Satie, Faure, Debussy’nin yakın dostu ve önde gelen yorumcusu piyanist Marguerite Long aynı zamanda dünyanın en önemli piyano yarışmalarından birinin de kurucusuydu. Cemal Reşit Rey, Ayşegül Sarıca dahil yaklaşık bin piyanist yetiştirmişti. 1963’de, ölümünden üç yıl önce yayımlanan röportajında Long “Chopin çalmayı Debussy’den öğrendim. Tuşesini kavramak için Chopin çalmaktan parmaklarının yıprandığını söylerdi” diyor.
Evine gittiğim gün, Marguerite Long 89’uncu yaş gününü kutluyordu. Hizmetçisi beş dakikada bir kucağında bir demet çiçekle giriyordu odaya.
“Evet, bugün 89’uma girdim. Düşünüyorum da, bu ömrü bir kez daha yaşamak gülünç geliyor. Çalışmakla yiyip bitiriyorum kendimi.” Fotoğraflarını çeken J. R. Roustan’a döndü:
“Daha güzel bir konu bulamadığınıza üzülüyorum” dedi. “Doğrusu, güzel bir konu değilim ben, görüyorsunuz.”
Hiç de değil, Madam. Çok, pek çok güzel bir konusunuz siz; müzikle ilgisi olan herkes sizi bir anıt gibi görüyor, yüzlerce öğrenci yetiştirdiniz; kimi hoşlanmadı sizden, kimi karalar çalmaya uğraştı, kimi de taparcasına sevdi. Hem, görüyorsunuz işte ne çok seviyorlar sizi, şu çiçekler, şu ünlü kişilerin fotoğrafları… Anılarınız. Sonra, şu sıralarda 10’uncu kez yapılan Marguerite Long Yarışması.
Bayan Long bu yarışmayı 1943’te, Jacques Thibaud’yla birlikte, o günlerde savaş yüzünden yurt dışına çıkamayan genç Fransız kemancılarıyla piyanistlerine bir çalışma amacı sağlaması amacıyla kurdu. Armağanı ilk kazanan piyanist, Samson François’ydı.
Bu yıl, Marguerite Long-Jacques Thibaud Yarışması’nın bir başka yönden de önemi var. Marguerite Long, yarışmayı kurumsallaştırıp, Fransız hükümetine devretti. Böylece, ölümünden sonra da yarışma sürüp gidecek. Ayrıca, herhangi bir nedenle yarışma yapılamayacak olursa, toplanan paraların konservatuvarın en iyi öğrencilerine burs olarak dağıtılması hükmünü de özellikle koydurdu sözleşmeye.
Kaç aday var bu yıl?
— Piyano için 53, keman için 28. Şaşırıyorum buna, keman adaylarının sayısı her yıl biraz daha azalıyor. Keman yarışmasının dinleyicileri de öyle. Keman çalmak piyanodan kolay değil oysa.
Chopin çalmayı Debussy’den öğrendim
Bundan önceki yarışmalara göre değişik bir şeyler var mı?
— Seçimde daha ince eledik bu kez. Taşrada bilmem hangi hayır kurumunun yazarına verilen konserde beğenildiği için karşımıza çıkarılan genç kızlar filân yok. Sonra, elemeler için bütün dünyadaki adayların hatta başka uluslararası yarışmalarda ödül kazanmış olanların bile geçmek zorunda oldukları bir engel koydum: Chopin’in si bemol minör sonatı… Çok iyi piyano çalabilirsiniz ama bu sonatı iyi çalmak apayrı bir iştir. Teknikle, müziğin kendiyle ilgili güçlükler vardır bu sonatta. Bir gün Satie ve Busoni ile piyanonun temel yapıtının ne olduğu yolunda birlikte düşünmüştük, bu sonat üstünde hemfikir olmuştuk.
Yıllar içinde adayların seviyelerinde yükselme gözlemlediniz mi?
— Hem oluyor, hem olmuyor. Teknik, gam, arpej, bunları herkes biliyor, beceriyor. Ama bu arada unutulan bir şey var, o da piyano çalma bilimi. Ayrıca çoğu çağdaş besteci piyanistleri paldır küldür çalmaya zorluyor. Bartok, Prokofiyef… Anlıyorum, pek güzel şeyler bunlar. Ama, bir zamanlar tuşe(toucher) diye üzerine titrediğimiz şeye pek aldıran yok artık. Chopin’i alın ele. Kim çalıyor bugün Chopin’i? Bir Samson François, o da kendini vererek çaldığı zamanlar… Bana Chopin’i en iyi öğreten Debussy’dir. “Chopin çala çala parmaklarımı eskittim” derdi. Chopin tuşesi üzerinde araştırmalar yapardı.
Ruslar herkes kadar yetenekli, fakat piyano çalma bilimini biliyorlar, yarışmaları kazanıyorlar
Gene de, büyük sanatçılar var, bana kalırsa; örneğin, Ruslar…
— Evet, doğru. Biliyor musunuz, yetenekleri bakımından başkalarından hiç de üstün değiller. Ama gerçekten yetenekli olanların çalışmaları kolaylaştırılıyor orada. Ders, çalgı ücretlerini ödüyorlar; sonra, yarışmalara hazırlıyorlar. Bu yüzden de, yarışmalarda Rus adayları çok başarı kazanıyor. Hepsinden önemlisi, piyano çalma bilimi nedir, onu iyi biliyorlar.
Richter’i alın örneğin. Birgün geldi, Debussy’nin “Prelüdler”ini nasıl çaldığını sordu bana. “Karda Ayakizleri”ni çaldı. Ne diyeyim! İnanın bana, iki sayfalık bir parçayı böylesine noksansız bir ölçülükle, böylesine dinleyeni yormayacak şekilde nüanssız çalmak için, bilimden haberi olması gerekir insanın. Öyle dedim ona. Ayrıca, “Yarım Kalan Serenat”ı çok hızlı çaldığını da söyledim. Debussy şöyle derdi: “Şu zavallı yaşlı adamcağız, bırakın da, doya doya söylesin serenadını. Hep engel oluyoruz ona; yazık.” Ama Richter “daha yavaş çalamam sanıyorum» dedi bana.
Kolumu kırdım her şey bitti artık
Marguerite Long‘a bakıyorum: alçak sesle konuşuyor, ara sıra elini kumral saçlarında gezdiriyor. Açık renk bir gömleğin üstüne güzel kırmızı bir ceket giymiş. Yaşlı bir hanımefendi havası yok öyle üzerinde; sanatından söz etmek, ona bir gençlik, tazelik veriyor üstelik. Yalnız, anıları öyle çok ki, dinledikçe “pek de genç değil” diyorsunuz ister istemez.
— Horowitz de öyleydi. O da Ravel’in konçertosunun andante’sini bir türlü yeterince yavaş çalamazdı. Yapamazdı bunu bir türlü.
Kendiniz için hiç çalışmıyor musunuz artık?
— Yapamıyorum, ne yazık. Beş yıl oluyor dinleyicilerime veda edeli. Zor olmadı benim için bu. Sonra da, 18 ay önce, kolumu kırdım fena halde. Daha kaynamadı. Kendi kendime “tamam artık” dedim, “çözümlendi dava. Bir daha çalamazsın artık.” Bugünse, ders verirken arasıra aklıma geliyor çalamadığım, “Her şey bitti artık” diyorum da, bir tuhaf oluyorum.
Ders veriyor musunuz hâlâ?
— Vermiyorum diyebilirim. Bugünlerde yalnız bir öğrencim var, o da Arjantinli Bruno Gelber. Düşünün bir: binden çok öğrenci geldi geçti elimden. Sonra konservatuvardaki derslerim, konser gezilerim. Hepsini bir arada nasıl becerebiliyormuşum, düşündükçe şaşıyorum.
Kimileri, ününüzü yalnız üç eserle, Ravel’in, Chopin’in (fa minör), bir de Beethoven’in (dördüncü) konçertolarıyla sağladığınızı söyleyip suçluyor sizi. Ne dersiniz?
Marguerite Long çok hoşlandı bu sorumdan, gülmeye başladı:
— Gençliğimde Faure’den başka şey çalmadığımı söylerlerdi. Sevdiğim, güvendiğim müzikçilere hizmet gururlandırır beni. Gene de öyle yapmaya çalışıyorum. Faure ile ilgili kitabım bu ayın sonlarında yayımlanacak; Ravel’in hastalığı konusunda gerçekleri anlatabilecek durumda olan bir ben varım. Ravel üzerine de bir kitap yazıyorum. Sonra, Debussy üzerine… Debussy olağanüstü bir varlıktı. Her şeyi bilirdi. Zaten üçü de ufak tefektiler ama büyük adamdılar. Onları tanıdığım, onlarla ilgili gerçekleri bildiğim için mutluyum.
Faure “Eserlerimin üstüne abajur
örtüp çalıyorlar” diye yakınmıştı
Baktım, bildiğimiz, bugünkü Marguerite Long yoktu artık. Geçmişe, anılarına dönmüştü. Faure’yle çalıştığı günlere… Şöyle demişti ona Faure: “Müziğimi vurgulu dinlemek isterim. Oysa, benim yapıtlarımı hep üzerine bir abajur örtüp öyle çalıyorlar.”
Debussy’yse “Benden hiç bir şey çalmıyorsunuz” diye yakınmıştı bir gün ona. Debussy’yse “Benden hiç bir şey çalmıyorsunuz” diye yakınmıştı bir gün ona. Marguerite Long onu şöyle yanıtlamışı: “Yapıtlarınızı çok zor buluyorum. Çalmak değil, iyi çalması, yorumlaması zor. Sizin yapıtlarınızı çalanları dinliyorum da, umudum kırılıyor. Oysa, sizi dinlediğimde ağlamak geliyor içimden.”
Bunun üzerine Debussy ona, yapıtlarını çalmasını öğretmeyi düşündü. Birinci Dünya Savaşı’ndan çok kısa süre önce başladılar bu işe; birlikte iki pazar çalıştılar ancak. Sonra, savaş girdi araya. Bayan Long kocasını (*) yitirdi. Üç yıl hiç müzikle uğraşmadı. Sonra dostları onu zorla piyanonun başına oturttu, gene çalışmaya başladı. Kocasıyla bir çaylı toplantıda tanışmıştı. Kocası onu ilk dinleyişinde “Bu genç kız çok güzel çalıyor ama müzisyenlikle pek ilgisi yok” demişti. “Örneğin Faure çalmıyor hiç” diye eklemişti.
Daha sonraki karşılaşmalarında Bayan Long, Faure çalıyordu artık.
Söz eski dostundan açılınca şöyle diyor : “Faure bestecilerin en zoru, neden derseniz, müziğini çalmak için gerekli açıklamaları yapıtlarında vermiyor. Ravel, Debussy’de ne görürseniz onu çalarsanız, olur biter. Gerekli her şeyi yazarlar. Faure’yi ise iyice düşünüp yorumlamak, ondan sonra çalmak gerekir.”
Akşam oluyor. Marguerite Long birdenbire anılarından silkiniyor;
— Biliyor musunuz, yakında bir piyano metodu yayınlayacağım. Aralarında Milhaud, Poulenc, Dutilleux, Sauguet de bulunan 18 çağdaş besteciye küçük birer eser ısmarladım. Parçaların başına bestecilerin kısa hayat öykülerini yazacağım. Çocukların hep eskileri öğrenmeleri gerekmez. Yarışmadan sonra daha çok zamanım olacak çalışmaya. Derslerime yeniden başlamak istiyorum.
Çocuğunuz olmadığı için üzgün müsünüz?
– Üzülmemi önleyen tek neden var: “Ya kızlarım olsaydı” diye düşünüyorum. Özellikle şu son günlerde…
Ama beni uğurlarken gelecekteki öğrencilerine gülümsüyor gibiydi. Yok yok bu konuda pek üzgün değildi sanıyorum…
(Nicole Hirsch / Çeviri: Ünal Birkan, Nisan 1964, Opus Dergisi / Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig )
MERAKLISINA NOT
(*) Maurice Ravel, Le Tombeau de Couperin adlı eserinin son bölümü Tocatta’yı Long’un eşi Joseph de Marlieve’e (1873-1914) ithaf etmişti.
Linkler
Marguerite Long’un biyografisi (İngilizce)