Mesut İktu / Bakışsız Bir Kedi Kara’yı müzikte çağdaşlık ve yeniliği desteklemek için söyledim

0

1989 yılında şair Ece Ayhan, şan sanatçısı Mesut İktu ile mülakat yapar. Ayhan, sorularında İktu’dan daha fazla konuşur ve birbirinden şaşırtıcı öyküler anlatır. Bu arada şiirinden Usmanbaş’ın bestelediği Bakışsız Bir Kedi Kara’ya neden ilgi duyduğunu, neden ilk seslendirmesini yaptığını sorar. Mülakatın sonunda ise İktu, Ayhan’ın “serbest” tavrına uyar, konuşmasını şöyle bitirir “Dinar Bandosu’nda flüt çalmak isterdim!”

Zaten de kış! Bilirsiniz, Franz Schubert’in Winterreise adlı bir lied’ler yapıtı vardır. (Az kaldı, ‘yapıt’ sözcüğü yerine ‘albüm’ yazacaktım; bence İkinci Yeni de ancak Nazım Hikmet’le birlikte düşünülecek iki şairden biri olan ’Sıkı Şairler’den Turgut Uyar’ın bir şiirinin ‘sanki kuşlar albümünden bir maden’ son dizesi aklıma geldi de.) Dilerseniz, sizinle, müzikte de bir ‘kış yolculuğu’na çıkalım
Yıllar öncesidir. Ankara’da üniversite öğrencisiyiz. Siyasal Bilgiler’de okuyan ve tenor sesini geliştirmek üzere soprano Atıfet Usmanbaş’tan şan dersleri alan ve Pazar Postası gazetesinde de Rıza Kaner takma adıyla müzik eleştirileri yazan arkadaşım Üner Birkan’la birlikte Schubert’in Kış Yolculuğu lied’lerini Alman bariton Dietrich Fischer-Dieskau’dan dinliyoruz.
Winterreise bana nedense Yaşlı Bruegel’in kar-kış resimlerini ve de karlar altında kalmış bir Avrupa Ortaçağı’nı anımsatıyordu: Kısacası işte insan sesine dönüşmüş ve anlatılmaz bir güzellik! Ayrıca, ben özel olarak, bir bakıştan en yetkin çalgı denilebilecek insan sesi, sesleri içinde daha çok bariton sesi seviyorum.
– Dietrich Fischer-Dieskau, – bir bariton ve yorumcu olarak-, benim için gerçekten büyük bir ad ve büyük bir varlık!

Basın Yayın Müdürü “Susturun şu eşeği” diyerek D.F.Dieskau’un lied yayınını durdurdu

O zamanlar mı öyleydi? Şimdi de öyle midir, bilemem. Hadi şimdi bunu burada pek kurcalamayalım, irdelemeyelim diyelim ve geçelim. Ama Türkçe’nin, Müzik’e (ve Şiir’e, ‘Sıkı Şiir’e, Aşka ve hele giderek insan haklarına) handiyse bütün bütüne kapalı bir ülke ya da daha doğru bir deyişle ‘topluluk’ olduğunu bir düşünür müyüz, diyeceğim o kadar. (Sıkı Şiir derken, elbette 1955-56’lardaki şiir sıçraması’nı, ‘İkinci Yeni Akımı’nı amaçlıyorum) Bence eskiden de, bugün de öyledir. Yine de, 1955-56’larda Ankara Radyosu’nda çalınan plakta Dietrich Fischer-Dieskau, Schubert’in Kış Yolculuğu lied’lerini söylerken, ormandan mı gelmiş bilemiyeceğim, bir genel yönetmenin gece evinden radyoya telefon ederek, “Susturun şu eşeği” demesini bir türlü unutamıyorum (Müzik eleştirmeni cin Faruk Güvenç hiç böyle bir fırsatı kaçırır mı? Bir acele Almanya’ya Dietrich Fischer-Dieskau’ya mektup yazarak, durumu bildirmiştir: ‘Bizim radyomuzun bağlı bulunduğu genel yönetmen sana eşek diyor?)
-Ben Ankara Devlet Konservatuvarı’nı 1969’da bitirdikten sonra, (Batı) Berlin Yüksek Müzik Okulu’na (West-Berlin Muzikhochschule) gitmiştim, -ki orayı da 1973’te bitirdim-. Bir gün, Schubert’in lied’lerine çalışıyorum; özellikle. Hocam Prof. Herbert Brauer’e “Kimi dinlememi önerirsiniz?” diye sormuştum. Hiç unutmuyorum. Prof. Brauer, bana, “Çalışırken, Dietrich Fischer-Dieskau’yu dinleme! Bak, Herman Prei’yı dinleyebilirsin” demişti. Çünkü, Dietrich Fischer-Dieskau benzersiz bir sanatçıdır ve kendine özgüdür, belirli bir açıdan alanında belki de biriciktir. Ama, Herman Prei, daha bir elle tutulur, somuttur ve asıl önemlisi bir bariton olarak Schubert lied’lerinde size bir açılış ya da açılma sağlayabilir.
Ben kendi adıma, bir konser sanatçısı olarak da gelişmiş bulunan Dietrich Fischer-Dieskau’dan şunu öğrendim: Bir yeni role çalışırken, nasıl iki saatlik bir sürede o rolün müziğini ve tipini yaşayabiliyorsan, bir sayfalık bir lied’de de şiiri ve müziği yaşamalısın!

Sıcak ilişki kurduğum bestecilerin başında Mozart yer alır

Benim müzikte aklım daha çok, Alban Berg (Wozzeck operası; -nitekim, günün birinde, neden olmasın, bir opera sahnelemeyi düşünürsek, ben ilkin Wozzeck’i düşünürüm, hem de gerekirse Wozzeck’e çıkarak-) Webern (6 Bagatel op. 9) ve Arnold Schöenberg’e (‘Musa ile Harun’ operası)-(Güngör Dilmen; orada Musa’ya; Cahit Külebi; Nevit Kodallı’nın ‘Atatürk Oratoryosu’nda koroda en arka sıralarda Yalnızlık’a; İlhan Berk; Mika Waltari’nin ‘Mısırlı Sinuhe’sinde Firavun Bukalemon’a; Â. Bezirci; Lavrenti Menotti’nin ‘Konsolos’unda gizli sağcı bariton’a; Feminist Feyza; Wagner’in ‘Uçan Hollandalı’sında mezzo sopranoya; Küçük İskender, Suppe’nin ‘Leichte Kavallerie’sinde hafif tenor’a… çıkabilirirler)- yatkındır. Sizin gönlünüz hangi bestecilere kayıyor?
– Siz Alban Berg deyince, ben bir ayraç açacağım: Alban Berg’in ‘ Wozzeck’inden bir sahneyi ben 1969’da Ankara’da söylemiştim.
Evet, nerede kalmıştık?.. Gönlünüz?..
-Kendileriyle ‘sıcak’ ilişkiler kurduğum besteciler…
Özür dilerim. Bu kez ben bir ayraç açmak isterim. Siz ‘sıcak’ lâfını deyince şu aklıma geldi: 1974,9 Ekim, İsviçre, Zürih Üniversitesi’nin Kantonsspital’inde ünlü beyin cerrahı Prof. Mahmut Gazi Yaşargil, hastalarını ameliyat masasına kendi kucağında taşıyor, insanın sıcaklığını duyumsamak için.
– … ‘sıcak’ ilişkiler kurduğum besteciler, Mozart, Verdi, Sibelius, Mussorgski ve Mahler’dir.
Mahler? 1956 yazında, İstanbul’da, Mahler’in ‘Kindertotenlieder’ini bulmuş ve bunu az biraz dönüştürerek Türkçe’ye ‘Çocukların Ölüm Şarkıları’ olarak aktarmıya çalışmış ve bu adla bir (sonra iki oldu) şiir de yazmıştım. Aramızda kalsın, aradan 32 yıl filan geçti, şimdiye kadar kimse bana bu konuda bir şey sormadı!
-Geçenlerde, Mahler’in ‘Bir Delikanlının Ezgileri’ yapıtını, Bükreş Radyo ve Televizyon Filarmoni Orkesrası’nın eşliğiyle söyledim.

Dinar Bandosu’nda flüt çalmak isterdim

‘İlhan Usmanbaş‘ın rastlansal (ya da rastlantısal) notalama yöntemini uyguladığı, -kendisi ‘grafik noktalama’ diyor-, yani deneysel müzik çerçevesinde sunulan, ‘Bakışsız Bir Kedi Kara’ yapıtım, piyanist Metin Öğüt ile ilk kez 1977’de İstanbul Maçka’da bir konserde gerçekleştirdiniz. Şimdi size şunu soracağım: buraya nereden geldiniz? Çünkü; çağdaş, ilginç ve özgün yaratıcı İlhan Usmanbaş‘ın yapıtları Türkiye’de pek çalınmaz da?
– Biz opera ya da konser sanatçıları, sahnede sesimiz güzel çıksın, güzel oynayalım filan deriz hep. Bunlar sanatçı yönünden herhalde doğru ve yerince olabilir. Ama bir de, müzikte çağdaşlık ve yenilik var! Benim, besteciyi sevişim bir yana, işte asıl bu yüzden söyledik ve çaldık ‘Bakışsız Bir Kedi Kara’yı. Şiirlerin kendileri de beni etkiledi o ayrı.
Neredeyse ‘sopranist’ sesli, anlıyacağınız hadım sesli gibi, Hafız Burhan’ın söylediği “Kuş sesleri, ovalara yayılır”ı bir bariton söylese nasıl olurdu acaba?
-Bakın çok sesli olursa o da düşünülebilir.
Size müzik dışı bir soru: Osmanlı İmparatorluğu kapanıyor, çok uzun ve çok güzel kirpikleri olan karısını kıskanan bir adam vardır Beşiktaş’ta, iki-üç yılda bir, herhalde zorla elbet, aklınca bir güzelliği paylaşmıyacak, karısının kirpiklerini makasla kesirmiş. (Neyse ki ‘Sıkı Şiir’de olduğu gibi ‘ipek kılıç’la kesmiyor!)… Peki siz böyle ya da başka kıskançlıklar için ne dersiniz?
-Bizim sanatımız, temelde, rekabete bağlı. Bir kıskançlık, çok çalışmaya yol açabiliyorsa, iyi. Ama sanatçı kaprisliği anlamına alınırsa, iyi değil.
Benim sökülebilir-taşınabilir ya da her an bir senfoni orkestrasına dönüşebilecek Dinar Bandosu’nu ben şimdi Yüksekkaldırım’dan yukarı Tünel’e çıkarıyorum. Sözgelimi; yazarlığı dışında toplumsal dürüstlük anlamında pek işitilmemiş ‘temiz’liğiyle de ünlü Vedat Türkali (‘Bir Gün Tek Başına’ romanını, 1978 Temmuzu’nda İsviçre’de Tann’da Yıldız-Tosun Kamburoğlu’larda kalırken okumuş ve bu beklenmedik ilginç ve olağanüstü başarıya şaşırmıştım) ‘fagot’; Yusuf Atılgan ‘syrinx’; Nahit Hanım (Fıratlı) ‘arp’; Süreyya Berfe ‘lavta’ çalıyor. Siz böyle yürüyen’ bir bandoda hangi çalgıyı çalmak isterdiniz?
– Flüt çalmak isterdim, çünkü müziğe Ankara Devlet Konservatuvarı’nda flütle başlamıştım.
(Ece Ayhan / Mart 1989 / Argos dergisi / Arşiv çalışması: Serhan Yedig)

Linkler

Mesut İktu’nun web sayfası

Ece Ayhan’ın Suna Kan mülakatı

Share.

Leave A Reply

3 × five =

error: Content is protected !!