Udi Yorgo Bacanos, aynı zamanda piyano çalıyordu. Virtüözitesinde muhtemelen piyanodan gelen el esnekliğinin etkisi vardı. Bacanos bu mülakatta hayatını anlatıyor, udu İstanbul’a ilk getiren Udi Afet’ten ve efsanevi lüthiye Manol’dan bahsediyor.
Memleketimizde ve Arap diyarında, bilhassa Mısır’da ud üstadı, yıldızı diye anılan Yorgo Bacanos’u Harbiye Radyoevi’nde buldum.
Udi, piyanist ve aynı zamanda bestekâr olan bu kıymetli sanatkârımızın ailesi arasında bir çok tanınmış müzisyen var. Kemençeçi meşhur Aleko Efendi ağabeysi, kemençeçi Anastas Efendi dayısı. Kemençeci Sotiri Efendi ile de kardeş çocukları.
Babam doktor ya da avukat olmamı istemişti
Yorgo Bacanoz hayatını ve yetişmesini şöyle anlattı:
– Babam lâvtacı Lâmbo Efendi’dir; 316’da İstanbul’da doğdum. 10 sene evvel evlendim, çocuğumuz olmadı.
Ben beş yaşlarında iken babam bana küçük bir ud yaptırmıştı. Onunla oynardım. Babam, musikiyi zevkim için öğrenmemi, meslek olarak da doktor yahut avukat almamı istiyordu. Beni birçok mektebe gönderdi, hususi hocalar tuttu ise de bizde okumaya haves olmadı. Musikiye düşkünlüğümü gören babam, avukat veya doktor olmağa niyetim olmadığını anlayınca beni karşısına aldı ve bu suretle ciddi şekilde musikiye başladık. Benim hocam, babamdır. Nota derslerini de Karnik Garmiriyan Efendi’den aldım.
Uda olan merakım gün geçtikçe artıyordu. Uykuda ud rüyaları görürdüm. Kafam güzel melodilerle dolardı. Bu suretle uyanır ve karyolamın yanında duran udumu alıp bunları çıkarmağa çalışırdım. 12 yaşından itibaren Taksim’deki Aptalofos’un gazinosunda ud çalmağa başladım. 1928’de Berlin’e, 1930’da da Paris’e giderek Hafız Sadettin Kaynak ve merhum Hafız Kemal ile birçok plâk doldurduk ve konserler verdik. Birçok kereler de Kıbrıs’a ve Mısır’a gittik. Mısır’da beni konservatuara ud hocası yapmak suretiyle alıkoymak istediler. Fakat ben vatanımdan ayrılmak istemedim. 2-3 senedir de konservatuvar icra heyetinde çalışıyorum. Aynı zamanda radyoda çalışıyorum ve hususi konserlere gidiyorum.
Udu kadınlar mı daha iyi çalar yoksa erkekler mi?
– Bence erkekler daha iyi çalar. Çünkü ud çalanlar arasında erkekler her bakımdan üstündür.
Müzik yeteneği adamın karnında, ruhunda olmalı
Musikiden başka nelerle uğraşırsınız?
– Bekarken geceyi gündüze katıp sağa sola gider eğlenirdik. Tabii musikiyi de ihmal etmezdik. Fakat evlendikten sonra eğlencelerden elimizi çektik ve ev adamı olduk. Şimdi evimden işime, İşimden evime giderim. Evimde meşgul olmağı severim. Yazları Büyükdere’ye gideriz. Orada denize girerim, balık tutarım.
İçki içer misiniz?
– Eskiden çok içerdim. Gün gelirdi ki hiç durmadan üç gün üç gece rakı içtiğim olurdu. Tabii bu da sırf musiki ile uğraşarak olurdu. Yanımda dünyanın en güzel kadını da olsa onlara pek aldırış etmez, coşar, durmadan ud çalardım. Bu halim bayanları pek kızdırırdı. 10 sene evvel evlendim. Şimdi ancak yemeklerden evvel bir iki kadeh içerim.
Alaturka musiki içkisiz olmaz mı?
– Yerine göredir. Konserlerde tabii içki olmaz. Fakat bir eve, bir toplantıya gidildi mi muhabbet ve musiki içkisiz olmaz.
Kumar da oynar mısınız?
– Yalnız 25 sene evvel birisi beni baştan çıkardı, oynadım. Bir ayın içinde eski para ile bakarada 1500 lira kaybettim. O günden bugüne kumara tövbeliyim. Yalnız arasıra tavla oynarım. O da para ile değil, şöyle tatlısına filân…
Gelecekte alaturka musiki nasıl bir şekil alacak dersiniz?
– Bu suale cevap vermek bir meseledir. Musiki duğuşa (duyuşa) da bağlıdır. Öyle gençler var ki durmadan çalışıyorlar. Fakat bir şey olamıyorlar. Benim kanaatim, musikiye istidat adamın karnında, ruhunda olmalıdır. Ben kendi hesabıma daima eski üstatları ararım. Zira, hamur gitgide kayboluyor. Eski eserler de yenilerden çok üstündür.
Bu sebeplerle bana kalırsa gelecekte de alaturka musiki bu vaziyette devam edecektir. Amma gençler arasında kabiliyetliler çıkar da bir şeyler yaparlarsa lâfım yoktur.
Hangi bestekârları ve ses sanatkârlarını beğeniyorsunuz?
– Bendeniz eski olduğum için eski bestekârların eserlerini severim. Okuyucularımızın en iyilerinin başında erkeklerden Münir Nurettin Bey, hatunlardan da Safiye Ayla gelir.
Gazinolarda, filmlerde piyano çaldım
Uddan başka ne çalarsınız?
– Aynı zamanda 25 senedir piyano çalarım. Birçok gazinoda piyanistlik ettim. Filmlerde de çaldım. Piyanoyu da alaturka çalarım.
Alaturka eserler piyano ile çalınmaz derler?
– Ud çaldığım için çeyrek sesleri piyanoda çıkarmak için ayrı usullerim vardır.
Besteleriniz de var değil mi? Bunları sayar mısınız?
– Evet. Meselâ mahur makamından “Halâ kanayan, neşe ile geçen ömrümü, Sevdası henüz gülmedim güldürmedim”… Daha birçok var. Hattâ henüz hiç kimsenin bilmediği bestelerim de var.
İlerisi için ne düşünüyorsunuz?
– Şimdi yaş 50! Bundan sonra artık ne yapabilirim? İlerisi için, bir mülk filân alıp iradiyle geçinmeyi düşünüyorum. Bizim eski üstadlarımızın ekserisi sefalet içinde ölmüştür.
İyi udlarınız var mı?
– Birkaç tane iyi udum var. Bunlar meşhur sanatkâr Manol’un ve 50 sene evvel yapılmışlar.
Bunların birisi bugün kaç lira eder?
– Efendim bence sazın değeri para ile ölçülmez. Udlarımdan birine Mısır’da yüksek bir para verdikleri halde satmadım.
Udun İstanbul’daki tarihi 1870’lerde başlar, öncesinde lavta çalınırdı
En eski udum 50 seneliktir diyorsunuz. Başkalarında daha eski udlar yok mudur?
– Zannetmem. Avrupa’da ud pek bulunmaz. Olanlar da buralardan gitmedir. Yunanistan’da da vaziyet böyle. İstanbul’a ud ilk defa 80 sene kadar evvel Arabistan’dan gelmiştir. Getiren de Udi Âfet isminde bir erkektir. Daha önce İstanbul’da hiç ud yokmuş, lavta varmış. Udu İstanbul’a getiren Âfet öyle rağbet görmüş ki fes dolusu sarı lira kazanırmış. Lâkin eli çok açıkmış. Evine karpuz kavun alacaksa mavna dolusu gönderirmiş. Sonunda perişan ve yoksul öldü. Ondan sonra başkaları yetişti. Ud yapanlar da ondan sonradır. Bunların arasında en meşhuru Manol’dur.
(Sadeddin Gökçepınar / Akşam Gazetesi / 1950)
Yorgo Bacanos / Bu dünyaya geldik, gitmek için, oturmak için değil
1959 yılında radyo stüdyosunda saz arkadaşı İhsan Özgen ile söyleşi yapan Yorgo Bacanos kısaca müzik hayatını, ailesini, eserlerini anlatıyor.
Ustacığım, doğum tarihinizi lütfeder misiniz?
– Ben efendim 1900 tarihinde doğdum. Yani 1316 tevellütlüyüm.
Hangi ayda?
– 21 Eylül 1900.
Bugün 59 yaşınızda bulunuyorsunuz.
– Evet, 60’a girdim hatta.
Allah daha uzun ömürler versin inşallah.
– Teşekkür ederim. Allah cümlemize versin.
Mûsikîye başlayış tarihinizi söyleyebilir misiniz?
– Efendim, benim mûsikî tarihim çok küçük iken başladı. Beş yaşında iken, süpürgeyi alıyordum, evin süpürgesini alıyordum elime, lavta, ud gibi filan çalıyordum. Babam, Allah rahmet eylesin istiyordu efendim bir doktor ya bir avukat, ya bir tahsil edeyim de, şöyle bir, başka bir meslek yapayım. Mamafih, ben mûsikîye heveskâr olduğumdan dolayı, babam baktı olacak gibi değil, hemen lavtasını kaptı, asılı olan lavtasını, gel oğlum dedi. Ders aldım babamdan, benim hocam babam.
Çok güzel.
– Evet canım.
Sizin aile herhalde çok zengin mûsikâ’şinas bakımından.
– Efendim benim babam, lavtacı Lambo efendi, eski üstadlardan ve dedelerim de, aynı vaziyette. Benim annemin babası, dedem yani, o kemençe çalıyordu efendim.
İsmi?
– İsmi, Leondi idi. Babamın babası, O’da kanun çalıyordu efendim, O da Grigor idi.
İsmi, Grigor Bacanos.
– Evet canım.
Başka müzisyen akrabalarınız var. Ağabeyiniz…
– Ağabeyim de kemençe Aleko Bacanos. Allah rahmet eylesin.
Evet, evet.
– O’nu da, maalesef kaybettik.
Çok kıymetli kemençe idi.
– Âhh, maalesef kaybettik O’nu. 0 acısı hâlâ içim dedir yani.
Allâh size ömür versin.
– Allâh cümlemize versin efendim.
Başka müzisyen akrabâlarınız var.
– Var efendim. Akrabâlarım var. Kemençeciler var.
Bugün hayatta olan kemençeci Paraşko…
– Paraşko benim kardeş çocuğumdur efendim. Benim dayım da Anastas efendi idi. Kemençeci meşhur Anastas efendi benim dayım. Sonra Sotiri Efendi vardı, kemençe O’da benim kardeş çocuklarımdır. Kardeş çocuklarıyız 0nunla.
Sotiri ile siz kardeş çocukları mısınız?
– Kardeş çocuklarıyız, evet.
Uddan başka gâyet fevkalâde bir şekilde piano çaldığınızı biliyorum.
– Evet pianoda çalıyorum efendim. Ud ve piano.
Başka?
– Eskiden lavta çalardım efendim. Çocuk iken lavta da çalardım efendim.
Pederinizden tabii ders almıştınız.
– Evet canım, evet.
Şimdi İstanbul Radyosu’nda …
– Konservatuar’da, İcrâ Heyeti’nin üyesiyiz efendim.
Bütün udîler de hayran.
– Aman efendim.
Bütün udîler de Yorgo Bacanos’un çalışma hayran…
– Aman efendim.
Bu kadar geniş ve zengin bir mûsikî ailesi de belki yok. Yani başka kimsede, başka bir sazende de bu kadar geniş bir mûsikî ailesi yok galiba.
– Var efendim, niçin olmasın efendim.
Fevkalâde.
– Teveccühünüz efendim.
Ustacığım şarkılarınız?
– Şarkılarım efendim…
Gayet güzel eserleriniz var.
– Var efendim. Kendi zevkim içün…
Onlar herkese zevk veriyor.
– Bir çok eserlerim var ama, piyasaya çıkartmadım efendim. Eser yapımına geçeyim filan değil, kendi zevkime göre, yaptım o eserleri.
Birkaç tanesini söyler misiniz?
– Mahur, efendim. Hâlâ kanayan kalbimi, aşk âteşi
dağlar.
Kürdîli Hicazkâr?
– Neş’eylen geçen ömrümü eyvâh keder ettin.
Sonra Hüzzam, hepimizin hayran olduğu o Hüzzam?
– Sevdâsı henüz, sînemde göynüm gibi sağdı.
Bundan başka şarkı var mı?
– Var efendim . “Gülmedim, güldürmedin bilmem kabâhat kimdedir”… Var yani, çok şarkılarım var.
Saz eserleri var mı?
– Efendim vakti ile kendime göre birşeyler yaptık efendim.
Saz eserleri?
– Evet efendim.
Fevkalâde güzel.
Bu konuşmamız bizim için büyük bir hatırâ olacak.
– Ricâ ederim efendim.
Zahmet ettik usta sizi…
– Estağfurullah efendim, estağfurullah.
Tuttuk, işinizden ala koyduk.
– Estağfurullah efendim, ricâ ederim efendim.
Fakat bu bizim için büyük bir hâtıra, büyük bir zevk bunu her zaman dinlemek, inşallah buraya bir de ud taksimi çekersek…
– İnşallah efendim.
Fevkalâde bir vazife olur ilerisi için.
– Tabii, fâni dünya efendim, nasıl olsa bir gün öleceğiz.
Allâh uzun ömür versin, ölümden hiç bahsetmiyelim.
– Sıra efendim bu, nöbet, nöbetteyiz, öyle maalesef öyleyiz. Dünyaya geldik, gitmek için, oturmak için değil.
(İhsan Özgen / 6 Kasım 1959 / Ses kaydı)