Ziya Santur / Herkes beste yapıyor, çoğu eski güzel eserlerin cüz’inden ibaret

0

Türk Müziği’ne yıllarca enstrümanıyla hizmet veren, soyadını çalgısından alan Ziya Santur, 80 yaşından sonra yazdığı ney ve santur metodlarıyla geriye önemli bir miras bırakmıştı. 1948’de, ölümünden dört yıl önce yapılan röportajda “Bu sazı çalan olmadığı için arkadaşlarımın ısrarıyla başladım, 75 yıldır devam ediyorum” diyordu.

 

Boğaziçi’nin dillere destan güzelliği arasında şiir sahasına en fazla akseden mahalli hiç şüphesiz Kanlıca’dır. Bu güzellik diyarı üstad Yahya Kemal’e bazen:
Mev’ıdi mehtaba saz açmış gümüşten
şâhrâh
Şeb nedir? Körfezde mihrabdan görmüş
o mâh
Mısralarını ilham etmiş, bazen da memleket dışında bulunduğu zamanlar hiç ümit etmediği bir sırada candan sevdiği Türk musikisini dinleyince:
“Bütün bir gece körfezdeyim artık…” dedirtecek kadar hasretini duyurmuştur. O kadar ki üstad bu mekânı ismiyle tasrihe dahi lüzum görmüyor. “Körfez”, “Mihrabad” gibi iki kelime bütün duygularını duyurmaya kâfi gelecektir. Boğaziçi’nin vasatındaki bu esrarlı güzellik ülkesinde bugün musikimizin en yaşlı üstadı oturuyor. İcra ettiği sazlara göre sıfatlandırmak icabetse neyzen, kemani ve santurî gibi müteaddit sıfatlarla hitap edilebilecek olan üstad bunlardan santurî sıfatını tercih ediyor. Talebe ve dostları kendisini “Santurî Hoca Ziya Bey” diye tanıyor.
“1284 (1868) senesinde dünyaya geldim tam 80 yaşındayım” diyen Hoca Ziya hâlâ dinçliğini muhafaza etmekte ve bütün zamanını musikiye hasretmektedir. Kendisini bir pazar günü ziyaret ettiğimiz vakit bizi Kanlıca İskelesi’nin meşhur, temiz ve asude kahvesinde beklerken bulduk. Evvelâ ihtiyarlığından şikâyet ve arkasından hemen ilâve etti:
— Bazan en yakınlarımın bile isimlerini unutuyorum, şimdi birdenbire sizin de isminizi hatırlayamadım fakat musikiye ait hiçbir şeyi unutmuyorum.

Aziz Dede’nin öğrencisiyim

Kahvenin ortasında bulunan ve etrafı tatlı bir serinliğe boğan söğüt ağacının altına oturduk. Asra yakın bir zamanın canlı timsali karşımızda oturuyordu. Üstad, uzun boyu, geçen yılların ağarttığı saçları, yine senelerin silinmez yazısı ve hatırası olan alnındaki manâlı çizgileri ve bilhassa hasretini her zaman duyduğumuz o hürmet telkin eden ve zevk veren tatlı konuşmasıyla tam bir İstanbul efendisi. Musikimizde 60 sene fasılasız çalışmış, hizmet etmiş, talebe yetiştirmiş, kendi sazında değişiklik yaparak tekamül ettirmiş ve pek çok eseri de uzun seneler evvel notaya almıştır. Meselâ bugün memlekette adedi esasen mahdud olan bütün santuriler Ziya Bey’in talebesidir. Sazını radyoda dinlediğimiz Zühtü Bardakoğlu, İstanbul Konservatuvarı’ndan Hüsnü Tüzüner ile Ziya Bey’in amatör birer sanatkâr olan her iki kızını bu arada zikredebiliriz. Bundan maada hususi surette yetiştirdiği birçok hanım talebesinin bulunduğunu bizzat üstadın kendisinden öğrendik.
Kendilerine musikiyi kimlerden talim ettiğini sordum.
— Musikiye çocuk denecek yaşta başladım. İlk feyzimi ve musiki malumatımı Kasımpaşa’daki meşkhaneye gelen Mehmet Ali Efendi’den aldım. Neyi meşhur Neyzen Aziz Dede’den talim ettim. Çok güç olan bu saza bir hayli emek verdim ve muvaffak oldum.
Sonra meşhur Santuri Ethem Efendi’den santur öğrendim. Ayrıca kemana çalıştım ve bugün kemanî olan bir hayli talebem vardır. Santur ile esaslı surette meşgul oluşum başta İsmail Hakkı ve Kemani Reşat Bey olmak üzere saz arkadaşlarımın ısrarı ile olmuştur. O vakit bu sazı çalan bulunmadığı için bu ısrarlar ve biraz da tesadüflerin yardımı ile 75 senedir devamlı surette bu saz ile meşgul oldum. Darülelhan’ın birinci ve ikinci teşkilinde muallimlik ile tavzif edildim.

Santur, ney metodlarından sonra usuller üzerine kitap yazıyorum

Şimdi neyle meşgulsünüz?
— Yaş haddi dolayısıyla İstanbul Konservatuvarı İcra Heyeti’nden çekildikten sonra kendimi tamamen sazların metodunu yazmaya hasrettim. Halen santur ve ney metotlarını tamamladım. Şimdi usullere ait bir kitap yazmaktayım.
Bunları neşredecek misiniz?
— Malî vaziyetim müsait olduğu takdirde neşredeceğim.
Musikimizin tekâmülü için ne düşünüyorsunuz?
– Musikimizin tekâmülü için evvelâ bir akademiye ihtiyaç vardır. Saniyen bugün rastgele herkes beste yapmaktadır. Bunların ekserisi eski şahane eserlerin bir cüz’inden ibaret bulunuyor. Dikkat edilen yegâne şey güftenin zamanın hislerine uygun olmasıdır. Bu gidişle güzel musikimiz belki 50 sene sonra dinlenmez bir hale gelecektir. Buna mâni olmak lâzımdır.
Uzun musiki hayatında pek çok bestekâr dirak etmiş olan üstada en çok kimi beğendiğini soruyorum. Hiç düşünmeden:
“”Şevki Bey” diye cevap veriyor ve devam ediyor “Her eseri ayrı bir hususiyet ve güzellik taşırdı. Hey gidi koca Şevki…”
Hocayı yeniden daldığı bu eski günlerin şevk aleminde yalnız bırakarak ve ellerini hürmetle öperek veda ediyoruz.
(Halil Nadaroğlu/ 1 Ekim 1948 / Türk Musikisi Dergisi / Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig)

NEYZENLİĞİ SANTURU KADAR ÖNEMLİ

Ziya Santur’un albümünden: Keman öğrencisi kızıyla evinin bahçesinde

Rıza Santur, sesinin güzelliği nedeniyle müziğe ilkokulda ilahiler söyleyerek başladı. Askeri Denizcilik Ortaokulu’nda öğrenim gördüğü dönemde müzikle ilişkisini geliştirdi. Arkadaşı Rauf Yekta ile ney üflemeye başladı. Çocukluğu geride bıraktığı dönemde eline aldığı enstrümanı rahatlıkla çalabilecek düzeye gelmişti. Ut, kanun ve nihayet kemanda kendini geliştirdi. Ayrıca iyi bir neyzen olarak tanınıyordu. Bir yandan da ders veriyordu. Gençlik dönemindeki öğrencilerinden biri de Cevdet Kozanoğlu. 1903’te, 35 yaşında santur derslerine başladı. Bu sazda ilerleyince Vecdi Seyhun dahil pek çok kişiye ders verdi. Yılmaz Öztuna, “Türk Musikisi Ansiklopedisi’nde Ziya Bey’in müziğini değerlendirirken “santuru Türk Müziği perdelerine uyum sağlayacak şekilde geliştirdi, 1914’te bu saz için metod yazdı” diyor. 1947’de Sadettin Arel’in ısrarı üzerine yeniden bir santur ve ney metodu yazdığını belirtiyor. Öztuna’dan ayrıca Ziya Santur’un Nühüft Saz Semaisi ve Suznak Saz Semaisi (notası kayıp) yazdığını öğreniyoruz.

Share.

Leave A Reply

one + eleven =

error: Content is protected !!