelen “van” eki ve piyano çalışındaki şaşırtıcı üstünlüğü Avusturya başkentinde sarayların kapılarını açıverir taşralı genç sanatçıya, “doğaçtan çalış” sanatında büyüleyici teknik ve üslubu Viyana sanat dünyasını sarsacak, o yılların tanınmış piyanisti Abbe Gelineck, “Bu bir insan değil, şeytan!” diye bağıracaktır.
Genç müzikçi defterine şu satırları yazar 25 yaşındayken: “Cesaret! Vücudun zayıflığını ruh gücümle yenmeliyim…” Aynı yıl ilk önemli eseri “Üç Yaylı Çalgılar Üçlüsü” yayınlanır, 18. yüzyılın sonlarında “Birinci Senfoni” doğar ve onu sağırlığa götürecek kulak hastalığının ilk belirtisi baş gösterir.
Küçük kentsoylular çevresinde yetişmiş olması “devrimci” düşüncelere yönelmesine yol açmıştır. İmparatorluk ve soyluluk konusunda ağzına geleni çekinmeden söylemekte, fakat gene onlardan elinden geldiğince yararlanmaktadır. “Üçüncü Senfoni”sini özgürlük kahramanı bildiği Napoleon’a adayan, imparator olduğunu duyunca ilk sayfadan adını kazıyıp, “Bir Kahramanın Anısına” sözcüklerini yazan sanatçı kısa süre sonra gene Napoleon için bir “Dua” planlayacak, Jerome Bonaparte’ın saray müzikçiliği için yaptığı çağrıyı bazı aristokratların belirli bir gelir sağlamaları üzerine kabul etmeyecektir.
En verimli dönemi intihar
girişiminin ardından geldi
Kulaklarının duymamaya başlaması çevresi hakkında evhamlarını artırmakta, eleştirilere direnememektedir. 1802 yılında intihara kalkar Beethoven ve aynı adlı köyde yazıldığından ötürü “Heiligenstadt” adıyla bilinen vasiyetnamesini hazırlar, sonra vazgeçer bu kararından. Ve bu olayı yaşamının en verimli dönemi izler. Gene bu sıralarda ev değiştirmeye kalkar durmadan. Hayatı boyunca Viyana’da oturduğu bilinen apartman sayısı 40’ı aşar. Aynı anda iki-üç yer birden tutmakta, sonra türlü nedenlerle başka apartmanlara taşınmaktadır. Çalışma ve yatak odaları yaşamının sonuna kadar bırakmadığı pasaklılığını belirten kül tablalarıdır; orada burada yiyecek artıkları, boş şarap şişeleri, çamaşırlar, nota kâğıtları, mektuplar, kitaplar… Ve hizmetçileriyle, aşçılarıyla sonu gelmez kavgalar.
1801 yılından başlayarak 1805 yılına kadar aralarında tek operası “Fidelio” da olmak üzere 40’a yakın yapıt doğmuştur. Bunların tümü de biçim ve yapılandaki değişiklikler, yeni buluşlar, derinlemesine anlatım ustalığı, mimari üstünlükleriyle yüzyılların malıdır artık. Kendisi de esinindeki bu inanılmaz verime şaşmakta, 30 yaşına kadar yazdıklarını beğenmemektedir. Ne çalmaya ne de dinlemeye niyeti vardır onları…
Beethoven yaşamının en verimli, en olgun yıllarını yaşamakta, dehasını kabul ettirmiş bulunmaktadır. Gene aynı dönemde onu kısa süreler için mutlu kılan fakat hepsi de düş kırıklığı ile biten aşk serüvenleri sürüp gitmektedir.
Kazanova mı, kadın düşmanı mı?
Sanatçı yaşamını yazanlar tarafından çok değişik görüşlerle yorumlanmıştır bu konuda; bazılarına göre çabuk ateşlenen, çabuk soğuyan bir Kazanova’dır, yahut ana kompleksi etkisinde bir kadın düşmanıdır veya genç yaşta geçirdiği bir hastalık sonucu onlardan nefret etmiştir, gene bazılarına göre kadınlarda uğradığı düş kırıklığı onu homoseksüel eğilimlere götürmüştür.
Bunlardan hangi savın doğru olabileceğini kesinlikle savunmak olanaksızdır. Bu konuya ışık tutacak bazı belgeler ölümünden sonra sekreteri Schindler tarafından yok edilmiştir. Elde kalanlar ise onun özellikle 40 yaşma dek her sınıftan kadınlarla ilgi kurduğunu, o yaştan sonra cinsel yaşamdan uzaklaşmaya başladığını gösterir.
İlk aşk
Bilinen ilk aşkı Bonn’da Breuning Ailesi’nin kızı Eleonore von Breuning’dir. Viyana’daki ilk 10-15 yıl içinde evliliği ciddî olarak düşünmüş, aristokrat çevrelerde öğrencisi olan bazı kızları sevmiş, ancak düşüncesi gerçekleşememiştir. Bu kızlardan en önemlileri Kontes Giulietta Giucciardi, Therese von Malfatti ve Therese von Brunswick’dir.
Daima düş kırıklığı ile biten gönül maceralarına paralel olarak dehasının coşkun verimi sürüp gitmektedir. Pek sevilen iki senfonisi; “Beşinci” ve “Pastoral” adıyla ünlü “Altıncı” senfoniler beraberlerinde piyano konçertoları, sonatlar ve oda müziği eserleri de getirmekte, “Yedinci” ve “Sekizinci” senfonilerin taslakları doğmaktadır. Bu sıralarda para durumu da düzelmiş, ancak bu sonuç ruhbilim uzmanlarının “varlığını koruma içgüdüsü”ne bağladıkları o ünlü hasisliğinin yitmesine neden olamamıştır.
1809 yılının baharında Viyana’nın Napoleon orduları tarafından işgali yaşam düzenini bozar gibi olmuşsa da, savaşın bitmesiyle eski neşesini bulmuştur. Beethoven bu çağda Kontes Erdödy adlı zengin ve soylu bir kadının yardımlarını görmekte, Malfatti Ailesi’nin güzel kızı Therese’yi sevmekte, Bonn’daki eski arkadaşı Wegeler’e gönderdiği bir mektupta gene evlenmekten söz etmektedir.
Ölümsüz sevgili kimdi
Sağlığında başgösteren bozukluklar nedeniyle yaz günlerini Teplitz’de geçirmektedir.
1812 yılında kaldığı otelin çok yakınındaki diğer otelde de Goethe konuktur. Sanat tarihçilerinin çözemedikleri, çözmeye de olanak bulamayacakları bir bilmece o günlerde doğar. Bestecinin, “Ölümsüz Sevgili” adına yazıp gönderemediği, ölümünden sonra bulunan üç mektup Teplitz’de 6 ve 7 Temmuz günleri yazılmıştır. İlki “Meleğin, herşeyim, benliğim…” sözleriyle başlayan, üçüncüsü “Sonsuza kadar senin, sonsuza kadar benim, sonsuza kadar bizim…” sözleriyle biten üç belge dayanılmaz bir gerilimin boşalışı, bir ihtiras ve özlem kasırgasının belirtisidir. “Ölümsüz Sevgili”nin kim olduğu bütün araştırmalara karşın bulunamamıştır.
Beethoven, öteden beri hayranı olduğu Goethe ile gene o sırada tanışır, ona eserlerini çalar ve ozan 19 Temmuz günü karısına şu satırları yazar: “Bu kadar verimli, böylesine enerjik bir sanatçı görmedim. Dünyaya karşı tek başına durması mucize…” Goethe besteciyi pek sevememiş, kulaklarının duymamasına bağladığı bir nedenle sosyal bağları kopuk bir zavallı olarak yorumlamıştır. Beri yanda Beethoven, sezmiştir ozandaki aşırı kibir ve kendini beğenmişliği. Ama bu karşıt düşün ve davranış engellememiştir ona olan aşın saygısını. Çünkü Goethe, ölesiye bağlı olduğu bazı inançların simgelerini vermiştir; örneğin vatanı ve özgürlük uğruna ölen Kont Egmont’u…
Napoleon’un Rusya’da bozguna uğraması 1813 yılının en önemli olayıdır. Bu olayı bir dizi kurtuluş savaşı izlemiş, bütün bunlar özgürlük ve insan haklarına saygısıyla bilinen besteciyi coşturmuştur. Ertesi yıl “Fidelio” adlı tek operası tekrar ele alınarak bu kez başarılı bir sonuç sağlanmış, eylül ayında “Viyana Kongesi” toplanmıştır. Bu olay kıtanın başlıca taç ve taht sahipleriyle yüzlerce soylunun kente gelmesine yol açmış, aralarındaki sanatseverler Beethoven’i görmek, dinlemek istemiştir. Bu arada bir konser düzenlenmiş, bestecinin koruyucusu Kont Razumovvsky, sarayındaki çağrıya onu da katmıştır. Beethoven imparatorlar, krallar tarafından sevgi ve ilgi görmüş, Rus Çariçesi 200 duka altını armağan etmiş onu diğerleri izlemiştir.
Karl’ın ölümüyle sarsıldı
Sanatçı yaşamının doruğundadır artık, 1815 yılında kardeşi Karl ölür. Bu ölüm Beethoven’in yaşam düzeninde büyük bir değişikliğin başlangıcıdır. Kardeşlerine karşı öteden beri başka bir tutum gösteren, onların evlenmesine engel olmaya çalışan, evlendikleri kadınlara düşman kesilen besteci, Karl’ın oğlu 9 yaşındaki yeğenine sahip çıkacak, onu eğitmek amacıyla çırpınıp duracak, alıştığı huzursuz ve dağınık yaşam çocuğun moral dengesini bozacak, amcasının mantıksız ve ağır baskısı sonucu intiharı bile göze alacaktır. Çocuğun annesini “adi kadın”, “Gece Kraliçesi”, “Medea” gibi adlarla anan bestecinin yeğeniyle ilintilerini içinde kalan “ilkel analık kompleksi”nin tepkisi olarak açıklıyor ruhbilim uzmanları.
Tanrım bana güç ver
Yeğeni yüzünden mahkemelere düşen, eğitim için gönderdiği okulların öğretmenlerine yalvarmaktan başka bir şey düşünmeyen sanatçının verim çizgisi düşmeye başlamıştır. Bu görünüşten en çok sekreteri Schindler yakınmakta, kendi durumunu bilen sanatçı bunaltı içinde şu satırları yazmaktadır: “Sen başkaları için yaşamaya mahkûmsun. Kendin için sanatından başka mutluluk yok. Tanrım, bana kendimi yenmek için güç ver!”
Kulakları hemen hiç duymamakta, yanında karşısındakilerle anlaşabilmek için ne demek istediklerini yazmaları amacıyla bir defter ve bir kalem taşımaktadır.
Sayısı 400’ü bulan ye müzik tarihine “anlaşma defterleri” adıyla geçecek olan bu olağanüstü değerli belgelerden 250’den fazlası sekreteri Schindler tarafından “imparator karşıtı sözler vardı…” gerekçesiyle yok edilmiş, elde ancak 146 tanesi kalabilmiştir.
1820’den sonra “Missa Solemnis” ve “Dokuzuncu Senfoni’ gibi iki anıt üzerinde çalışmaya koyulmuştur Beethoven. Her iki yapıt 1824 yılında halka sunulur. Başarı ve ilgi umulanın üzerindedir. Bir yandan son yaylı çalgılar dörtlülerini vermekte, alabildiğine özlü bir çalışma, derin bir anlam ve düşünle örülü bu yapıtlar çalan ve dinleyenleri şaşırtmaktadır.
1825 yılında yaz aylarında yeğeninin intihar amacıyla başına bir kurşun sıktıktan sonra güçükle kurtarılması moralini çökertmiştir. Ertesi yıl dinlenmek için diğer kardeşi eczacı Johann’ın Gneixendorf’daki evine gider. Ancak günler tartışmalarla geçmekçe, Johann’dan, mirasını karısına bırakmamasını istemektedir. Bir kızgınlık anında bavulunu alır, arabaya atlayıp yola düşer. Soğuk havada ve yağmur altında geçen yolculuk sonucu Viyana’ya ulaşır ulaşmaz yatağa serilir.
Hoş geldin ölüm
Ağır bir zatüree sarılığa dönmüş, ardından siroz belirtileri başlamıştır. İki doktor, sekreteri ve iki hizmetçisinin bakımındadır. Dostları gelip gitmekte, yatağında durmadan okumakta, bu arada eski arkadaşı Stephan von Breuning’in 13 yaşındaki oğlu Gerhard okul saatleri dışında besteciye arkadaşlık etmektedir.
1827 yılı mart ayında hastalık ağırlaşır. 24 mart günü bir dostunun gönderdiği birkaç şişe şaraba bakarak “Çok geç, çok geç…” diye mırıldanır. Son sözleridir bunlar, iki gün sonra 26 mart akşamı kar yağarken çakan bir şimşekle gözlerini ebediyen kapayacaktır.
Beethoven eşi az görülen bir törenle gömülür. Viyana’da bütün sanatçıların, onbinlerce kişinin katıldığı bu tören ünlü ozan Grillparzer’in mezar konuşmasındaki şu cümlelerle sona erecekti: “Şimdi onu ve yapıtlarını anmak için mezarından bir çiçek koparın. Gelecekte bu yapıtları yok etmek isteyen fırtınalar ve kötü güçler baş gösterirse bugünün anısına, yüce kişiliğine ve büyük, çok büyük verimine sığınacaksınız.”
Sağırlığı genetik miydi
Günümüzün bilim prizması, Beethoven üzerindeki incelemeleri yansıtıyor yıllardır. Bilginler sayısız belgeyi araştırıp sağırlığının nedenini hemen kesinlikle (*) kalıtım yoluyla geçen ve iç kulak kemiklerinin sertleşmesine yol açan “Cochlearen otosklerose”ye dayatırken ruhbilimciler dehasını şu sözlerle formülleştiriyor: “Bütün verimi, bilinç altında boş yere birleştirmeye çalıştığı erkeklik- dişilik kuramlarının kutuplaşmasından doğan gerilimin ve ‘bencillik’ duygusunun yaratıcılık kabiliyetiyle kaynaşması sonucu beliren bileşimin bağdaşmasıyla sanat yapıtı biçiminde ortaya konuşunun belirtileridir.”
Ve artık kentsoylu inançlarının, romantik hayâllerin yüzyılı aşan bir süredir türlü değişikliklerle yanılttığı gerçekler düzeltmelerle billurlaşıyor ve ortada sadece ölümsüz yapıtı kalıyor: Müzik.
Bir dâhiyi çizmeye çalışan yaşamöyküsünü büyük düşünür Nietzsche’nin onun hakkında yazdığı şu tümceyle tamamlayalım: “Eğer eserinden derinlemesine zevk almak istiyorsanız, o verimi dinlerken doğuş sebeplerini, büyüdüğü ana kucağını, üzerinde geliştiği gübrelenmiş toprağı unutmak zorundasınız.”
(Faruk Yener / 25 Mart 1977 / Milliyet Sanat)
(*) Bu yazıdan yaklaşık 25 yıl sonra yapılan araştırmalar Beethoven’in çalışırken kurşun kalemin arkasını kemirdiğini, zamana yayılan kurşun zehirlenmesi nedeniyle sağırlık sürecinin hızlandığını ortaya koydu.