Rizeli kemençeci Hasan Sözeri, 17 yaşında Türkiye Radyoları’nda program yapmaya layık bulunmuştu. Hayatı boyunca pek çok türkü derledi, besteledi, geleneksel Türk müziği formunda şarkılar da yazdı. 1970’de 49 yaşında hayata veda etti. 1950’de kapısını çalan gazeteciye hayatını anlatmıştı.
Kemençenizin karakteristik özelliklerinden bahseder misiniz?
– Kemençenin üç teli var. Bunlar tizden pese doğru re, lâ ve mi olarak akort edilmiştir. Yalnız, bu seslerin fizik ölçüsüne göre gerçek değerlerini henüz belirletemedim. Düdüğü öttürüp re diye çekiyoruz, o kadar. Karadeniz türkülerimizi söz ve melodi olarak herkese esaslı şekilde anlatamadım henüz. Rize türküsü denince herkesin aklına 7/8’lik tempo ve melodi olarak da bir gıygıy gelir. Halbuki bu çok bambaşka şeydir. Karadeniz havalan çok şendir, derler. Şendir, fakat bunun yanı sıra neşe ile karışmış aynı kıymette hüzün de mevcuttur ki, nüanslara dikkat etmeyen, daha doğrusu anlamayanların kulağına çarpmaz.
Türküleriniz hep yaşadığınız olaylarla bağlantılı. Evliliğiniz de sıra dışı bir olayla mı başladı?
-Tabiî. Hem de çok enteresan. Ankara Radyosu’nda ilk defa çalıp söylediğim “Nazmiye” türküsü çok sevilmişti. Hâlâ sevilir. Radyodaki üçüncü yılımdı. Bir gün ahbaplarımdan birisi beni bir aile toplantısına davet etti. Gittim, oturduk, yedik içtik ve sazımızı elimize aldık. Beni duyan komşu, kapıya dayandı. Nihayet o kapıya dayananların içinde bizim Nazmiye Hanım da vardı. Orada benden “Nazmiye” türküsünü rica ettiler, çaldım ve okudum. Bizim hanım, işte o zaman bana âşık olmuş… Şimdi sorarsanız, bana değil, kemençeme âşık olduğunu söyler.
En çok babamı severim
En çok sevdiğiniz nedir?
– Babam.
Ne zaman beste yapmaya başladınız?
– Kemençeye başladığımda… O zamanlar bile dikkat ettiğim en büyük esas, türkülerdeki müstehcen sözleri kaldırıp atmaktı. 1940 yılında bir nevi kompozeye tâbi tuttuğum “Yenge Kızın bir tane, Saçları Tane” türküsünden sonra bestekârlığım başlar.
Kaç besteniz var?
– Bugüne kadar Karadeniz yöresine özgü 25 türkü, biri segâh diğeri rast makamından iki alaturka şarkı besteledim.
En çok sevdiğiniz alaturka eseriniz?
– Bir yâre açılmış galiba bende
Gönül akışını duyduğum
yerde
Öyle bir acı ki, göz bebeğimde
Gözün deva bulur ancak bu derde.
Halk müziğimiz hakkında neler düşünüyorsunuz?
– Çok şeyler düşünüyorum. Birkaç cümleyle aktarmak mümkün değil.
İlk defa ne zaman, nerede mikrofona çıktınız?
– 1938’de, 17 yaşında, Karadeniz türkülerini radyodan sunmaya, tanıtmaya çalıştım. İlk konserimde “Yesin oni nenesi”, “Nazmiye”, “Keremi de su düştü”, “Cicim canım” türkülerini ilk defa ben çaldım. Bugünkü başarımı sanatını ve kişiliğini çok sevdiğim Mesut Cemil ve Sadi Yaver Ataman’a borçluyum. Bu iki kişinin izni ve onayıyla radyoya alındım.
Kemençeyi kendi çabamla öğrendim
Müzik aşkı sizde nasıl doğdu?
– Rize’nin Portakallık mahallesinde doğdum. Babam emekli başkomiserdi.
Müzik aşkım 1936 yılında başladı. Bir düğünde kemençe gördüm. Aklım takıldı. Kemençe aldık. 2,5 yıl gece-gündüz çalıştım ve öğrendim de. Düşünün: Radyoda çalmaya başlayınca sazının âşığı, onu deli gibi seven, memleketinin tek radyo istasyonunda sesini dinletmeyi başarmış bir insan ne yapar? Radyoda çalmaktan duyduğum gururdan aldığım hızla, eşi, dostu, ahbabı, mektebi ve daha ileriye giderek söyleyeceğim, hayatı bile unuttum. Dünya başka, bense daha başka bir âlem içerisinde çalkalanıyordum. Sazımı elime almadan beni okulun kapısından Allah’tan başka kimse ayıramaz derken, bu defa kemençemin melodilerinden ayrılamaz oldum. Aşk, bana, orta okulun ikinci sınıfındayken tahsili terk ettirdi. Çünkü herkes dersine, ben sazıma çalışıyor, okula gittiğimde hocam beni görüp derse kaldırmasın diye de köşeye büzülüp kalıyor, o korku içinde bile kemençemin melodilerini hâfızama yerleştirmeğe çalışıyordum.
Size, hayatımda unutamayacağım bir küstahlığımı da anlatmadan geçemeyeceğim. Fizik dersindeyiz; bir soru yöneltildi: îstanbul’dan kalkan ve şu kadar kilometre süratle giden bir trenle Ankara’dan kalkan ve şu kadar kilometre süratle giden diğer bir tren birbiriyle nerede karşılaşır? Arkadaşlarımın hepsi az çok bir şey çalışmış, meseleyi çözmeğe gayret ediyor. Bense, meselenin halline değil, rakamların şıklığına dikkat ederek koskoca bir sayfayı doldurdum, fakat meydanda bir şey yok. Bir şey yapamadığımı anlamakta gecikmeyen hocam dersin sonuna doğru yanıma gelip “Hasan, sen ne yapıyorsun” diye sordu. Soruya uyduracak yalan yoktu. Matbaa gibi rakamları süslü püslü sıralamış ve hiçbir sonuç elde edememiş olduğum hocamın gözünün önündeydi. Bir an durakladıktan sonra; meseleyi anlamamış gibi davrandım. Soruyu tekrarlayıp hocamın yüzüne baktım. Sonunda ok yaydan çıktı. Yere eğdiğim başımı kaldırıp “Hocam trenler birbirini geçti, durduramadım” dedim. İşte o günden sonra da, kabiliyetimin sıfır olduğu bu sahadan vaktinde çekilerek hayatımı düzene sokacak bir iş bulmak zorunluluğunu hissettim.
Haşan Sözeri, hâlen İstanbul Radyosu’nda kurduğu Karadeniz’den Sesler korosunu da yönetiyor.
(Yazarı belirsiz / 16 Aralık 1950 / Radyo Haftası / Fotoğraf: İsmet Gümüşdere / Arşiv çalışması: Serhan Yedig)