Radyo dergisinin yazarlarından Baki Süha Ediboğlu, 1945 yılında, Ulvi Cemal Erkin’in kapısını çalar. 39 yaşındaki besteci birinci senfonisinin iki bölümünü yazmış, son bölümler üzerine çalışmaktadır. “Erkin Ailesi Arasında” başlıklı röportajda Ulvi Cemal ve eşi, piyanist Ferhunde Hanım’ın yanı sıra kızları Sevin ve İçten de tanıtılıyor. Eserlerinin Naxos firmasınca 2016 Haziranı’nda bir kez daha dünya müzik piyasasına sunulması vesilesiyle besteci ve ailesiyle yapılan röportajı 70 yıl sonra tekrar yayımlıyoruz.
Bu yazımın başlığını görür görmez resimlere bakmaksızın kimlerden bahsedeceğimi Radyo dergisi okuyucularının bir kısmı şüphesiz tahmin etmiştir.
Sanatkâr Ulvi Cemal Erkin ile onun değerli eşi Ferhunde Erkin’i tanımayan pek az kimse var. Fakat bu her bakımdan bir birini tamamlayan sanat çiftinin doğuştan sanatkâr yavrularını Radyo okuyucularına tanıtmak şerefini ilk defa ben kazanmak istiyorum.
Bu sütunlarda sevimli resimlerini göreceğiniz Sevin Erkin ve onun küçük kardeşi İçten Erkin şimdiden selâmlayabileceğimiz iki küçük sanatkâr. Bu küçük sanatkârların hünerlerini elbette merak edersiniz: Bir defa her ikisinde de bir çok yaşlıda olmayan mükemmel bir kulak terbiyesi var. Sekiz yaşındaki Sevin kendine göre menue’ler çalıyor, dört yaşındaki İçten de zevkle dinlenebilecek emrovizasyonlar yapabiliyor.
Gerek radyoda, gerekse muhtelif konser salonlarında eserlerini dinlediğimiz Ulvi Cemal Erkin ile onun değerli bir piyanist olan eşinden sanat hayatlarına dair konuşmalarını rica ediyorum.
Ulvi Cemal Erkin bir çocuk kadar sıkılgan ve bozulmayan sanatkâr saffetiyle konuşmaya başlıyor:
“Avrupa’dan 24 yaşında musiki tahsilini bitirerek memlekete döndüm. 1930 senesine raslayan bu dönüşün geçirdiğimiz büyük inkılâp hamlesinin taze neşesi içinde 24 yaşındaki bir insana nasıl tesir edeceğini elbette tahmin edersiniz. Havası içinde doğduğum, büyüdüğüm yurdumun öz sesleriyle Paris’teki büyük sanat muhitinden ruhumun örgüsünde bir senfonik poem gibi akisler yapan intibalarını telif için çalışmak, düşüncelerimden ziyade o zaman duygularımın birinci derecede mevzuu oldu.”
Şimdi neler üzerinde çalışıyorsunuz?
– Zamanla duygularımdan düşüncelerime, itiraf edeyim ki gittikçe güçleşen problemler halinde, yayılan o zamanki intibalarım hâlâ devam etmektedir. Ve bilirsiniz ki hep o yolda çalışmaktayım. O zamandan beri bu gayenin arkasında bir çok musiki eseri yazdım. Bazıları çalınmış, dinlenmiş olan bu eserler hakkındaki fikirlerimi sormayacağınızı tahmin ederim. Son yazdığım piyano konçertosunun Ferhunde tarafından Berlin’de çalındığını hatırlarsınız.
Kentette, geleneksel Türk
müziği intibalarıma yer verdim
Bu konçertodan sonra başlayarak bitirdiğim piyano ve yaylı sazlar kuvarteti için kentet ise henüz çalınmadı. Karım ve radyo yaylı sazlar kuvartetindeki arkadaşlarım bu eseri çalmak üzere hazırlanıyor. Son senelerde radyomuzun faaliyeti içinde bulunmamdan istifade ederek halk musikisinden başka tarihi Türk musikisi üstatlarının eserlerinden almağa çalıştığım intibaların bazı akisleri bu kentette bilhassa Adagio kısmında duyulacaktır.
Bir de en son olarak bu yaz başladığım ve iki kısmını bitirdiğim bir senfoni var ki üçüncü kısmına da başlamış bulunuyorum…
Ne zaman bitirebilirsiniz?
Bu sualim üzerine bestekâr belli belirsiz bir hüzünle gülümsedi ve içini çekerek:
– Ah dostum, dedi. Bu zamanın sanatkârları 19’uncu asırdakiler gibi ilham perisinin yardımından ziyade masa ve piyano başında tasarruf edebilecekleri vakitlere bağlı oldukları için bilmem ki üç gün mü desem, üç hafta mı desem, üç ay mı desem…
Sizce, Türk müziğinin çok sesliliğe doğru tekâmül etmesi için ne yoldan ve nasıl yürümek lâzımdır?
– Büyük eserleri ihmal etmemek şartıyla çok sesli üsluba, güzel yeni Türk eserlerine önem vermek ve ayrıca halk şarkılarımızın müsait olan bazılarının çok sesli bir surette aranje edilmesine çalışmak bu gayeye erişmek için takibi zaruri yollardır diye düşünüyorum.
Aynı zamanda dünya üzerindeki çok sesli musikinin tadını anmak için halkımıza bu dünya musikisini de sevdirmenin yolunu bulmalıyız ki ana karakteri itibarıyla tek sesli olan Türk musikisinin çok sesli bir üslûpta tekâmül ve istihalesi daha mümkün hale gelebilsin. Bence, yeni yapacağımla eserlerin her türlüsünün dünya musiki estetiği karşısında alacağı kritik, dünya ölçüsünde bir imtihana dayanacak kıratta olmalıdır.
Nihayet, bildiğiniz her milli musiki mektebinin teşekkül safhasının 100 senelik bir zamana kadar uzandığını unutmamak, bu zamanı mümkün olduğu kadar kısaltmaya çalışmakla beraber yanlış ve acele adım atmamak, ciddi ve yerinde bir tedbir olur sanırım.
Değerli sanatkâr sözü burada eşi Ferhunde Erkin’e bırakarak koltuğuna daha rahat oturdu, sigarasını yaktı. Şimdi, imtihan geçirmiş bir insanın duyduğu rahatlık içinde eşinin verdiği cevapları dinliyordu.
Marifetli kardeşler
Erkin Ailesi’nin oturduğu apartman dairesinden aşağıya inerken kulağıma gelen nağmeler çocukluk rüyalarımda duyduğum mesut ve huzur yüklü sesleri andırıyordu.
Küçük Sevin’in piyanodan çıkardığı temiz sesler ve küçük kardeşi İçten’in bir tüy gibi dans edişi… İşte beni maziye götüren ve derin derin düşündüren bir musiki ve hatıra zi-yafeti…
Bu sevimli emprovizasyonu da dinledikten sonra küçük Erkinler’e karşı olan hayranlığım bir kat daha arttı.
Çünkü Garp musikisinde muayyen üslûpta, dinlenebilecek, şöyle böyle bir emrovizasyon yapmak oldukça inkişaf etmiş bir musiki terbiye ve kültürüne ihtiyaç hissettirir.
Sadece beni değil her ikisi de birer sanatkâr olan anne ve babalarını memnun edebilen bu iki küçük müzisyen, aynı zamanda mütevazı ve yaşlarından ümit edilmeyecek derecede gösterişten hoşlanmayan bir mizaca sahip.
Aralarında en ufak bir rekabet hissi bulunmadıktan başka, birbirlerinin eksik ve yanlışlarını tamamlamaya çalışan küçük Erkinler, maharetlerini gösterdikten sonra ağır ağır yerlerine oturuyor, anne ve babalarının gözlerine bakarak onlardan gelecek yeni bir emri bek-liyor.
Dostlarım üç işi bir arada
yapmama çok şaşırıyor
Ferhunde Hanım, eşinizle müşterek sanat hayatınızın size kazandırdığı imkânlar nelerdir?
– Aynı meslekte iki insanın birbirinden alıp vereceği kuvvet ne ise biz de Ulvi ile böyle bir sanat alışverişi içinde birbirimizi tanıdık ve birleştik. O yazar, ben çalarım. Ve beraber konuşuruz. Mesleğimiz gibi meşrebimiz de birbirine uygundur çok şükür…
Sanatkârlığı, öğretmenliği ve anneliği nasıl telif ediyorsunuz?
– Hakikaten buna şaşan dostlarım çok. Bir konçertoya çalışırken, konservatuvardaki ders saatimin geldiğini kocam haber verir. Piyanoyu kapayıp oraya gitmek üzereyken (annelerini korumak ister gibi onun kucağına yaslanmış iki kızını göstererek) bunlar “Anne gitme!” diye boynuma sarılır. Evden çıkıncaya kadar başıma hal gelir. Orada da çocuklarım olduğunu bilseler kim bilir ne kadar kıskanırlar… Bu çocukların tebessümleri gibi göz yaşları da beni mesleğime ve sanatıma bağlayan sıcak ve aziz şeylerdir. Sanatı, öğretmenliği ve anneliği nasıl birleştiriyorum, diye sormaktasınız. Ben üçünü birbirinden ayıramıyorum ki…
Çocuklarınızın musikiye karşı istidatları?
Bu sualime, değerli sanatkârımız, çocuk terbiyesindeki vazifesini en iyi bilen bir annenin simasını takınarak gizlice cevap verdi.
— Aman ikisi birden burada iken duymasınlar… Sonra kıyamet kopar. Çocuklarım hakkında ne söyleyebilirim?
Bu arada küçük Sevin kardeşi ile beraber piyanonun başına geçti. Şimdi mütevazı anneyle baba, oturdukları yerden duyulur bir heyacanla çocuklarını takip ediyor.
Ara sıra çaldığı parçayı bozan küçük Sevin’in hatalarını babası kalkıp düzeltiyor ve idare etmeye çalışıyor.
Küçük Sevin, elleriyle küçük bir menue çalıyor. Küçük kardeşi İçten de ayaklarının ucuna basarak bir küçük peri kızı gibi dans ediyor.
Biraz sonra küçük İçten’in emprovize ettiği bir şarkı dinleyeceğiz…
(Baki Süha Ediboğlu / 1 Ocak 1945 / Radyo Dergisi / Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig)