Necati Tokyay / Selahaddin Pınar’la eski icra tarzını değiştirmeye, saygınlık kazandırmaya çalıştık

0

Kemancı, besteci Necati Tokyay, genç yaşlarda şöhrete kavuşmuş, piyasada ve radyoda çalışmıştı. Batı müziğine ağırlık verilmesini protesto edip radyodan istifa etmişti. 1951’de tekrar geleneksel müziğe ağırlık verildiği günlerde radyo müdürlüğüne hitaben 24 maddelik manifesto yayımlamıştı. Klasik Batı Müziği konserlerinin kaldırılmasını, ikiden fazla halk müziği korosu olmamasını, tüm sanat müziği sanatçılarının tekrar sınava sokulmasını istiyordu.

 

Yaz gecelerini İstanbullular bilir ki Kadıköy vapurları bu şehrin güzelliğini, inceliğini yapan birer gezinti yatlarına benzer. Yat deyişim sebepsiz değil; bu vapurlarda gide-gele Kadıköylüler arasında sevimli bir göz âşinaliği doğar.
Göz, yani, insanlar, birbirilerini göre, göre ruhen anlaşır. Necati Tokyay’ı daha ziyade Kadıköy vapurlarında tanıdım; bazı insanlar vardır; onların meclisi şahsiyetlerinin kuvveti sayesinde derhal ısınır. Bunlara insan canlısı, modern tabir ile sempatik deniyor. Fakat bu kelimeler, ruh sıcaklığını ifadeye kafi değil.
Tanıdığım Necati Tokyay, bu tesirdeki şahıslardan biri. Onu hiç yalnız görmedim. Meclisinde, sesi, sözü dinlenen, etrafına sadece manen değil, maddeten de ikram ve alâka ile hakim olan bu değerli kemanist, şahsen üzerimde gayet iyi tesirler yaratmıştı…
En sonunda, Bizim Yıldızlar Dergisi münasebetiyle onunla bir mülakat yapmak imkânı elime geçti… Ricamı kırmadı.
Evine yabancı girdiğim ilk anda karşıma bizim Türk ailesinin o temiz ve güzel havası doldu. Ruhum derhal kardeşini bulmuş gibi oldu. (…)

Atatürk’ü yanlış anladılar,
tango, dans tutkusuna kapıldılar

Tokyay, yanımıza oturdu Bizim Yıldızlar Mecmuasını şöyle bir tetkik ettikten sonra “Kardeşim” dedi ”bu mecmua çok zarif, güzel… Fakat benim musiki davasındaki sözlerim biraz acı. Bilmem, bu güzel mecmua, böyle acı sözleri, hakikatleri yazabilir mi?”
– Bu mecmua bir magazin; magazin, yarı göze, yarı akla hitap eder, belki bu yüzden zarif, nahif gibi görünür, fakat onun, bu resimli sahifeleri arasında artık en şiddetli meseleler ortaya atılmaktadır.
– Peki öyleyse…
Necati Tokyay ziyaret sebebimizin ruhunu kavrayan bir nüfuzla, derhal bahse girdi:
– Büyük bir inkılap yaptık. Fakat ne yazık ki bazıları bu inkılabı noksan anladı. Atatürk’ün inkılabi dünya çapındaki musikimizi unutturmak değil, onu ihya etmekti. Bir çokları bunu yanlış anlayarak inkılabın ilk yıllarında bir tango ve dans musikisine iptilâ hâline kapıldılar…
Diye söze girişen Türk musikisinin bu kudretli kemanistinin bu sözleri şu sualimin cevabıydı:
Türk musikisinin birdenbire büyük bir alâka görmesinin sebeplerini hangi tesirlerde görüyorsunuz?
— Nihayet kendimize gelebildik. Fakat bu dans iptilâsı karşısında asıl terbiyeli Türk’e has, vakârlı ana ve babaların irşat ve izahları ile gençlikte mühim bir gelişme ve değişme oldu. Evvelâ musikimizdeki varlığın kudret ve kıymetini anlamış ve bu halde o türlü zihniyetleri, aşağı, yukarı bir kaç sene içinde saf harici bırakmışlardı.
Dans iptilasından bu Türk musikisine geçiş nasıl oldu? Yani, hangi tarihlerde ve ne suretle meydana geldi?
– Bundan 10-15 sene kadar evvel, aziz Atatürk’ün Türk musikisi inkılâbını yanlış anlayanlar, en evvelâ Ankara Radyosu’na mütecaviz bir müdahale ile Türk musikisini kökünden kazımayı düşündüler. Millet bu tecavüzü hiddet ve infialle karşıladı. Ve pek tabii olarak yaşayan bu fersude zihniyet karşısında galeyana gelen efkârı umumiye ve biz naçiz musiki ile meşgul olan hadimler mukabil cephe açtık.

Cephe açtık, savaşı kazandık

Nasıl bir cepheydi bu?
– Bu cephe musikimizin, hudutsuz sahalardaki varlığının geniş bir umman olduğunun ispatı cephesiydi; bir taraftan hiçbir maddeye istinat etmeksizin İstanbul Konservatuarı’ndaki çalışmalar, diğer taraftan hakikati çabuk idrak ederek neşriyat tarzını değiştiren Ankara Radyosu ve son defa da sanki, bu baltalama hareketinin son mezarcısı gibi İstanbul Radyosu’nun, başına ge1en (icap ederse isimlerini zikredebilecek olduğum) kurucuların bir hamlede yıkılıvermesi gibi tezahürler kurduğumuz cephenin ana halalarındandır.
Bu yıkılışta halkın tesir derecesi nedir?
– Halkımızın, devletin Ankara ve İstanbul gibi iki esaslı şehrinden kendi musikisinin, kendi arzusuna göre ayarlanmasını sağlayan müesselerden faydalanarak ısrarlı isteklerinin büyük yardımı olmuştur.
İstanbul Radyosu şimdi geniş mikyasta Türk musikisi neşriyatı yapmakla şöhret buldu, buna dair ne düşünüyorsunuz?
– İstanbul Radyosu’nu iki kısımda mütalaa etmek lazım. Birinci kısımda tecrübe yayınları bittikten sonra, esas neşriyatı, başlayıp bir kaç ay devam eden ilk müdürü Hasan Refik Ertuğ zamanı.
İkinci kısım ise, bugün radyo başına geçen Zahir Törümküney zamanıdır. Kuruluşunda, kurucular arasında biz de vardık. Gazeteciler Cemiyeti’nde yapılan bir basın toplantısında müdür Bay Hasan Refik Ertuğ’un radyoda Türk musikisine olanca kuvvet ve hızla yer verileceği vaadini aldık. Bayram yaptık; daha ne fedakârlıkları göze aldık. Birçoğumuz senelerden beri kurduğumuz maişet tarzlarından da fedakârlık ederek geceli gündüzlü çalıştık. Fakat o kadar inkisar hayale uğradık ki, işte bu bize verilen yaldızlı bir vaadden başka bir şey değilmiş…

Paralar piyanolara, harplara gitti

Okuyucularımız görüyor ki Necati Tokyay, bağrı gayet yanık bir sanatkâr hassasiyeti ve iğbirarı içinde konuşuyor. Buraya naklettiğim her cümlesi, büyük bir ciddiyet ve acı bir hiddet içinde birbiri arkasından gelmektedir. Türk musıkisinin bu sanatkâr ruhlu değerli kemanistini, uğrunda bir ömür harcadığı musiki davasında böyle rahatsız eden sebepleri anlatmak istemesi ne gibi bir inkisardı?
— Biz radyoda üç birlik kurmuştuk. Her birliği aslında 10-12 sanatkârla idare ettiğimiz fasıl heyetleri programları iki ay geçmeden tenkis edildi. Türk musikisine mensup bütün sanatkârlara çalgıcı zihniyetiyle muamele edildi; halbuki diğer taraftan 10 bin liraya piyanolar, orglar, harplar ve bütün Batı musikisine ait ne lâzımsa alındı. Haftada üç gün senfonik konserleri konuldu. Sanki radyo bir Batı musikisi mektebiymiş gibi, Türk halkına Batı musikisine ait dersler verilmesine başlandı. Bunu yakinen gören ben, sanat haysiyetime, Türk kanıma ağır geldiği için İstanbul Radyosu’ndan ayrıldım.
Fakat bugün vaziyet, alaturkacıların, hattâ tamamen alaturkacıların eline geçmiş görünüyor, bu vaziyette ne düşünüyorsunuz?
— Bu defa İstanbul Radyosu müdürlüğüne tayin olunan Bay Zahir Törümküney ince bir anlayışla Türkün öz malı olan musikısine İstanbul Radyosu’nda yer verilmemesinin ne kadar yanlış olduğunu anlayarak Türk musıkisi neşriyat saatlerini artırmak suretiyle en kuvvetli adımı atmıştır.
Necati Tokyay, İstanbul Mıntaka Basın Yayın ve Radyo Müdürü Törümküney’in, bu uğurdaki çalışmalarına yakinen şahit olduğunu ve İstanbul Radyosu’nu Türk halkının istediği neşriyatı verebilmesi için ne gibi değişmeler yapması icap ettiği üzerinde samimiyet ve ehemmiyetle çalıştığını belirttikten sonra; ona şu suali sordum:
İşittiğime göre radyoda Türk musikisini kalkındırmak için 24 maddelik bir programınız varmış, bu program hakkında biraz malûmat verebilir misiniz?
– Evet böyle bir program verdim.. Dileğimin birinci maddesini, Türk musiki saatlerinin artırılması teşkil ediyor ki bu yapıldı…
Necati Tokyay, bu bahis üzerinde 24 maddelik programını gösterdi; konuşmaya oturduğumuz andan itibaren eline aldığı musiki meselesini çok çetin bir dava şeklinde gösteren, enstrümanına hakimiyetinin yanı sıra orkestrayı dahi idare eden Tokyay’ın bu meşhur ve çok alâka uyandıran 24 maddesini burada okuyucularımıza ayrı bir sahife halinde verdim.
Ancak; Nubar ve Necati Tokyay isimlerinin Türk musıkisi icrasında ne demek olduğunu bilenler, bu değerli musiki şöhretinin radyoda olmaması karşısında hayret etmektedirler. Ben de bu bahsi kurcaladım;

Radyoda değilsem halk hesabını sorsun

Halk sizin radyoda konser vermemenizin nedenini merak ediyor…
“İstanbul Radyosu’ndan istifamdan sonra” diye başladı; fakat sualim, Tokyay’ı adetâ sinirlendirmişti. Bu meseleye ayrı bir ehemmiyet veriyordu.
Şöyle devam etti;
— Bu çok nazik bir sual.. Ben bu saniyeye kadar Türk musikisinin geçirdiği istihaleleri takip ettim ve iyi olmasını ve en iyi şekilde nasıl geliştirilmesine imkân bulunacağına, çalıştım. Türk musikisinin rubu asra yakın ve Türk milletinin gönlünde kazandığım, benim için en büyük şeref payı olan yerimin boş kalmasını elbette bu millet icap edenlerden soracaktır.
Bu bahiste fazla durmak istemiyorum. İstanbul Radyosu bugün de, yarın da bizim gibi ömrünü Türk musikisine hasretmiş, sanatkârların yeridir.
Tokyay’ın bu son cümlesiyle tok bir hale gelen sözünü, ben de burada bitiriyorum..
Ondan ayrılırken düşünüyorum…
Gerçek bir kemanisti bu kadar gücendirmek kimin haddine ?
(Asım Adil /19 Aralık 1950/ Bizim Yıldızlar / Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig)

TOKYAY HAYATINI ANLATIYOR

Sultanahmet’te doğdum. 1322 doğumluyum. Üsküdar Lisesi’nde okudum. Devlet Demiryolları Haydarpaşa İşletmesi’nden Ankara’ya tayinim üzerine istifa ettim. Daha Üsküdar Lisesi’nde talebeyken, ölen musiki hocamızın yerine vekâleten musiki dersi vermeye başlamıştım. Üsküdar Şark Türk Musiki Cemiyetleri’nde senelerce bulundum. Ali Rıfat Bey, Kaşıyarık Hüsamettin Bey, Bestenigâr Ziya Bey, Rahmi Bey, Udi Sami, Hamit Hüsnü, Sami paşazade Ziya Bey’den musiki dersi aldım. Üsküdar Musiki Cemiyeti konserlerini verdiğimiz sıralarda nazarı dikkati çekmiş olacağım ki bundan 18 sene evvel, çok kıymetli arkadaşım Sabahattin Pınar ve ben profesyonel olarak çalışmaya başladık. Eski musiki icra tarzını değiştirmek için elimizden geleni yaptık. Çalgıcı zihniyetini efendi ruhuna çevirinceye kadar uğraştık.
(Asım Adil’in notu: Necati Tokyay, çalgıcı zihniyeti demekle, Garp musikişinaslarının bakış açısını eleştiriyor. Hiddetinde haklı; ancak yine onun davasının son safhasını teşkil eden mücadelelerinde görüldüğü üzere Türk musikisi ile uğraşanların sık imtihanlara tabi tutulmasını istemekte; suretle Tokyay da, eline def veya ut alanın kendisine sanatkar süsü vermesini kabul etmiyor. Bu suretle değerli keman ustasının çalgıcı zihniyetini bizzat kendi sahasında sanatçı yetiştirmekle ortadan kaldırmaya çalıştığı görülmektedir.)

OĞLUNUN ACISIYLA ÖLDÜ

Asım Adil’in röportajında, 44 yaşında olan Tokyay “Evlilik yapmadım, çocuğum yok, fakat evlat kadar sevdiğim yeğenim var” diyordu. Daha sonra evlendi. Yılmaz Öztuna’nın Türk Musikisi Ansiklopedisi’nde belirttiğine göre, oğlunun ölümünden birkaç ay sonra 30 Kasım 1988’de, 82 yaşında, Şişli’de öldü ve Feriköy Mezarlığı’na gömüldü. Tokyay’ın plaklarda çok sayıda neva, saba makamında taksimleri bulunuyor. Ayrıca saba makamındaki “Gözlerin hançer olup”, “Kadın”, beyati makamındaki “Yâd-ı mazi ile gönlüm yine şeydây-ı şebab”, hüzzam sengin semai “Gözyaşları kalbimdeki mehtabı eritti”, karcığar ağır aksak “İşte gördüm, anladım hem bebebim ağyar değil“, nikriz “Kim derdi ki aşkınla perişan olacaktım” şarkılarının bestecisi. Plakları Naum firmasınca yayımlandı.

TOKYAY’IN İSTANBUL RADYOSU’NA
VERDİĞİ 24 MADDELİK MANİFESTO

1) Mevcut üç fasıl heyetini takviye ve daha faal hale getirmek.
2)Fasıllarda okunacak eserlerin okuyucuya ve çalgıcıya muntazam notalarını mutlaka tedarik etmek.
3) Fasıl heyetlerinin okumaya ve çalmaya pürüzsüz ve muntazam çıkmaları için ya okumadan evvel veya sonra ciddi bir provayla muayyen saatlerde ve tamamın mevcudu ile provaları temin etmek.
4) Elde mevcut fasıllara ilave olarak, nadide makamların neşri muhakkak lazım olduğundan bütün fasıl heyetlerinin okuyan ve çalanlarının muntazam notalarla haftada iki defa prova etmeleri.
4) elde mevcut fasıllara ilave olarak nadide makamların neşri muhakkak lazım olduğundan bütün fasıl heyetlerinin okuyan ve çalanlarının muntazam notalarla haftada iki defa prova etmeleri.
5) Bütün fasıl programlarının her akşam 21.15’e alınması.
6) Cumartesi akşamı kaldırılan faslın konulması.
7) Cumartesi gündüz 13.00’de bir fasıl ilavesi ve müteakiben dört kişilik saz sanatkarlarıyla muhtelif saz eserleri.
8) Pazar günü gündüz her sabah saat 10.00’dan başlayarak saat 13.00’e kadar eğlenceli topluluk.
9) İkili sazlar programının tamamen kaldırılması.
10) Halk Türküleri topluluğundan en güzidelerinin ikisinden fazlasına lüzum yoktur.
11) Radyoda okumak imkanını bulmuş bütün okuyucuların yeniden ses ve sanat imtihanlarından geçirilmesi.
12) Konservatuvar İcra Heyeti konserlerinin 21.20’ye alınması.
13) Solist sanatkârlara her türlü kolaylığın gösterilmesi.
14) Radyo Müdürlüğünün başkanlığında intihap olunacak 7 veya 10 kişilik bir istişare heyeti kurulması.
15) Radyoya müracaat edecek heveskârların imtihandan geçirilerek stajyer kurslarında yetiştirilmesi.
16) Fasıl heyetlerinin 15 günde değişik olarak mesai saatlerde neşriyat yapmaları.
17) Her solist için azâmi yedi programlık mâzeret plakları doldurulması.
18) Bayram va tatil günlerinde ilâve programların esas programı rencide etmeyecek saatlere alınması.
19) Her türlü spor ve ya konferanslar araya girdiği takdirde fasıl neşriyatının sekteye uğratılmaması.
20) Batı musikisi neşriyatının plâklarla yapılması.
21) Türk musikisi için haftada bir izahlı müzik saati konulması.
22) Elde mevcut plâkların tasfiyesi ve kötülerinin imhası.
23) Solist programlarında klâsik eserler okutulmaması.
24) Solistlerin sınıflara ayrılması ve refakat edeceklerin de sınıflandırılması.

(Asım Adil’in notu: Bu satırlarda okuyorsunuz ki Necati Tokyay ile radyo arasında bir gerginlik var; eğer o, sanatında fayda uman bir yaratılışta olsaydı, yani sanatkâr değil, zanaatkar anlayışıyla düşünseydi, radyoyu ağzına bile almaz; kendisine açık olan saz salonlarındaki büyük rakamların peşinde koşardı. Halbuki Tokyay, kalbinin parmaklarıyla seslendirdiği yayının bu seslerini memlekete işittirmek istiyor. Buna mukabil, radyodan alacağı ücreti düşündüğü fikrinde değilim; çünkü orada harcayacağı zamanı, başka yerlerde daha büyük menfaatlere çevirebileceğine eminim; bu sebeple inanmak lâzım ki; onun kemanının yayı hakikaten Tokyay’dır.
Tok’dur çünkü o gözünü maddeye değil, mânaya ve mânanın en hasbî taraflarına çevirmiş bulunuyor. Bu davadaki mücadelesini kendi sözleriyle okudunuz; Necati Tokyay ileri bir Türk musikisinin temellerini atmaya çalışmaktadır.)

Share.

Leave A Reply

fifteen − fifteen =

error: Content is protected !!