Münir Nurettin Selçuk / Musikimizde basitleşme hanım sesleri için eser yazılmasıyla başladı

0

60’ıncı sanat yılını 1974’te İstanbul’da özel bir konserle kutlayan Münir Nurettin Selçuk hem konser solistlerinin seçimi hem de yayımlanan röportajıyla müzik çevrelerinde tartışma yaratmıştı.

60 yıllık sanat hayatınızın bir bilançosunu yapar mısınız?

– Musikiye 13 yaşlarında başladım. 1915 yılında Darüttalim-i Musiki Cemiyeti’ne katıldım. Bir süre sonra da Şark Musiki Cemiyeti’ni kurarak topluluk konserlerine başladım. Yine aynı yıllar için­de resmi bir kuruluş olan Darülelhan’a intisab ettim. Askerliğim sırasında da Müzika-i Humayun’da görev aldım. Bu görevim Padişah Vahdettin Efendi’nin son zamanlarıydı… Cumhuriyet’in ilânından sonra askerlik görevimi tamamla­mak üzere Ankara’daki Riyaseticumhur Musiki Heyeti’ne katıldım. Bu süre içinde haf­tanın belirli günlerinde çalış­malarımızı Atatürk’e dinletir­dik. Kendileri de bazı eserle­re katılırlardı. 25 yaşına ka­dar Ankara’da kaldım. Daha sonra İstanbul’a gelerek plak çalışmalarına başladım. 1929 yılında, Batı’da yapılan çalışmaları öğrenmek ve ses tekniğimi ilerletmek için Paris’e gittim. Paris’te kaldığım bir yıl içinde şan ve ses tekniği üzerine çalışmalar yaptım. 1930’da yurda dönerek Beyoğlu’ndaki Fransız Tiyatrosu’n­da ilk solo konserimi verdim. Bu konserimi yurt içi ve yurt dışında verdiğim yüzlerce konser izledi. 1922 yılından bu ya­na hem klasik hem de çağdaş Türk Musikisi dalında yüzün üzerinde eser besteledim. 1942 yılında Konservatuar Türk Mu­sikisi İcra Heyeti’ne şef ve üs­lûp hocası olarak getirildim. Bu görevi hâlâ sürdürüyorum. 1953 yılında da bakanlık tarafından radyoya müşavir atandım. Bu görevim sırasında, radyodaki stajyer sanatçılara dersler de veriyor­dum. Rahmi Sönmezocak, Güzide Kasacı, Mülkiye Toper, Tur­han Toper gibi bugünün birçok iyi solis­ti o zamanki öğrencilerimdi.

Türk Sanat Müziği’nin sanatla alakası kalmamış

Türk Sanat Müziği, sizin tanık olduğunuz 60 yıllık dönemde nereden nere­ye geldi?

–   İlk yıllarda Türk Musikisi gerek ehemmiyeti, gerekse icraatı bakımından, geleneksel bir şekilde daha iyi icra edilmekteydi. O devrin anlayışı­na göre yetişen gerek ses ge­rekse saz ehli yalnız klasik musiki ile meşgul oldukları için kaliteli eserler yaratılıyordu. Cumhuriyetin ilânından sonra, bir süre yine bu yolda gidildi. Bahsettiğim sürede eserler sadece erkek sesleri için besteleniyordu… Eser bestelenirken hanım sesleri nazara alınmıyordu. Ha­nım sesleri için eserler yapılmaya başlandıktan sonra musikimizde bir basitleşme görülmeye başladı. Musikimi­zin en kolay formu olan “şar­kı formu”nda eserler beste­lenmeye başladı. Sanat yönü ih­male uğradı. Bugün denilebilir ki pek az sayıdaki bestecimiz müstesna, eski bü­yük bestekarlar tarzında eserler bestelenememektedir. Günümüzde basit şarkı formuna uygun eserler revaç buluyor. Eski eserler 64 usule kadar çıkan büyük melodi zenginliği içinde bestelenirdi. Bugün ise 8 usulün üstüne çıkılmıyor… Diyebilirim ki melodi olarak eski eserlerin bir mısraı bu­günün dört şarkısına bedeldir. Bunun yanı sıra eskiden gerek enderunlarda, gerekse vükelâ konaklarında bugünün konservatuvarlarını andıran meşk yerleri meydana getirilmişti. Buralardan iyi icracılar yetişiyordu. Bu devre içinde abideleşen musikimiz, daha önce belirttiğim sebepler ve hükümetler tarafından ihmal edilince basit bir hale geldi. Zevksiz eserler meydana ge­tirildi. Bu işe radyo gibi genel yayın yapan organlar da katılınca bugün adına “Türk Sanat Müziği” denilen aslında sanatla hiç bir ilişkisi olma­yan bir tür çıktı ortaya. Bü­tün bunların oluşmasında ticari menfaatlerin de rolü çok büyük tabii…

Yunanistan’da 16 konservatuvar var ya bizde?

Müziğimizi bu durumdan kurtarmak için ne gibi tedbirler alınmalıdır? Bu konudaki önerileriniz?

–   Her şeyden önce hükümetin bu işi resmen ele alması gerekir. Enstitü veya konservatuvar şeklindeki müesseseler büyük şehirlerimizde der­hal açılmalı. Bugün komşu­muz Yunanistan’da bile 16 konservatuvar mevcut. Böylelikle bilgili icracılar yetiştirmiş oluruz. Musikimizi yaşat­mak zorundayız. Gerek iç ge­rekse dış ilişkilerimiz yüzün­den buna mecburuz. İlerisi için kaliteli elemanlar yetiş­tirilmelidir. Her işte olduğu gibi musikimizi de ehil ellere bırakmalıyız. Adama göre iş değil de,işe göre adamlar ge­tirilmeli musikimizin başına. Öncelikle bugünkü yeteneksiz ellerden kurtarmalıyız musi­kimizi.

İngiltere Kraliçesi Elizabeth’e konser verdik, onun

ifade ettiği takdiri kültür bakanımızdan alamadık

Türk Sanat Müziği’ni tek seslilikten kurtarmak için bazı çalışmalar yapılıyor. Bu çok sesliliğe yönelik çalışmaları nasıl karşılıyorsunuz?

–   Klasik müziğimize dokun­mamak şartıyla bu gibi tecrübelere girişmek, ama yeni eserler yaparak girişmek yararsız değildir. Klâsik musikimizin tek nağmesini da­hi kullanmak cinayet işlemek kadar hatalı olur. Tek sesli de­nilen musikimizde mükemmel bir armoni ve melodi zengin­liği mevcuttur. Son zamanlar­da ülkemizi ziyaret eden yabancılara dinlettiğimiz o tek sesli musikimiz büyük takdir­le karşılandı. İngiltere Krali­çesi kendilerine böyle bir mü­zik dinlettiğimiz için elçilik aracılığıyla teşekkür etti. Ama kraliçenin hemen arkasında oturan bizim dışişleri bakanımızdan tek teşekkür dahi gelmedi. Bu olaya Talat Halman da tanık. Bağdat Kasrı’nda verilen konseri­mizi dinleyen Fransızlar için­de ağlayanlar vardı. Musikimizin tek sesliliği içindeki armoni ve melodi zenginliğini görmek için onu iyi tanımak ve anlamak gerekir…

Fenerbahçe genç takımında futbol oynadım

60 yıllık sanat yaşamı­nızda müziğin dışında uğ­raşlarınız oldu mu?

Kahveci Güzeli filminde Nevin Seval ile rol almıştı

–   1935 yıllarında sinema ile de meşgul oldum bir süre. İlk filmim “Mineli Kuş”tu. Mesut Cemil de rol alacaktı ama bir türlü bitmedi bu film. 1940’ta İhsan İpekçi’nin teklifi ile “Allah’ın Cenneti”ni çevirdim… Hazım Körmükçü, Hedike Pişkin, Feriha Tevfik’le birlikte oynamıştık. Bu filmde zengin bir ailenin küçük kızına müzik dersleri veriyordum. Büyük kızı ile de sevişiyorduk rol gereği. Filmin sonunda binbir türlü maceradan sonra evlendik. Daha sonra “Hasret”i çevirdim. Bu filmde de bir köyle kızıyla olan aşk maceramız işlenmişti. Fakat en beğenilen filmim “Kahveci Güzeli”ydi. Bir kahveci çırağını canlandırıyordum bu filmde. Bir diğer filmim de “3. Selim’in Gözdesi”ydi. Bu filmde padişahın gözdesine aşık oluyor, zindana atılıyordum. Ama zindanda yaptığım iki besteyi padişaha gönderince padişah beni affedip cariyesiyle evlendiriyordu… Sinemadan başka bir sürü sporla da meşgul oldum. Fenerbahçe genç takımında futbol oynadım. Amatörce kürek ve tenis de çalıştım.

Sanat yaşamınızın bundan sonraki dönemi için neler düşündüğünüzü öğrenebilir miyiz?

–   Ömrümün ve gücümün yettiği sürece hem icracı hem de besteci olarak çalışmalarıma devam edeceğim. Öğrenci yetiştirme çalışmalarını da sürdüreceğim. Ulusal musikimizin gelecek kuşaklara dejenere olmadan ulaşması için elimden geldiği kadar çalışacağım. Memleket musikisine hizmeti bütün hayatım boyunca amaç edindim. Bundan sonra da böyle devam edecektir.

(Erhan Akyıldız / 15 Şubat 1974 / Milliyet Sanat)

60. SANAT YILINDA M.N. SELÇUK İÇİN NE DEDİLER?

AVNİ ANIL: Türk ses sanatına smoki­ni giydiren ve musiki tarihimize Türk ses sanatçılığının “altın adamı” olarak geçecek olan büyük üstad hocamız Mü­nir Nurettin Selçuk’un daha nice yıllar hepimize ışık tutmasını dilerim. Münir Nurettin Selçuk, Türk Musikimizde bir okul,bulunmaz bir ekoldür…

SÖZER YAŞMUT: Münir Nurettin Selçuk, Türk Musikisi’ne, solo okuyuşuyla Avrupa’dan bir özellik getirmiştir. Bunca yıldır çiz­gisini değiştirmeden okuyan yegâne usta bir okuyucudur… Diğer çalışmaları ikinci plân­da kalır. Yalnız 60. Sanat Yı­lı jübilesinin ne anlama geldiğini anlayamadım bir türlü. Maddi ve manevi yönden böy­le bir jübilenin gerçekten hiç gereği yoktu. Hele 60. Sanat Yılı için düzenlenen jübilenin programı böyle bir sanatçının kişiliğiyle bağdaşmaz. Bu da sanatçının müzik anlayışı­nın çok değiştiğini gösteriyor Aslında bu yaştan sonra fazla bir şey beklememek gereki­yor. Yine de gerçek bir sanat yılı kutlamasını candan arzu ederim…

ALİ RIZA AVNİ: Üstad Münir Nurettin Selçuk, gerek ses, gerek üslûp, gerekse konserist olarak, hiç şüphe yok ki günümüz Türk Musikisi’nin en büyük sanatçı­sıdır. Köklü ve ciddi bir sanat çevresinde yetişip klasik mu­sikimize ait eserleri mükem­mel sesi, uyuş tekniği ve üslûbu ile günümüze aktarmış, bir sanatçıdır. Yalnız Türk Musikisinde değil, dünya musikisinde bile sanat hayatını böyle bir başarı çizgisin­de tutan bir başka sanatçı yok­tur.

SELAHATTİN İÇLİ: Münir Nurettin Selçuk, dai­ma takdirle, hayranlıkla ve gıpta ile yad edeceğimiz bir ye­ri ve üstün seviyeyi ömür boyunca korumuş büyük bir sanatkârdır. Selçuk, Türk Musi­kisine, solistliği bütün adabıy­la getiren ve örnek olan ve sadece bu yönü ile dahi musiki tarihimizde yerini alacak büyük bir sanatkârdır. Allah’ın verdiği güzel bir sesi mu­siki bilgisi ve çeşitli kabiliyetlerle tezyin ederek ortaya koyduğu şahane icra karşı­sında yıllar boyu aynı hasret­le sevilmiş olmak, bir sanat­kâr için saadetlerin herhalde en güzelidir…

YUSUF NALKESEN: Musikimizin yüz akı, baş tacı, en büyük sesi üstad Münir Nurettin Selçuk’un 60. sanat yılında söyleyeceklerim onu gerçek değerlendirmede yetersiz kılacaktır. Kla­sik ekolün en büyük temsilci­sine huzurlu bir ömür, sağlık dolu günler dilerim…

MELAHAT PARS: Münir Nurettin Selçuk, eskiye daima hürmeti olan, çağdaş Türk Musikisine büyük emeği geçmiş büyük bir üstaddır. Onun hiçbir zaman yeri doldurulamaz. Bizler on­dan feyz aldık ve onun yolun­da yürüyoruz. Türk Musikisin­de asil kalan tek sanatçıdır di­yebilirim. Memleketimizin tek büyük sanatçısı değerli hocamıza daha nice seneleri kut­lamasını temenni ederim.

MUSTAFA SAĞYAŞAR: Sayın Münir Nurettin Selçuk Türk Müziğinde kendini kabul ettirmiş bir ekoldür, ilk konsertif sanatçımızdır. Türk müziğine hizmet edenler zaman zaman profesyonel çalışmalara yönelmişlerse de yine amatör bir ruh taşımışlardır.İşte bu güzel sa­nata en uzun ve amatör ruhla hizmet görme yarışını sayın Münir Nurettin Selçuk kazan­mıştır. Bana ilk müzik sevgisini onun plakları kazandırmış­tır. Hatta sanat hayatımın baş­langıcında taklit ettiğim bir ses stili idi. Hâlâ da onun eko­lünden yararlanırım. 35. Sa­nat Yılı Jübilesi için düzenlenen programda, Mesut Ce­mil’in yönettiği koroda ben de vardım. Gönül isterdi ki 60. Sanat Yılı’nda da büyük üstad jü­bilesinde Türk Müziği’ni icra edecek kişiyi gerçek Türk Mü­ziği sanatçıları arasından seçseydi. Gönüllerimizde daima yeri vardır. Takdir ve şükran borçlu olduğumuz bir sanatçıdır. Nice seneler dilerim.

NESRİN SİPAHİ: Yerini ancak kendi doldu­racak bir sanatçı… 60 yıl­lık sanat hayatında ancak bir apartmanın çeyrek hissesine sahip olabilmiş, gerçekten büyük bir sanatçı… Jübilesini yapmıştı, bir kez daha yapıyor… Hem de programına Türk Müziği söy­leyen film artistleri de alarak. Sahipsiz kalan milli sana­tımıza, Öz musikimize bir mektep açmayan, Münir Bey’i başına getirmeyen, gelmiş geç­miş devlet büyükleri utansın­lar büyük sanatçının bu duru­mundan.

RÜŞTÜ ŞARDAĞ: Münir Nurettin Selçuk, Türkiye’de aydın ve orta sını­fın yüzyıllardır duygulandığı, haysiyetli Türk Musikisinin en büyük ses icrası temsilcisidir. Bugün onun, Klasik Türk Musikisini icra ederken getir­diği ve kimsenin dikkatini çekmeyen modern bir üslûbu var­dır. Batının şan ve solfej çalışmalarındaki nitelik, Klasik Dede Efendi ağzı, çağımız kalitesine ters düşmemiş, yeni söyleyiş tarzı Münir Nurettin’in duyuşuna karışmış ve oluş­muştur. O icra ederken her za­man yeni kalmış, en mükemmelini icra etmiştir.

ALAEDDİN YAVAŞÇA: Münir Nurettin Selçuk, tam anlamıyla sanatçı vasfına sahip olan, Türk Sanat Musikisi’ne Avrupai anlamda so­lo konserlerini getiren ve hay­siyetli bir musiki icrasının temsilcisi olan bir sanatçıdır. Sanat hayatı boyunca daima yüksek çizgide kalmasını bil­miş ve hakkı olan saygıyı her zaman kazanmıştır. Kendisi­ni tebrik eder, 70. yılı kutlayı­şını görmeyi de tüm kalbim­le arzuladığımı belirtirim…

Linkler

M.Nurettin Selçuk: İyi bestekarlar fertleri sıradan hislerden kurtarıp ruhaniyete yükseltir (1951 tarihli özel röportaj)

M. Nurettin Selçuk: Sadullah Ağa’nın şahane eserini piyasada yılışık ağızla okuyorlar (1950 tarihli özel röportaj)

M. Nurettin Selçuk: Atatürk başıma kadehi koydu, üçe kadar saydı, 8 metreden tetiği çekti (1950’de anılarını anlatıyor)

Share.

Leave A Reply

4 − two =

error: Content is protected !!