Öykücü, romancı, köşe yazarı Ahmet Rasim aynı zamanda besteciydi. 1932’de 68 yaşında Heybeliada’da vefat ettiğinde geriye aşık olduğu kadınlara hitaben yazdığı 20 civarında şarkı kaldı. Güftesini yazdığı , sözü ve müziği kendine ait “Bir bahar ister gönül gülsüz çemensiz lâlesiz” gibi şarkıları bugün bile sevilerek dinleniyor. Rasim’in besteci torunu Osman Nihat, 1950’lerde Rasim’in müziği ile aşkları arasındaki bağlantıyı anlatırken “Dedem sebepsiz şarkı yazmazdı” diyor ve vasiyet niteliğindeki sözünü aktarıyor: “Kaabilse, aşktan evvel ölmeğe gayret etmeli.”
Dedem Ahmet Rasim (1864 – 1932) ilk musiki terbiyesini 1876 tarihinde girdiği ve 1883’de mezun olduğu Darüşşafaka’da, Zekâi Dede’den almış ve mektepten çıktıktan sonra, bir müddet de Mevlevihane’ye devam ederek musiki bilgisini arttırmıya çalışmıştır. O şarkılarının güfte ve bestelerini kendi yapar, en ziyade Suzînâk, Mahur, Rast, Uşşak, Garip Hicaz, Muhayyer, Karcığar, Segâh ve Hüzzam makamlarını sevdiği için şarkılarında bu makamları tercih ederdi. Mahaza Nihavent şarkıları da yok değildir. Aşağıdaki şarkı Nihavent makamından olup, sengin semai usulünde bestelenmiştir.
“Dök zülfünü ruhsarına, mehtap tutulsun,
Aç gerdanını subhu safa, gönlüme dolsun,
Leblerde uçuşsun, bütün ezvakı muhabbet,
Bir böyle şebin, böyle günün, namı duyulsun”
Şarkılarının yekûnu atmış beşi bulduğu ve “Asar-ı hayal” adı altında toplandığı söylenirse de metrûkâtı arasında böyle bir derlemeye rast gelinememiş, bilâkis tarafımdan uzun seneler bu evrak-ı metruke ile, elime geçen Necmi merhumun fersudeleşmiş musiki defretinden bir kısmını çıkartmıya muvaffak olarak, Ahmet Rasim’i yazmak istiyen muharrirlere şahsen takdim etmiştimdir. (Necmi merhumun Ahmet Rasim’le olan dostluğundan ileride bahsedeceğim).
Karanlık günlerde çevresine umut verdi
Ahmet Rasim, mütareke senelerinde günlerini Kadıköy’ünde, Papas’ın Bağı namı ile meşhur olan bol ağaçlı bir bahçenin içersinde geçiriyor, ara sıra kendisini ziyaret eden dostlarının, o günki kötü durum hakkında vâki sorularına kısaca:
“Gün doğmadan meşime-i şebden neler doğar” mısrağı ile ümit vermeğe çalışıyordu. O kara günler sırasında yazıp bestelediği şu şarkı, mütareke günlerinin meş’um hatırasını taşımaktadır.
Bir bahar ister gönül gülsüz, çemensiz, lâlesiz
Bülbülü ötmez, çemenzarı çiçeksiz, jâlesiz
Böyle bi ren-gi bahar, böyle figansız, nâlesiz
Bir hayatın belki vardır başka zevki, neş’esi?
Bu şarkı ile Ahmet Rasim o günlerin şumullü bir tasvirini, musiki ile de ızdırabını terennüm etmiştir. Netekim Milli ordunun İstanbul’a girdiği tarihlerde de:
Yar güldü, benim bahtım uyandı.
Evim, gönlüm, çiçeklerle donandı.
Gören, cennet sanıp şaşdı, inandı.
Evim, gönlüm, çiçeklerle donandı.
Şarkılarını yapmış ve her ikisini de, Uşşak makamından bestelemiştir.
İnönü ansiklopedisinin 6’ıncı fasikülünde, yaptığı şarkı notalarının Darüşşafaka kitaplığında olduğu yazıldığına göre, bu asârın oradan temin edilmesi ve Radyo repertuarına mal edilmesi daha doğrudur.
Bu şarkı Vefalı güzele yazılmıştı
“Ahmet Rasim’in Aşkı” başlıklı bir seri yazısında müverrih Ahmet Refik (Altınay) merhum, onun çapkın mizaçlı olduğundan bahsetmiş olmasına binaen şu şarkının da o tarihlerde Vefa taraflarında oturduğu anlaşılan, İstanbul’un maruf güzellerinden bir kadına yazıldığını tahmin etmekte olduğum gibi, Ahmet Rasim’le arkadaşlık etmiş olanlar da benim bu tahminimi teyit etmektedirler.
Gözümde işve nûmadır hayali bî bedeli
Hüda bilir ya, iki defa gördüm ol güzeli
Yanıp tutuşdum o şirin edayı görmiyeli
Acep Vefa’da mı semti o bî vefa nereli?
Muhayyer makamından bestelediği bu şarkıya, dahiliye nazırlığı yapmış bulunan Reşit Bey’in nazire olarak aşağıdaki ikinci kıt’ayı kalemealdğına bakılırsa, bu kadın sade Ahmet Rasim’i değil, devrin ekâbirini de o zamanın tabiri ile (Pençe-i füsunkârına ram etmiş) ve belkide bu yüzden iştihar etmiştir.
Yegânedir o güzelin cihanda yoktur eşi
Ederdi ruhumu taltif, o nazenin revişi
Görünmiyor bana şimdi hayatımın güneşi
Acep Vefa’da mı semti o bi-vefa nereli?
Kıt’ası ile Reşit Bey’in, Ahmet Rasim’i tanzir mi ettiği yoksa aynı hisle Vefalı güzele mi hitap ettiğini tâyin etmek, kolayca mümkün değildir. Yine bugüzel kadına atfedildiği tahmin edilen şu kıt’a da Ahmet Rasim’in olup Mahur makamından bestelemiştir.
Güzel olsun, cefakâr olmasın, olmaz;
Gönül görsün, giriftar olmasın, olmaz;
Tecahüldür o yarin ettiği yoksa;
Şu halimden haberdar olmasın olmaz.
Filhakika gençlik ve onu takiben olgunluk devirlerinin, uzunca bir rüya gibi geçişi, Ahmet Rasim ile Vefalı güzeli de ihtiyarlatmakta, uzun senelerin çizgileri yüzlerde acıklı inhinalar peyda etmektedir. Ahmet Rasim’in nedense:
Hat geldi, yine hüs-nü anın bir civan değer,
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer
Demeğe dili varmıyor, bitkin bir hale geldiği anlaşılan bu kadına bir gün Galata Köprüsü’nde rast geliyor. Zaman inat etmeyip de geri dönse, belki teselli bulacaklar; fakat ne çare tabiat hükmünü infaz etmiş, her ikisi de ihtiyar olmuşlardı.
Aşkın makamı uşşak olmalı
Bundan sonraki teselli, ancak kendini daha az ihtiyarlamış görenlere müyesser olmakta, netekim Ahmet Rasim, şu kıt’ası ile bunu itiraf etmektedir.
Sen söyle ne oldun, yine avare mi kaldın?
Candan sevenin kalmadı, ağyare mi kaldın?
Şaşdım seni gördüm de, perişan-ı mükedder,
Benden beter oldun, daha biçare mi kaldın?
Sönmüş o güzel gözlerinin nur-u nigâhı
Kaçmış o keman kaşlarının ren-gi siyahı
tutmuş seni en sonra demek, gönlümün âhı
Benden beter oldun, daha biçare mi kaldın?
Aşkın beğendiği makam ne olabilir?
– Uşşak!
Ahmet Rasim, bunu da Uşşak makamından bestelemiştir.
Ahmet Rasim bir aralık gönül oyunlarından vazgeçiyor ve bu sırada şu şarkıyı besteliyor:
Teneffürler, teneffürler, o yarı bi vefadan,
Visalinden, firakından, gece gündüz müdaradan,
Başım rahat, gönül rahat, iyi ettim de vazgeçtim,
Visalinden, firakından, gece gündüz müdaradan.
şarkısı ve:
Dün gece bir bezmi meyde ah edip anmış beni,
Varsın öğrensin, nasılmış ah edip yad eylemek,
suz bu ya, bir başkasından, çokça kıskanmış beni,
Anlasın neymiş seven bir kalbi berbad eylemek.
şarkısı ile, evvelce takdir edilmeyen aşkının kinini açığa vurmaktadır.
Her yazdığının bir sebebi var
Ahmet Rasim’in, gençliğine ait gönül oyunlarının tamamını, şüphe yok ki, kendisinden fazla kimse bilmez. Fakat, benim bildiğim bir şey varsa, onun sebepsiz bir şiir, bir şarkı güftesi, bir roman, hattâ bir makale yazmadığıdır.
Belâsın gerçi ey sevda fakat tatlı belâsın sen
Benim gönlüm gibi âşuftegâna müptelâsın sen
Beni güldürmedin lâkin gamından şâd olanlar var
Sanırsam her gönülle başka yolda âşinasın sen
Mısralarını söyleyen Ahmet Rasim’in, gönlünde yer eden sevgililerinin bazılarından acılar duyduğunu hissetmemek mümkün değil…
Onun, zaten olgun tarafı, kendisine karşı yapılanları dahi tabii görmesinde tecelli eder.
Taklitçiliğiyle ünlüydü
Ahmet Rasim, gençliğinde, arkadaşları arasında yaptıkları meclislerde, sırası geldikçe söylediği hikâyeleri, taklitlerini yaparak anlatırmış.
II.’nci Hâmid devrinde, bir yaz günü, Çam limanında eğleniyorlar. Ahmet Rasim de Arap taklidi yapıyormuş. Bu sırada, çamlar arasından, saraya mensup bir harem ağası peyda olunca, Ahmet Rasim, hiç istifini bozmadan:
– Ey cemaat; karanlık bastığından vaazımızın üst tarafını başka bir gün tamamlarız…
Diyerek, hem kendisini ve hem de arkadaşlarını, onu sürgüne kadar varabilecek bir felâketten kurtarmış…
Tüm bildiklerimi açıklamam mümkün değil
Gelmiyorsun mâni’in var sevdiğim çoktan beri
Bir nasılsın yok mu amma âşık-ı biçareye
Şunda bunda kal yine eğlen geçir şu demleri
Bir nasılsın yok mu amma âşık-ı biçareye
Kıtasını vefasız bir sevgilisine yazmış ve segâh makamından da bestelemiş olması, onun bu cephesini ispata yeter birer delildir.
– Bu kadınlar kimlerdi?
Bunu, bana hiç sormayın! Birçoklarının isimlerini bildiğim hâlde, bunların hiçbirini bugün de, yarın da söyleyecek değilim. Gerçi sevmek günah değil, belki de mukaddes bir histir. Fakat, ne olursa olsun, bu mukaddes günahın şarabını içmiş olanların sarhoşluğunu, âleme ilân etmek için, kendimi haklı ve salâhiyetli görmüyorum.
Dedem, öldükten sonra, geride bıraktığı metrukât ve perişan evraklar arasında elime bir şarkı defteri geçmişti. Bunu hâlâ saklarım. Saklıyorum, çünkü, Ahmet Rasim’in, kendi kendini inzivaya çektiği Kadıköy’ündeki Papazın Bağı’nda geçirdiği günlere ait hâtıraların birçoğu, bu defterde tarihleri ile kayıtlı.
Meselâ; bu defterin bir yerinde şu mısralar yazılı:
Sevdiğim günden beri çıkmaz hayâlin dideden
Sen benim ruhum musun, cânım mısın ey gülbeden
Ve altında da, 13 Mayıs 1338 tarihi kayıtlı olduğuna göre, Ahmet Rasim’in o sıralarda kimlerle düşüp kaltığını, ben dahi pek iyi hatırlarım. Fakat, bu kadınların kimler olduğunu, yukarıda arzettiğim sebep ve salâhiyetsizlikten dolayı söyleyemem.
Ahmet Rasim’in, gerek içki ve gerekse çapkınlık âlemlerinde eksik olmayan, güzel sesli bir arkadaşı vardı.
Necmi Bey…
Necmi… Aman Yarabbi, ne hisli, ne güzel sesli, ne efendi insandı o…
Kendine mahsus tavırlarıiyle şarkıları süsler, incecik parmaklarını dizleri üzerinde kaldırıp indirerek, usûl tutar. Garibi şu idi ki, o devirlerde avaz avaz bağırmak makbul sayıldığı hâlde, o, bulunduğu meclise kifayet edecek perdenin üstüne çıkmazdı.
Yürürken hafifçe aksadığı için, ona Topal Necmi de derlerdi. Fakat, dedem, bu lâkabı sert bulduğu için:
– Len Necmi veyahut Necmilenk diyelim, ikisi de aynı mânaya gelir. Lenk, zaten kibarca topal demektir.
Der, Necmi de dahil olmak üzere hep birlikte gülerlerdi.
Necmi Bey’in, maateessüf, çok genç yaşta veremden öldüğü söylenirse de, merhumun, kendi el yazısiyle bu deftere geçirdiği “Nabedid”in Bekri Mustafa’nın ağzından yazdığı:
Bana Bekri derler, Bekriyim Bekri
Benim bu ümmette sarhoşlar pîri
Yazılmış içerim ezelden beri
Takdirime bakar bakar içerim.
*
Birdir nazarımda geceyle gündüz
Sabah ile akşam, bahar ile güz
Yaşarım keyfimce pürüzsüz dümdüz
Sendeler, yıkılır, kalkar içerim.
*
Bir kerre başladım, artık bırakmam
Eskiyi tazeler, yeniden çakmam
Adına, tadına, rengine bakmam
Eğrilir, doğrulur, sarkar içerim.
*
Başımda yıldızlar, semalar döner
Yuvarlanır durur altımdaki yer
Yeri, göğü seçmez olsam da içer
Bulut olur çakar, çakar içerim.
*
Haram kılmış mey’i bilirim Mevlâ
Bana onsuz fakat haramdır dünya
Yasak edecekmiş padişah amma
Boynuma ipimi takar içerim.
*
Ay güneşi içer, güneş dünyayı
Orman bulutları, zulmet ziyayı
Otlar toprakları, toprak dünyayı
Ben de hayatımı, yakar içerim.
*
Cihana baktıkça efkârım yanar
Ciğerim sızlar da yüreğim kanar
Düşünür hâlimi, sonumu anar
Gözüm yaşı akar, akar içerim.
Kıtalarının altına: “Necmeddin Bey’e münasiptir. Hepimiz öyle karar verdik. 18 Mayıs 1329” tarihini atarak, birçok kişilerin imzaladıklarına bakılırsa, Necmi Bey’in içkiye fazlaca düşkün olduğu ve bu yüzden ya verem veyahut bünyesinde esasen mevcut bulunan veremin, bu nâhif vücudlü zatı vaktinden evvel ölüme sürüklediği anlaşılıyor.
“Ahmet Rasim’in Aşkı” başlıklı bir seri yazısında, tarihçi Ahmet Refik, onun aşk mektuplarından bir kısmını neşretmişti.
Bumektuplarda, mevzuubahis olan kadınlardan, Vefa taraflarında oturduğu anlaşılan, zamanın mâruf gözellerinden biri için yazılan:
Gözümde işvenümadır hayâli bîbedeli
Hüdâ bilir ya, iki defa gördüm ol güzeli
Yanıp tutuştum o şirin edâyı görmiyeli
Acep Vefa’da mı semti, acep acep nereli?
Ahmet Rasim’in muhayyer makamından olarak bestelediği bu, şarkıya, dahiliye Nazırı Reşid Bey’in, nazire olarak aşağıdaki kıtayı kaleme aldığına bakılırsa, bu kadın, yalnız Ahmet Rasim’i değil, devrin ekâbirini de füsunkâr pençesinin içine almış, belki de bu yüzden intihar etmiştir.
Yegânedir o güzelin cihanda yoktur eşi
Ederdi ruhumu taltif o nağmenin revişi
Görünmüyor bana şimdi, hayatımın güneşi
Acep Vefa’da mı semti o bîvefa nereli?..
Kıtasiyle, Reşid Bey’in, Ahmet Rasim’i tanzir mi ettiği, yoksa, ayni hislerle Vefalı güzelemi hitap ettiğini tayin etmek mümkün değildir.
Fazlaca cilveli bir şey olduğu anlaşılan bukadına atfedildiğini tahmin ettiğim aşağıdaki güfteyi de, Ahmet rasim, kaleme almış ve sonra, mahur makamından bestelemiştir:
Güzel olsun cefakâr olmasın olmaz
Gönül görsün, giriftar olmasın olmaz
Tecahüldür o yârin ettiği yoksa
Şu hâlimden haberdar olmasın olmaz
Son şarkısı bu olabilir mi?
Filhakika, gençlik ve onu takiben olgunluk devirlerinin uzunca bir rüya gibi geçişi, Ahmet Rasim ile Vefalı güzeli de ihtiyarlatmakta, uzun yılların bıraktığı izler, yüzlerde acıklı çizgiler peyda etmektedir.
Fakat, Ahmet Rasim, bunu şu kıtasiyle itiraf etmektedir:
Sen söylene oldun, yine âvâre mi kaldın?
Candan sevenin kalmadı, ağyare mi kaldın?
Şaştım seni gördüm de perişan-ı mükedder
Benden beter oldun, daha biçare mi kaldın?
Sönmüş o güzel gözlerinin nur-u nigâhı
Kaçmış o keman kaşlarının reng-i siyahı
Tutmuş seni, en sonra demek gönlümün ahı
Benden beter oldun, daha biçare mi kaldın?
Takriben, 15 sene evvel vefat etmiş ve Necmi Bey’in defterinde, bu kıta, aynen merhumun el yazısıyle kayıtlı bulunduğuna göre, son şarkısının bu olmadığı tebeyyün etmektedir.
Baha Gökoğlu’nun, Ahmet Rasim’i son defa gördüğü, Karaoğlan’dan Büyük Millet Meclisi’ne giden yol üzerinde, kendi kendine söylediği, yazdığı şarkı bu olabilir. Fakat, bunu terennüm etmesi, son şarkısı olduğuna delâlet etmez.
Peki son sevgilisi kimdi?
– Ahmet Rasim’in son sevgilisi kimdi?
Eğer, yaşamak ebedi olsaydı, hiç kimsenin son âşığını tayin etmek mümkün olamazdı. Benim elimde bizzat hatt-ı desti ile yazılmış şu iki kıtadan müteşekkil bir şikâyetname var.
Aşkı tasvire, hikâyet için ey nâzik eda
Tâkatim olsa da sevsem seni bir kerre daha
Bune suzişli, ne tatlı, ne tükenmez hülyâ
Tâkatim olsa da sevsem seni bir kerre daha
İhtiyarlıkta bulurdum yine bir başka şebap
Sen mi, gönül mü, zaman mı beni kim etti harap?
Hâlimi bildir ona ey gamlı hitap
Tâkatim olsa da sevsem seni bir kerre daha
Bunlar da bir şikâyet midir? Yoksa, geride kalan hâtıralara karşı bir tahassür müdür? Bunu kestirmek mümkün değildir.
Ahmet Rasim, bir ara, gönül oyunlarından vaz geçiyor. Vazgeçiyor değil de, âdeta nefret ediyor.
Teneffürler, teneffürler o yâr-i bîvefadan
Visâlinden, firakından, gece gündüz müdaradan
Başım rahat, gönül rahat iyi ettim de vaz geçtim
Visâlinden, firakından, gece gündüz müdaradan
şarkısının güftesindeki samimi itiraf bunu teyit etmektedir. Aşktan bîzâr olanların sayısı kaçı bulur? Allahü âlem, bunu kimse bilmez, bilemez. Fakat, aşktan nefret etmek… İşte, buna aklım ermiyor…
90 yaşında olduğu hâlde, gönlünde taptaze aşk yaşatan ve bu aşkların maceraları ile boğuşmak, Bernard Shaw gibi, çok yaşlı insanların pek harcı değilmiş gibi görünüyor. Ve hattâ insan, dinamizminin bu derece uzun süremeyeceğini ileri sürebilir. Fakat ne olursa olsun, sürebilir… Fakat, ne olursa olsun, ortada bir hakikat varsa, can çıkmadıkça, insanlarda mevcut huylar da olduğu gibi, güzeli sevmek hususundaki hislerin de hiçbir zaman ölmediğidir. Lâkin, ihtiyarların çoğu bunu yaşlariyle telif edemedikleri için itiraf etmezler.
Sen küçükten böyle hoppa bîvefa
Ben çekirdekten yetişme müptelâ
Hoppala, rüsvayı aşka, hoppala!
Ahmet Rasim, son günlerde bir hayli çökmüş, bir mum gibi, ışığı, yavaş yavaş sönmeğe başlamıştı.
Sevmek keyfiyetinin yaşla bir alâkası olup olmadığını, kendisinden sormak cesaretini bulmuştum. Dedem, artık benim de yaşımın ilerlediğini hesaba katarak:
– Hangi çağda olursa olsun. Kalplerde yaşayan yaşayan sevgilerin ölümü, insanın bizzat ölümünden daha fecidir. Kaabilse, aşktan evvel ölmeğe gayret etmeli!.. demişti.
Bu cümle ile, neyi kastediyordu? Fazla tafsilât vermedi ve dedem, bir daha da, aynı mevzua temas etmiyerek, cihandan göçtü gitti. Bana da miras olarak, yalnız şu yukarıda okuduğunuz satırları bıraktı…
– Kaabilse, aşktan evvel ölmeğe gayret etmeli!..
– Evet, bendeniz de, zaten başka bir işle meşgul değilim… Hep ona gayret ediyorum…
(Osman Nihad / Şubat 1953 / Radyo Haftası / Arşiv çalışması: Zeynep Erdoğan / Dizgi, redaksiyon: Ferruh Yazıcı)
Gladyatörün fısıltısı
Gayet nüktedan ve olgun bir insan olan Ahmet Rasim, ekseriya, dostları yanında da üstün bir yer işgal eder ve hemen hemen bütün meclis, onu hürmet ve dikkatle dinlerdi. Rahmetli, yine çok sevilen bir dostunun ziyafetine davet edilmişti. Hatır kıramadığı için de biraz rahatsız olmasına rağmen kalkıp gitti.
Ziyafet, hakikaten kalabalık ve seçkin insanlarla dolu idi. Yediler, içtiler, yemekten sonra da, Ahmet Rasim’den bir söylev vermesini rica ettiler. Üstad, biraz düşünüp, bir meyva daha aldıktan sonra, şu hikâyeyi anlattı:
“Roma’da, Neron’un zamanında, halk aslanlarla güreşecek olan bir gladyatörü seyretmek için Arena, denilen meydana toplanmıştı. Aslan, meydana bırakılınca, gladyatöre saldırdı. Fakat, o, sakin sakin eğilerek, aslanın kulağına bir şey fısıldadı… Hayvan kuyruğunu kısarak, ters yüzü döndü ve gitti. Bundan sonra, açlıktan gözleri dönmüş altı aslan daha birer birer koyverildi. Gladyatör hepsinin kulağına bir şeyler fısıldıyor, hayvanlar da dönüp gidiyorlardı. Halk öfkelendi, verdikleri parayı geri istedi. Neron, gladyatörü çağırttı:
– Aslanların kulağına ne söylediğini söylersen, seni affedeceğim, dedi.
Gladyatör:
– Kulaklarına şöyle fısıldıyorum: “Hatırınızda olsun ha! Yemekten sonra bir söylev vermek zorundasınız!”