Necati Cumalı / Şevki Bey’i büyük kılan şarkılarının diyetini ödeyecek kadar riskli yaşamasıdır

0

20 Temmuz 1891’de, alkol koması sonucu 31 yaşında hayata veda etmişti Şevki Bey. 125 yıl geçti aradan. Şarkıları hâlâ seviliyor, dinleniyor. Edebiyatçı Necati Cumalı, Yılmaz Öztuna’nın büyük bestecilerimiz sıralamasında Şevki Bey’i ikinci sıraya koymasına muhalefet ediyor.

 

Şevki Bey’in “Sonbahar Şarkısı” klasik müziğimizin en çok sevdiğim şarkılarının başında gelir, ilk dinlediğim günden beri büyülemiş, bestecisinin derin duyarlığına hayran etmiştir bu şarkı beni. Bestecisinin diyorum, çünkü klasik müziğimizle ilgimiz kopuktur, bilgilerimiz dağınık, şuradan buradan kapmadır bizim. Bu şarkının Şevki Bey’in bestesi olduğunu, kulağıma ilk çalındığından nice sonra öğrendim…
Yılmaz Öztuna’nın “Şevki Bey” üstüne yazdığı kitabı bu gerçekle bir kez daha karşılaştırdı beni. Kitapta yer alan 130 şarkı güftesini okuyunca, çok sevdiğim halde bestecilerini bilmediğim çok sayıda şarkının Şevki Bey’in besteleri olduğunu gördüm: “Demem câna beni yâd et”. “Kış geldi firak açmada sineme yâre”. “Nedir bu haletin ey meh cemalim”, “Hastasın zannım vefa mahrumusun / Söyle gönlüm sen kimin meftunusun?”. “Bilmiyorum bana ne oldu?” vb. gibi…
Recaizade Ekremler, Muallim Naci’ler döneminde yazılmış, yazıldığı günlerin şiir beğenisini yansıtan, sıradan, özgün bir yanı olmayan bir şiire dayanıyor “Sonbahar Şarkısı“nın sözleri. Şairi Sadi Bey unutulmuş bir şair: “Gülzâra nazar kıldım, virâne, misal olmuş / Seyrân—ü safalar hâb-ü hayal olmuş / Güller sararıp solmuş…”
Bestesine gelince öyle değil! Bu sözlerin sıradan sözler olduğunu unutturuyor duyulan sesler. Şiir değerini akla getirmiyor. İlk notalarda ağır adımlarla bir güz bahçesine alıyor dinleyeni. Hafif bir esintiye ayak uydurarak sessizliği bozmadan ilerliyorsunuz. “Virane” derken notalar tiz perdelerde hızla dolanan bir devinim kazanarak uzuyor, yerden kaldırdığı bir iki sararmış yaprağı savuruyor sağınızda solunuzda. Ardından diniyor, yerlere düştüğünü görür gibi oluyorsunuz o yaprakların. Ne kadar yalnızsınız! Ne türlü özlemler içindesiniz! Dinlediğiniz büyük bir bes-tecinin notalarıdır… Şevki Bey’in çoğu bestelerinde olduğu gibi imge, şarkının sözlerinde değil, seslendirilmesindedir burada da. Örneğin Recaizade Ekrem Bey’in bir şiirinden seslendirdiği “Sen bu yerden gideli ey saçı zer / Seni söyler bana dağlar dereler”i dinleyin. Bir derede bir yerlerden kopup gelen suların, taşlara çakıllara çarparak, kayalıklardan atlayarak, hızlanıp yavaşladığını, o “saçı zer”i arar gibi akıp gittiğini görür gibi olursunuz…

Önyargılar nedeniyle zenginliklerimizi geç fark ettik

Ortaokulu, liseyi bitiren bir genç, ne öğrenir bizde kendi müziğimiz üstüne? Hiç! Dede İsmail Efendi’nin, Şevki Bey’in adlarını bile bilmez. Benim öğrencilik yıllarımda, müzik ile resim dersleri ortaokulda sona ererdi. Genel solfej bilgileri edinir. Schubert’in, Mozart’ın sözleri Türkçeleştirilmiş üç beş şarkısını öğrenirdik. Bir şey daha öğrenirdik: Kendi müziğimize tu kaka demesini! Alaturkaydı, köhne bir müzikti bizim müziğimiz. Tek sesliydi, uyku ilacıydı. Bu önyargıyla liseye geçince öğreneceğimizi öğrenmiş sayılırdık, lisede resim gibi müzik dersleri de kesilirdi!
Ne kadar yanlış bozuk bir eğitim? Aksine resim ile müzik derslerinin ortaokuldan sonra ders saatleri artarak sürdürülmesi gerekir. Resim de müzik de az çok yetişkin bir gencin anlayarak izleyebileceği konulardır. Ayrıca yaşadıkça yararlanacağı genel kültür alanlarıdır.
Türk müziği ile ilgili bu ön yargının baskısı uzun yıllar müzik diye ne dinlesek göz altında tuttu bizi. Türk müziğinin değerli parçalarına duyduğumuz yakınlığı yüksek sesle dışa vurmaktan çekindik. Sırasında en bayağı Fransız, Amerikan şarkılarına güzel demek zorundaydık da. ltri’nin. Dede İsmail Efendi’nin, III. Selim’in. Hacı Ârif, Şevki, Cemil, Rahmi Beylerin, Lemi Atlı’nın şarkılarından bir iki melodi mırıldanacak olsak “Kes şu yürek bayıltıcı sesleri!” diye azarlanıyorduk.
Batı müziğini tanımak açısından açık bir talihim oldu benim.
1946—49 yılları arasında Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nde çalıştım. Müzik çevrelerinde yakın dostluklarım oldu. Toplam olarak beş yıl yurt dışında yaşadım. Batı müziğinin büyük ustalarını her zaman severek hayranlıkla dinledim. Bu hayranlık hiçbir zaman sevdiğim şarkılarımızdan koparmadı beni. Klasik müziğimizin, türkülerimizin değerini gözümde küçük düşürmedi. Aksine melodi zenginliklerini anlamama yardımcı oldu.
Stockhausen bizde tanınan bir besteci değil. Batıda ise çağımızın Beethoven’i olduğunu söyleyenler var. 1972 Şiraz Sanat Festivali’nin onur konuğu Stockhausen’di. Programın müzik bölümünde bir hafta boyunca her gün verilen konserlerde tüm besteleri çalındı. Bu sırada Stockhausen’in sanat anlayışını açıkladığı bir konuşmasını dinledik. Söyledikleri arasında beni en çok ilgilendiren Stockhausen’in ağzından Doğu müziğinin övgüsünü duymak oldu. Batı müziğim düşünceye dayanan aşırı akılcı, duygu yanı ise zayıf giderek kısır bir müzik olarak değerlendirdi. Müzikte duyguyla Doğu müziğinde, ilk olarak da Bali Adaları’nda yaptığı incelemelerde karşılaştığını söyledi.
Tek sesli ya da çok sesli olması güzellik açısından neyi değiştirir müzikte? Batı müziğinin çok sesli parçalan arasında yığınla kötü olanlar var; güzel olan tek sesli şarkılar da! Müziği dünyanın dört bir yanında yaratılmış evrensel değerleriyle sevmek yerine, alaturka, alafranga diye ayırmak niye? Hele Afrika kökenli caz müziğinin bütün dünyayı nasıl sardığını etkilediğini gördükten sonra!

31 yılda bin beste

Şevki Bey, 1860’da İstanbul’da Fatih’te doğmuş. 1891 yılı 20 Temmuz sabahı, girdiği alkol koması sonucu Bebek’te bir dostunun evinde, yatağında ölü bulunmuş! Kısacık, 31 yıllık bir yaşam. Bu kısacık yaşamına bini bulan şarkı bestesi sığdırmış. Biraz lavta biraz da ud çalarmış. Bir şarkıyı tek dinleyişte kapan bir kulağı varmış. Sesi oldukça güzelmiş. Bestelerini usul vurup, söyleyerek yaparmış. Şarkılarını başkaları notaya almış. Yılmaz Öztuna, bestelerinden ancak 250’sinin notasının elimizde bulunduğunu söylüyor.
Şevki Bey, 13 yaşında ortaokulu bitirdikten sonra Muzıka’yı Humavun’a (Saray Konservatuarı) alınmış. Burada Klasik Türk Müziği’nin şarkı repertuarını tanımış. Hacı Arif Bey’in hocalığından yararlanmış.

Hacı Arif Bey

Şevki Bey, Saray Konservatuarı’nın havasına uyum sağlayamaz, alacağını aldıktan sonra ayrılır. Özgün yaradılışlı, gösterişten kaçan bir kişidir o. Halk adamıdır. Dostlarının yardımıyla gümrüklerde küçük bir iş bulur, küçük bir evde, kıt kanaat yaşar. Günden güne artan bir alkol bağımlılığına kapılarak. Dönemin müzik edebiyat çevreleriyle sarmaş dolaş bir bohem yaşamı sürer…
Yılmaz Öztuna: “İçki belâsına kapılıp saraydan ayrılmasa. Muzıka’da musiki eğitimini ilerletip diğer musiki formları ile de uğraşsa, düzenli bir hayat yaşasa idi daha büyük bir besteci olurdu” diyor ama ben bu kanıda değilim. Aksine Şevki Bey’i büyük kılan şarkılarının diyetini ödeyerek bu riskli yaşayışı! Yaşanmışlıklarından geliyor şarkılarındaki seslerin inandırıcılığı. Alkol tutkusu, çoğu büyük sanatçılar gibi kendini sanatına adaması ile eşleşiyor adeta. Alkol aradığı seslerin ardında bir yolculuk. İçki ile kendini yitirdikten sonra yeni bir beste ile dönüyor bu yolculuktan. Bazen de sabah ayılınca gece içki masasında bestelediği şarkıyı ya da şarkıları hatırlamıyor! Ahmet Rasim, soğuk bir kış gecesi tiyatrodan çıktıktan sonra evine dönerken, Şişhane’de Altıncı Daire’nin merdivenlerinden kör kütük yuvarlandığını görür Şevki Bey’in. Kaldırır, koluna girer, arada bir sırtlayarak bin güçlükle Cağaloğlu’ndaki evine getirir. Sabah ayıldığında Şevki Bey’in ilk sözü “Gel şu şarkıyı geç!” olur. Kendine özgü okuyuşuyla “Mahzun dili-mi şâd edecek sensin efendim / Her lâhza beni yâd edecek sensin efendim” şarkısını söyler. Gece olanlara gelince, yemin billâh, bir şey hatırlamaz!…
Yılmaz Öztuna’nın Şevki Bey’i tanıtan çalışması olumlu bir girişim. Sık sık “Hacı Ârif Bey’den sonra gelen en büyük şarkı bestecimizdir” diye ille de Şevki Bey’i Hacı Ârif Bey’den sonra gelen bir sıraya koymak istemekte direnmesinin nedenini ise bir türlü anlayamadım. İkisinin de büyük besteciler olmasını engelleyen bir yasa mı var? Bir çizgiden sonra herkes kendine yakın bulduğu besteciyi büyük sayar. Biraz da kişilik sorunudur bu seçim. Ayrıca büyük diye anıl-mayan bestecilerin az sayıda da olsa öyle parçalan vardır ki, konser programlarında en büyük bestecilerin seçkin besteleri yanında yer alır…

Müzik dili eskimiyor

Önümüzdeki yıl Şevki Bey’in yüzüncü ölüm yıldönümü. Şarkılarının sözleri dil açısından ne denli eskirse eskisin, müzik dili eskimiyor: hâlâ seslendirildikleri günlerdeki duyarlıklarıyla etkiliyor dinleyenleri, dün bestelenmişler gibi seviliyor! Büyüklüğün bundan açık kanıtı mı olur?
Beethoven’in senfonilerinde, yaşadığı dönem Viyana’sında sokaklarda söylenen şarkıların melodilerinden yararlandığı bilinir, klasik müziğimizin zengin bir duyarlıkla yüklü melodileri çağdaş bestecilerimizin ilgileriyle çoksesli parçalara dönüşecekleri günleri bekliyor.
Düşünüyorum, yetişen kuşaklar, Batı müziği örnekleri yanısıra okullarımızda Klasik Türk Müziği’nin seçkin örnekleriyle eğitilseydi, arabesk müzik bu derece yay-gınlaşacak bir ortam bulamayacağı gibi, klasik müziğimiz de arabeskin etkisiyle bugünkü kadar yozlaşmaz, belki de özündeki değeri koruyabilirdi!…
(Necati Cumalı / Temmuz 1990 / Gösteri Dergisi)

Share.

Leave A Reply

thirteen − 1 =

error: Content is protected !!