Wilhelm Kempff / Piyanist tuşlu çalgıya şarkı söyletebilmeli

0

Alman piyanist, besteci Wilhelm Kempff, yorumlarıyla 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren başlı başına ekole dönüşmüştü. Beethoven, Schubert külliyatları kadar Bach, Mozart, Chopin, Liszt, Brahms kayıtlarıyla da tarihe geçti. Defalarca Türkiye’de konser veren, kalıcı dostluklar kuran, İdil Biret’e rehber olan Kempf “Piyanist kendini solist saymamalı, ses yapısını tamamlayan eleman gibi düşünmeli” diyor.

Çağımızın çok usta, çok saygın piyanisti Wilhelm Kempff bir Alman radyo stüdyosunda Beethoven’in beşinci konçertosunu çalarken ilk bölümün sonlarında parmakları, birkaç yanlış tuşa değiverdi. Eserin kaydından sonra ses yöneticisi böylesine büyük bir sanatçıya durumu anlatıp, bölümün tekrarını isteyememiş, nasıl olsa kendi dinlerken fark edecek, o zaman da yeniden çalacak, diye düşünmüştü. Kempff kaydı dinlerken tabii hemen anladı hatayı ve şöyle dedi: “Bırakalım kalsın, müzik bakımından öylesine güzel ki, bu küçük hata bozmaz eseri…”
Günümüz dinleyicisi bir yorumcudan derin duygu orantısında teknik üstünlük bekliyor. Ve bu tekniğin şaşmaz bir güvenç, kıl kadar aksamayan hassasiyete sahip olmasını istiyor… Böyle bir durum karşısında yorumcunun da sonuçta insan olduğunu savunup dinleyiciyi hoşgörüye çağırma görevi işin tuhafı tenkitçiye düşüyor. Wilhelm Kempff böyle bir hoşgörüyü umursamayanlar arasında… Çünkü zaten öteden beri teknik üstünlük değil iyi müzik yapmak için didinmiş durmuş. Müzik iyi olmuşsa teknik hatalara bakmıyor ünlü piyanist.

Beethoven ve Mozart konçertolarını
hiçbir zaman tamamen çözemedim

Düşünceleriniz yazımızın başında anlattığımız gibi olsa gerek.
— Evet, tümüyle… Teknik durumum konusunda öteden beri neler konuşulduğunu biliyorum. Fakat amacım çok çalışmanın sonucu olan teknik üstünlük değil, müzik yapmaktır. Genç piyanistlere şu öğütleri veririm daima; konserlerinizden önce aşırı çalışmayın, çok prova yapmayın. Kendinizce iyi bildiğiniz biçimde çalın sadece, yeter. Ele alınan bir eser elbet esaslı bir çaba ve inceleme gerektirir. Gençlik yıllarımda olağanüstü çalıştım ve yaşamımı sağlayan sermayeyi elde ettim. Belirli bir noktaya ulaştıktan sonra günlük çalışmalarla konserler için ayırdığım süre hemen hemen eşit olmaya başladı. Provalarım da öyle uzun sürmez. Tabii bu sonuçta tecrübe ve belleğin önemi elbette ki büyüktür. Bahis konusu sermayeden anlatmak istediğim teknik bütünlük kadar da repertuardır. Bunların başında Beethoven’in beş konçertosu gelir. Bu beş anıt eserde kendimi hiçbir zaman her şeyi çözümlemiş gibi rahat hissetmedim. Beri yanda Mozart’ın, repertuarımda bulunan 10 konçertosu da kesinlik taşımadığından güçlükler doğurur her zaman. Fırsat buldukça inceler fakat boşluk gösteren bazı ölçülerde ne yapılması gerektiğini bir türlü bulamam.
Ezber çalarsınız değil mi?
— Evet… Üç tür belleğim vardır, üçünü de hep uyanık tutarım çalarken; önce müzik, ses belleği, sonra parmaklarımdaki dokunma belleği ve notalara ait görüntü belleği… Mozart’ın eserlerinde çok önemlidir bunlar. Gençliğimde onun konçertolarının iki veya üç ayrı nüshalarına çalışmış, sonra orijinal elyazısına dayatılan asıl nüshayı bulup onu da ezberlemişimdir. Fakat diğerlerini de unutmam. Ezberlerken bir eserin beste yapısındaki özellikleri öğrenirim önce. Eğer organik bağları bilirseniz tonalite değişimlerinin yerlerini kolayca kestirirsiniz. Ancak bu metotla belleğiniz yanılmaz, yanlış yola girmezsiniz. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Hamburg’da vereceğim bir konserde Schumann’ın konçertosunu çalacaktım. Eşlik eden orkestranın başında ünlü yönetici Carl Muck vardı. Sahneye çıkmadan önce bana aynı eserde kaç büyük piyanistin yanılgıya düştüğünü sayıp dökmez mi? Nihayet sustuktan sonra; “Sevgili profesör, beni korkutamazsınız” dedim… “Çünkü bestenin modülasyon dizisini tümüyle belleğime aktardım…” Bir özelliğim daha vardır; sahne ve halktan hiç çekinmemem. Beni korkutan yegane düşünce, konser günü çalacağım esere ruh açısından hazır olamayışımdır. Ve Beethoven’in sonatlarında bu durum çok önemlidir…

Sahnede Furtwangler’le pedali onardık
Beethoven çalmayı sürdürdük

Beethoven daima en ilgilendiğiniz besteci midir?
— Öyledir… Geçmişimdeki en ilginç olaylar hep onun eserleriyle gelmiştir başıma. Çok genç bir piyanistken ilk konser teklifini aldığımda kıvancımdan uçacaktım. Çağın en büyük yöneticilerinden Arthur Nikisch eşliğinde Beethoven’in dördüncü konçertosunu çalmam isteniyordu. Konserden önce Nikisch; “Oğlum korkuyor musun?” diye sordu, “Siz yanımdayken korku tanımam” dedim. Gerçekten bana öyle derin bir eşlik sağladı ki sanki ipek bir halı üzerinde yürüyormuşum gibi geldi. Kendi kendime; “Piyano çalmak bu kadar kolay mı” diye sormuş durmuştum. Daha sonraları büyük yönetici Wilhelm Furtwangler eşliğinde ilginç bir olay geldi başıma. Viyana’da gene Beethoven’in beşinci konçertosunu çalacaktık. Sahneye çıkıp tabureme oturduğumda taşıyıcıların pedal düzenini çıkarıp bir kenara koyduklarını, takmayı unuttukları gördüm. Bu garip durumu Furtwangler’e haberlemeye kalmadan orkestraya giriş işaretini vermişti. Seslenmeye başladım. Fakat müziğin arasında duymuyordu. Partim gelince başladım. Fakat 16’lık notalar kuğunun ölümü gibi bayılıp gitmişti. Furtwangler durdu: “Hasta mısınız?” diye sordu, “Hayır, ben iyiyim, ama piyano hasta, bakın!” dedim. İkimiz pedalı alıp yerine taktık, esere baştan başladık.
Konçertolarda orkestra eşliğindeki piyano sesi diğer çalgıların sesleriyle karışınca başkalaşır mı sizce?
— Piyano konçertolarının en hoş tarafıdır bu. Özellikle Mozart’ın bu tür eserlerinde piyano ve obua beraberce eşsiz bir ses uyumu yaratır. Hele Fransız orkestralarıyla çalarken bu durum başka türlü bir zevk verir. Fransız obuacılarının Mozart’ın konçertolarında az tremolo yapmaları piyano trilleriyle dinlemeye doyulmaz bir paralel çizer. Obuacı ve piyanist kendi solo partileriyle müziğin belki en zarif diyaloğunu sunar o sırada. Zaten bir piyanist kendini hiçbir zaman solist olarak saymamalı, ses yapısını tamamlayan bir eleman gibi düşünmelidir. Beraber müzik yapmanın amacı da budur.

Gerçek müziğin sakin, rahat, huzurlu
sesler istediğini yaşlandıkça fark ettim

Piyano ve elin bağdaşımı konusunda ne düşünüyorsunuz?
– Uzun süredir her yıl İtalya’da, Napoli güneyindeki Positano kasabasında Beethoven kursları düzenliyorum. Dünyanın her tarafından gelen öğrenciler “Ellerimi nasıl tutayım, parmakların durumu nasıl olmalı” diye sorar. Cevabım şudur: “Bu konular için bir kural yok. Çünkü herkesin eli başka. Bu nedenle hepiniz elin tutuluşuyla parmakların durumunu kendiniz bulacaksınız. En doğrusu en iyi sesi elde etmeyi bu yoldan öğrenmek zorundasınız. Örneğin benim ellerim küçük, elleri büyük piyanistlere kıyasla, aşırı germem gerekiyor. Fakat bu özellik Chopin’in eserlerini çalarken ellerime tıpkı sincaplar gibi tuşlar üzerinde aşırı bir çeviklikle kullanma kabiliyeti kazandırır. Önemli olan iç kulakta duyulan sesi parmakların tuşlara değmesiyle bulabilmektir. Böylece tuşa bir gramın yüzde biri kadar hassasiyetle basabilme imkânı ve bu imkânla da doğru tını elde edilir. Bu kolaylığı sağladınız mı müzikçiyi müzikçi yapan “tını fantezisi”sine sahipsiniz demektir. Bazı çağdaş eserlerde “martellato” dediğimiz çekiç vuruşu gerekiyor ve gene bazı çağdaş piyanistler bu tekniği olağanüstü bir kabiliyetle uyguluyor. Ancak bu teknikle Beethoven çalamazsınız. Örneğin “Çekiçli piyano” sonatının “adagio” bölümünü alın. Bu bir şarkıdır adeta ve çalgınıza bu şarkıyı söyletemezseniz sunamazsınız eseri. Beethoven’den önce Bach’a gelelim; o da daima bu özelliği aramış, kromatik fantezi’lerine çağının tuşlu çalgısı klavsenle çalışması imkânsız bölümler katmıştır. Bach’ın çalgı yapıcılarına öğütler verdiğini, ayrıca piyanonun asıl ön şekli olan klavikord denilen çalgıyı da çok sevdiğini biliyoruz. Piyanist tuşlu çalgıya şarkı söyletebilmelidir. Gençliğimde Brahms’ın “Paganini Çeşitlemeler”ini dinleyiciyi hayran bırakan çabuk bir tempoyla çaldığım zaman çok mutlu olurdum. Daha sonraları gerçek müziğin sakin, rahat huzurlu sesler istediğini farketmeye başladım. Ve bu gerçeği ilk defa Schumann’ın do majör fantazisinde buldum. Fantezinin başında şu dörtlük yazılıydı ve önümde yeni bir dünya açıyordu:
Yeryüzünün binbir renkli rüyasındaki
Seslerden bir ses beğen
Hafif çok hafif bir fısıltı olsun o ses
Ve kulak ver gizlice yansıyan o sese
Bize yaşamanızı özetler misiniz?
— 1895’de Jüterborg’da doğdum. 75 yaşındayım demektir! Öğrenim ve eğitimimi Berlin’de yaptım, küçük yaşta piyango ve org konserlerine başladım. 1924’den sonra beş yıl Stuttgart Yüksek Müzik Okulu’nda profesörlük yaptım, daha sonra Berlin’de kendi kurslarımı yönettim. 1955’den bu yana Bavyera’da Stainberger Gölü kıyısındaki evimde kalıyor ve yarım yüzyılı aşan bir süredir konser gezilerimi sürdürüyorum. Ayrıca her türden eserlerim var… Bu arada yurdunuza defalarca geldim ve bir defasında İstanbul Şehir Orkestrası’yla Beethoven’in beş konçertosunu iki gecelik bir konser dizisinde sundum…
(Faruk Yener / Mart 1970 / Orkestra Dergisi)

Not: Yukarıdaki metin dergide her ne kadar özel röportaj gibi sunulsa da derleme olması ihtimali yüksektir. * Serhan Yedig

Share.

Leave A Reply

three + seven =

error: Content is protected !!