Atatürk, Riyaseti Cumhur Orkestrası’nda görev yaptığı dönemde Münir Nurettin Selçuk’u birkaç kez Çankaya sofrasına davet etmişti. Selçuk, sağlık sorunlarını gerekçe göstererek gitmemişti. Yıllar sonra bir gün Çankaya’ya çıkması gerekti. Ve hayatı boyunca unutamayacağı Giyom Tell olayını yaşadı. Azmi Nihat’ın 1950’de yayımlanan notlarından naklen…
Radyo ses ve saz sanatkârlarının Atatürk’e dair kıymetli hâtıraları var. Bunlardan bazısını kendileriyle görüşürken, bazısını da sanatkârların, Atatürk’e ait hâtıralarını anlattıkları tanıdıklarından dinleyerek tesbit etmiştim.
Notlarımdan sizlere, bu kıymetli hâtıralardan birkaçını nakledeceğim.
Bütün sanatkârları takdir eden Atatürk, sevdiklerinden iltifatını esirgemediği gibi, Münir Nurettin Selçuk’u da çetin bir imtihana tâbi tutmuş ve onun yüreğini korkudan ağzına getirmiştir. Evet, Giyom Tell’in başından geçen vakaya benzeyen bu son derece meraklı ve heyecanlı hâdiseyi, diğerlerinin ardına bırakarak iltifata müteallik olan üçünü sıralayayım: İstanbul Konservatuvarı İcra Heyeti’nden ve İstanbul Radyosu’nun değerli zatlarından kemençeci Kemal Niyazi Seyhun, Atatürk’ün karşısında cesaretle, rahatlıkla bir fikri açıklamaktan çekinmemiş.
Üstad:
— “Atatürk’e akıl öğretmek, ne demektir” diyor. “Bunun neticesini bir düşünmeli… Fakat isteği üzerine dudaklarımın arasından birkaç kelime dökülüvermişti. Yanında bulunanlar, teklifim nasıl karşılanacak, diye nefeslerini bile kesmişlerdi.”
Kemal Niyazi Seyhun, tatlı tatlı anlattı hatırasını:
— Eski İstanbul Radyosu’nun faaliyette bulunduğu sıralardaydı. Vâki davet üzerine Ankara’ya gittik.
“Bilal Oğlan” şarkısını çok severdi
Bir gece kemani Reşat Bey’i Çankaya’dan istediler. Nedense çekindi, gitmedi; ama beni gönderdi.
Saat 23.00’te köşkteydim. Nitekim, beni de içeriye aldılar. Atatürk’ün bulunduğu sofra çok kalabalıktı. Belma Hanım da şarkı okuyordu.
Ata’nın elini öptüm, karşısında yer gösterdi. Yahya Kemal Bey de oradaydı. Ben, bira içiyordum. Ankara Birası’nı nasıl bulduğumu sordu. “Güzel” dedim. “Nesi güzel?” dedi. Hemen cevap verdim; “İçimi ve kokusu…”
Memnun oldu. Bir aralık lafımız Hatay meselesine intikal etmişti. Atatürk birden bana döndü:
— Bu meseleye dair siz ne düşünüyorsunuz?
Ayağa kalktım. Vereceğim cevabı bekliyordu. Birdenbire aklıma geldi. Bu aklıma geleni hemen söyledim:
— Paşam, bu iş müzakereyle halledilmez. Yani, Hatay’a yürümeliyiz.
Atatürk, bu cevap üzerine eliyle masaya vurdu ve Etrafındakilere:
— “Efendiler, Şimdi gördünüz mü?” dedi. “Beyefendi umumi efkârdan bir ferttir. Umumi efkârın işte kanaati de budur: Evet, Hatay böyle alınır…”
Cevabım, Ata’nın hoşuna gitmişti.
— Beyefendiye sigara veriniz, dedi. Sonra beni nereden tanıdığını hatırlamaya çalıştı, anlattım. Benden bir taksim istedi. Arzusunu layıkıyla yerine getirdim. Sabaha kadar oturduk. Atatürk en ziyade “Bilâl Oğlan”, “Allı yemeni”, “Şahane gözler”, “Mâni oluyor hâlimi takrire hicabım”, şarkılarını severdi.
Radyo yıldızı Muallâ Gökçaylı, müteaddit defalar Atatürk’ün huzurunda okumuş ve takdirlerine mazhar olmuştur. Diyor ki:
— 1932’deydi. Atatürk’ün huzurunda Kaptanzade’nin bir eserini okumuştum.
Ata:
—“Nerelisiniz?” dedi
Ilgazlı olduğumu söyleyince memnun oldu:
— Anadolu’dan, bu toprakların öz evlâdı olarak yetişmişsiniz, sizi tebrik ederim.
Münir, seni imtihan edeceğim
Kıymetli sanatkâr Münir Nurettin Selçuk’un, Atatürk karşısında geçirdiği imtihan cidden çetin, riskli ve dahası korkulu olmuş. Bu arada üstad Münir’in cesaretini yabana almamalıyız. Atatürk gibi tarihin malı olmuş büyük bir asker, eşsiz bir dâhinin kararlarında hiç şakası yoktur. Hele bu karar, Münir Nurettin’in başına bir kadeh konulup da ona Atatürk tarafından çok yakın bir mesafeden ateş edilmesine dair, tüyleri bile korkudan diken diken edecek neviden olursa…
Üstad Münir Nurettin, bilindiği üzere vaktiyle Riyaseti Cumhur kadrosunda bulunuyordu. Atatürk onu çok sever ve takdir ederdi. Ancak, kıymetli sanatkârımızın o sıralardaki gayesi, istidadını bir memuriyet hüviyeti içinde tahdit etmemektir. O Avrupa’ya gidip musiki kültürünü geliştirmeyi düşünüyor. Bu yüzden huzura çağırıldıkça: “Hastayım, boğazım ağrıyor, bademciklerim şişmiş” gibi ince bahanelerle Atatürk’ün dikkatini çekiyor.
Neticenin ne olabileceğini düşünmek, mânâsız… Tabiî Atatürk gücenmiş ve onu vazifesinden affetmiştir.
Münir Nurettin, Avrupa’dan avdetinden sonra bir gün bazı ses ve saz sanatkârlariyle beraber huzura çağırılmıştır. Kıymetli sanatkâr, Atatürk’e kendisini affettirmek için bir fırslat çıktığına memnundur.
Arkadaşlarıyla beraber Ata’nın yanına girdiği zaman o da diğerleri gibi Atatürk’ün eline uzanıyor ve öpmek teşebbüsünde bulunuyor. Fakat Atatürk, ondan hemen elini çekmiş ve Münir Nurettin henüz kurtulamadığı şaşkınlığı içinde bocalarken:
— Elimi bir şartla öpebilirsin, demiştir. Seni imtihan edeceğim. Muvaffak olursan barışacağız.
Üstad Münir Nurettin, buna çoktan razı… Gayet dikkatle Ata’nın emirlerini bekliyor.
— Münir! Bana bir Türkün en mümeyyiz vasfı nedir, onu söyle…
Üstadın aklına gelen Türkün misafirperver ve mükrim oluşlarıdır. Bunu Ata’yâ ifade ediyor.
Sonra ondan hiç beklenilmedik bir sual:
— Senin, Türklüğünden şüphen var mı?
Münir Nurettin:
— Hayır, diyor. Türklüğümle iftihar ederim.
— O halde kahramanlıkla, cesaret ve şecaat gibi hasletleri de nefsinde taşırsın, değil mi?
— Elbette…
– Şimdi senin cesaretini anlamak, seni bundan imtihan etmek istiyorum.
Ata, bu sözlerden sonra mecliste hazır bulunanlara dönüyor ve:
— Münir’in cesaretini deneyeceğiz şimdi, diyor.
Münir Nurettin ne olacağından habersizdir. Atatürk ona işaret ediyor ve sanatkâr gösterilen yere, salonun nihayetine gidiyor. Atatürk, ayağa kalkmış ve ona dönmüştür:
— Nurettin, başına bir kadeh koyacağım ve bu kadehe sekiz metreden ateş edeceğim. Razı mısın? Hesapta kurşunun kafana girmesi ihtimali de var. Düşün, taşın…
— Razıyım, paşam…
Münir Nurettin’in başına bir kadeh konuluyor. Atatürk de masasının gözünden çıkardığı sedef kakmalı tabancasını eline alıyor. Muayene ediyor. Silâh doludur. Sonra nişan vaziyeti alıyor.
Üstat Münir Nurettin bir heykel hareketsizliğiyle yerine mıhlanmıştır.
– Üçe kadar sayıp ateş edeceğim. Dikkat!
Birkaç saniye sonra, Ata’nın madeni sesi salonda çınlıyor:
– Bir…
– İki…
Herkeste bir merak… Acaba gerçekten ateş edecek mi?
Yine Atatürk’ün sesi:
– İki buçuk
Münir Nurettin, aynı hareketsizlik içindedir.
– Üç…
Ve akabinden, silahın salondaki hava boşluğunu yırtan tiz aksi…
Korkudan bir anda kapanan gözler, heyecan ve dehşetle barut dumanları arasından yeni sıyrılan Münir Nurettin’in başına dikilmiş. Münir, gülümsüyor. Bir taraftan da kadehin kırıklarını saçının arasından temizliyor.
Atatürk, bu imtihandan sonra elini Münir Nurettin’e uzatmıştı.
(Azmi Nihad / 5 Ağustos 1950 / Radyo Haftası/ Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig)
ÇANKAYA KÖŞKÜ’NÜN KÜTÜPHANECİSİ NURİ ULUSU AYNI OLAYI FARKLI ANLATIYOR
“Atatürk, Münir Nurettin Selçuk’a çok kırgındı. Bunun nedenini merak ediyordum. Sonunda öğrendim. O dönemin en ünlü sanatçılarından Selçuk, bir gece yine Dolmabahçe’de huzurda şarkı söylerken ve Atatürk de pek keyiflendiği sofrasında ona eşlik ederken, ünlü sanatçı birden Ata’nın yanma gelmiş ve kulağına eğilerek şöylefısıldamış: ‘Lütfen, benimle beraber söylemeyin, şarkıyı bozuyorsunuz, ben de rahat söyleyemiyorum’. Atatürk o gece Münir Nurettin’e çok kırılmış, gücenmiş (…) Aradan bir müddet geçti, Bursa’dayız. Akşam Çelik Palas’ta harika bir sofra kuruldu. Mutat kalabalık, zevat ve de davetliler arasında Münir Nurettin Bey de oturuyor. Atatürk birden elini beline attı, silahını çıkardı ve Münir Nurettin’e seslendi, ‘Münir Bey, sesin çok güzel, çok yüksek perdeden de söylüyorsun, bakalım cesaretin de yüksek mi? Şu rakı bardağını al da başının üzerine koy bakalım’. Hepimiz donduk, kaldık. Selçuk hiç tereddüt etmeden bardağı başının üzerine koydu, Atatürk’e bakmaya başladı. Biz şaka yapıyor sandık ama birden silah patladı. Bardak yerinde duruyordu. Meğer tetiği çekerken silahı yukarı doğru tutarak ateş etmiş. Esasında bardağa atsa kesin vuracağından emindik, çünkü attığını vuran müthiş bir silahşordu. Münir Bey, rakı kadehini eline aldı ve ‘Şerefinize, sağlığınıza içiyorum Paşam’ diyerek fondip yaptı ki, kendileri içkiyi sevmezlerdi. Atatürk, yanına çağırdı ve ‘Sesin kadar cesaretin de yüksek ve mükemmelmiş, hadi şimdi güzel bir şarkını oku da neşelenelim’ dedi.”
(Mustafa Ulusu / Atatürk’ün Yanıbaşında 40 Yıl / Doğan Kitap)