Genç Cumhuriyet’in 1930’larda ulusal müzik eğitimine çağdaş yön vermek amacıyla Avrupa’dan Joseph Marx, Paul Hindemith gibi önemli isimleri davet etmesi Türkiye’deki bazı müzikçilerin tepkisini çekmişti. 1933’te kamuoyunda tartışmanın yoğunlaşması üzerine Peyami Safa’nın girişimiyle Cumhuriyet gazetesi anket başlatmıştı. Operet bestecisi Muhlis Sabahattin, gazetenin sorularını yanıtlarken öncelikle nitelikli müzik dinleyicisi yaratılması gerektiğini söylüyor, müzik üretiminin ulusal değerlerden kaynaklanması gerektiğini savunuyor. “Kapılarımızı kapamak şöyle dursun, yurdu beynelmilel sanatkarların uğrağı haline getirmeliyiz” diyor.
Cumhuriyet gazetesinin bu konudaki neşriyatı, sahası gittikçe genişleyen ve genişledikçe önemi artan bir müzik anketine kapı oldu. Suad Derviş arkadaşımızın, İstanbul’un “konservatuvar alemi”ni nasıl konuşturduğunu, Ankara’da yalnız sanatkarlar değil bütün sanatseverler dikkat ve alakayla takip ediyor.
Ben de bugün bestekar Muhlis Sabahattin’í bu kapıdan içeri alıyorum; fakat o daha ilk adımını atarken:
– Esasta birleşirim ama falsolu sesler var, diye haykırdı.
Danteli çuvala değil, bizim has ipeklimize yapmalı
Muhlis’i bütün sevenler, onun öfkelendiği zamanı kollar. Anketimize verilen cevaplardan bestekarın düşüncesine uymayanları ileri sürdüğüm bunun içindir. Zaten kan başına sıçramıştı. Oturduğu otel odasında, rahatsızlığını işiterek ziyaretine gelen bir müzisyen dostunu adeta paylayıp duruyordu:
“Ben en kıymetli nağme diye ona derim ki cılız bir enstrümanla bile varlığını belli eder ve ifade kudreti sakat vasıtaların elinde olduğu halde, yaşar, kendini gösterir.
Utla Wagner çalınabilir mi ve niçin çalınamadığını bir kez düşündünüz mü?
İyi bir terzinin eline çuvalı verin, onu İspanyol dantelalarıyla da süslesin. Ne güzel tuvalet…
Ya bu dantelalar ya bu terzilik benim has ipeklimin üzerinde olursa?
Dostum! Melodi kumaştır ve biz dışardan bayağı kumaş ithal etmek istemiyoruz. Asıl kontenjan buna konmalı. Biz terziliğini öğrenmek, makasını getirtmek ve nihayet en geniş bir müsamaha ile astarını tedarik etmek ihtiyacındayız.”
Kuşlarımız bile Anadolu lehçesiyle ötüyor
Sesinin en yüksek perdesiyle konuşan üstad bu sefer bana döndü:
– Oda musikisi profesörünün gazetenize söyledikleri adeta milli duygularıma dokundu. Bay Liko Amar, şu kuş hikayesini Almanya’da olsun işitmiştir. Zira bu hikaye, Hitler iktidar mevkiine geçmeden önce söylenirdi:
Malum ya, her kuşun yaşadığı muhite göre bir lehçesi vardır. Bundan 120 sene evvel buraya gelen bir Alman kuşbaz, bir çift saka alıp götürmüş, orada bu çiftten bir nesil yetişmiş. 120 sene sonra hala Anadolu lehçesiyle ötüyor!
Eğer sayın profesör, Türklerin duygularının tekamülü için, behemehal Garb musikisinin adeta şırınga edilircesine aşılanması kanaatindeyse, kendisinden her şeyden önce bu kanaatini değiştirmesi beklenir. Musikimizi ıslah etmek vazifesini ellerine bıraktığımız profesörlerden, istenecek olan şudur: Kendi benzinimize, kendi özünüze, kendi dilimize ve kendi duygumuza has nağmelerin, yüksek milli heyecanlarımıza ve çok ince hislerimize uyumlanıp tekmil edilmesi. Aksi takdirde, onların buraya gelişi, benim de buradan yanıma bir ney, bir tanbur, bir kemençe alıp Itri’nin, Dede Efendi’nin eserlerini Almanlara aşılamak için Berlin’e gitmeme benzer.”
Muhlis Sabahattin tekrarladı:
“Sanata çok muhtaç olan toplumumuzda kapılarımızı beynelmilel sanatkara kapamak, hiç şüphe yok ki, doğru değil. Benim falsolu bulduğum sesler bu münasebetle gazetemize söz söyleyenlerin dokundukları bazı tellerden çıkıyor. İstisnasız olarak bu sanatkarlar cidden takdire, tazize layık birer yüksek kıymettirler. Ama benim kanaatimce sözlerini dinlememek şartıyla. Çünkü benim bu sözlerden çıkarabildiğim netice, Türkün kendi maksat ve mefhumuyla alakadar olamayacak, yepyeni bir cereyan dileğidir: Muazzam filarmonik orkestralar teşkil edip Türk halkını bu orkestraların büyük ve teknik tesirleri altında Garb müziğine sevketmek… Aşağı yukarı istenen bu!
Mesela büyük sanatkar, üstad Cemal Reşid ‘Halka musiki dinletmelidir!’ diyor. Halbuki mesele, musiki dinleyecek dinlediği musikiden zevk alacak geniş halk kütleleri yaratmaktadır, dava budur.
Yalnız Ekrem Besim, gelecek büyük sanatkarların yapacakları en esaslı işi o kadar güzel tayin etmiş ki, bayıldım: ‘Hiç olmazsa bizlere tahrik hissi verirler’ diyor. Bana da kalırsa, dinlediği musikiden zevk alabilecek bir halk kütlesi teşekkül etmediği müddetçe, büyük sanatkarlardan beklenecek yegane şey de bu tahrik işidir! Ekrem Besim, büyük sanatkarları dinlemeden büyük sanatkar yetişemeyeceği bahsinde de diğer arkadaşlarından ayrılıyor ve nihayet o da musiki terbiyesinin beşikten başlaması kanaatinde.
Büyük sanatkarlar, hiçbir vakit yalnız büyük sanatkar dinlemekte yetişmez. Belki musiki sahasında değil, fakat birçok nefis sanatkarlar sahasında atalarımız, yalnız kendi benliklerinden ilham alarak öyle muazzam sanat abideleri yaratmışlardır ki, bu asrın birçok sanatkarları hâlâ o eserlerden ilham almaya uğraşır.
Türk nağmesi malul bir varlıktır
Terbiyenin beşikten başlaması lazım geldiğini, halk tabakaları, birçok münevverden çok daha önce sezmiştir. Mesela eskilerin, çocukları doğunca kulağına ezan okutmaları, o zaman için dini bir gösteriş olmakla beraber, terbiyenin histen başlaması lazım geldiğine inandıklarını gösterir.
Bana çok sevdiğim sanatkar Mesut Cemil cevap verebilir mi ki – odasında Şark ve Garp enstrümanları, onun dehakar parmaklarının altında inleyebilmek zevkiyle çırpınıp durmaktadır- içinden taşan bir zevk anını yaşamak için hangi enstrümana el uzatır, hangi alet onun kıymetli ellerinde inlemek ve dinlenmek bahtiyarlığına erişir: Tanburu mu, viyolonseli mi?
Bizim kendilerine bel bağladığımız, varlıklarından ümitlendiğimiz Nimet Vahid, Cemal Reşit, Ekrem Besim gibi sanatkarlardan, bu hakiki sanatkarlardan dileğimiz şudur: Hürmetdeğer bilgilerini ve yüksek teknik kabiliyetlerini biraz da milli tarafa sarfetmelidir ve cidden dünyada eşi bulunmayan Türk nağmelerine ifade kudreti vererek, cihan sanatına onlarla meydan okumalarıdır.
Türk esas nağmesi başlıbaşına bir varlık, fakat malul bir varlıktır. Dileğimiz bu varlığı illetten kurtarmak, bu inkılap nesline yakışan bir heyecan ve ifade ile donatmaktır.
Yoksa, Beethoven’i, Wagner’i, Debussy’yi bizim çocuklarımız elbette ki Bayan Nimet Vahid’in dediği gibi, bir Fransız, bir Alman gibi bize takdim edemezler. Zaten matlub olan da bu olsaydı kendileri bir tarafa bırakılır, bunları anlatmak için konservatuvara bir Alman, Fransız getirilirdi….”
* * *
Sanatkarlarımız arasında bir fikir orkestrası teşkil eden musiki anketimize değerli bestekar Muhlis Sabahattin de işte bu sözlerle ve sesinin yüksek perdesiyle karışmış oldu!
(Mekki Sait Esen / 17 Aralık 1935 / Cumhuriyet / Arşiv çalışması: Zeynep Erdoğan)
Müzikte devrim üzerine
Histen gelen ve hisse giden bir madde üzerinde inkılab ve tadilat yapabilmek, bilmem ki kabil midir?
Her millet kendi milli nağmesi üzerinde çok titizdir. Değişiklik kabul etmez.
Şu misal her zaman ve her yerde tekrar edilebilir: Kuşların bile kendi vatanlarına, kendi muhitlerine göre bir ötüşleri vardır. Mesela saka kuşu Rusya’da başka, İngiltere’de başka ve Avustralya’da başka öter. Bundan bir zaman evvel Türkiye’ye bir kuşbaz Alman profesör gelmiş, Anadolu’dan bir çift saka kuşu alarak Almanya’ya götürmüş. Bu bir çift kuşu Berlin’de itina ile beslemiş, fakat 120 sene sonra bu saka kuşları Almanya’da yine Anadolu lehçesiyle ötmeye başlamış. Bu bir hakikattır. Fakat bu hakikata rağmen biz Garb musikisini tetebbü etmiyelim denmez. Türk musikisini asırların ve nesilerin bize devrettiği şekilde ifrad ederecede titizce muhafaza edelim de denemez. Bizim musikimizde öyle bir motif zengiliği vardır ki, bu, dünyanın hiçbir musikisine nasib olmamış bir servettir.
Bizim musikimizde noksan olan cümleler ve ifadelerdir. Bunları tekmil etmek ve bugünkü duyguya hitab edecek bir lisanı musiki meydana getirmek şarttır.
Milli Türk musikisi o zaman inkişaf eder ki selahiyetliler bu mevzu üzerinde çalışmak lazım geldiği kanaatında halis olsunlar.
Ben en kuvvetli nağme diye ona derim ki cılız bir enstürümanla bile varlığını belli eder ve ifade kudreti sakat vasıtaların elinde olduğu halde yaşar, kendini gösterir.
Sazla Wagner çalınabilir mi ve niçin çalınmadığını bir kerre olsun düşündünüz mü?
Eyi bir terzinin eline çuvalı veriniz, onu İspanyol dantelalarıyla da süslesin. Ne güzel tuvalet, değil mi? Ya bu dantelalar ya bu terzilik benim has ipeklimin üzerinde olursa?
Milli Türk Musikisi kumaştır ve biz dışardan bayağı kumaş ithal etmek istemiyoruz. Asıl kontenjan buna konmalıdır. Biz terziliği öğrenmek, makasını getirmek ve nihayet en geniş bir müsamaha ile astarını tedarik etmek ihtiyacındayız.
(Yusuf Ayhan ile söyleşi / 25 Mayıs 1940 / Türksözü / Arşiv çalışması: Zeynep Erdoğan)