1933 Haziranı’nda İstanbul’a gelip konser veren Alman film oyuncusu ve şarkıcı Evelyn Holt, konserlerinde Necip Celal Andel’in tangolarından “Mazi”yi de seslendirmişti. Bu vesileyle Hold ile tanışan Andel üçüncü ve son görüşmelerinin ardından “Özleyiş”i bestelemişti. Eserin öyküsünü yıllar sonra anlatmıştı…
Güzel bir haziran akşamı, çok sevdiğim İstinye’deyim. Odamda yalnızım. Gündüz boğucu bir sıcak vardı, buna rağmen fazla çalışmıştım. Fakat bir türlü kemanımı bırakamıyorum. Henüz çalıp bitirdiğim Beethoven’ın Fa majör Romans’ının harikulade akıcı melodisi zihnimde dolaşıyor, balkona doğru yürüyorum. Çökmeye başlayan alaca karanlık ve suların sahili hafif, hafif kucaklayışı… Boğaziçi’nde akşamlar, bilhassa İstinye’de fevkalâde güzel olur. Bir şiir kadar güzel. Tâ uzakta bir motor sesi. Gene uzaktan geçen bir çatananın deniz üzerinde bıraktığı fışırtı ve balıkçıların derinden derine gelen sesleri, sonra gene derin bir sükut.. Bu kadar yorgun olmama rağmen mütemadiyen çalmak, çalmak istiyorum. Kemanıma bütün dertlerimi dökmek onunla dertleşmek arzusu o kadar çok ki: fakat balkonda tabiatın güzelliğine dalmışım.. Ayrılamıyorum.
Haberi arkadaşım verdi
Bilmem öylece ne kadar zaman geçti. Bu doyulmaz andan beni birdenbire bir zil sesi ayırdı, telefon çalıyordu. Koştum. Bu tanıdığım bir genç kızdı, şunları söyledi:
— Dün akşam Türk sinemasında meşhur Alman yıldızı Evelyn Holt senin “Mazi”yi fevkalâde güzel bir Türk şivesiyle söyledi, tekrar ettirildi. Şimdi Tokatlıyan’da oturuyor, istersen telefon et ve görüş.
Bu havadise evvelâ inanmadım. Çok hoşuma giden bu Alman artisti ne münasebetle İstanbul’a gelsin de Türk sinemasında bir eserimi okusun, diye düşündüm. Bunu telefondaki arkadaşa anlattım.
Cevaben:
— Bir Cumhuriyet gazetesi al da oku dedi.
Gazeteyi aldırdım, havadis doğruydu…
Derhal Tokatlıyan’a telefon ederek, Evelin Hold’ü aradım. Birkaç saniye sonra telefona geldi. Kendimi tanıttığım zaman, hayret içinde bir sesle:
— Ben de sizi arıyordum, dedi.. Uzun sürmeyen bu telefon konuşmasında ertesi akşam için beni Tokatlıyan’a davet etti.
Tokatlıyan Otel’e davet etti, dairesinde görüştük
Avukat akrabam Süleyman Ali ile Tokatlıyan’ın geniş koltuklarında oturuyoruz.
Saat 19.00. Randevu vaktimiz tamam, henüz gelen yok… Saat mütemadiyen ilerliyor.. 19.30, 20.00, 20.30..
Arkadaşım benim gibi kızmış. Bir not bırakıp gitmek istiyoruz.
Metrdotel, Yalova’ya gittiklerini, muhakkak döneceklerini söylüyor:
— Mademki bu kadar beklediniz biraz daha bekleyin, diyor.
Metrodotel doğru söylemiş. 10 dakika kadar sonra kadın ve erkek bir kalabalık içinde, Evelyn Holt içeri giriyor, ben onun yanına gitmeğe hazırlanırken, o koşarak bana geliyor. İhtimal resmimden tanıdı, yahut etrafındakiler gösterdi. Elleriyle ellerimi tutuyor.
— Affedin diyor, sizi çok beklettim, fakat kabahat bende değildi. Vapurda bir arıza oldu, bizi saatlerce deniz üzerinde bekletti.
Sonra arkadaşlarından izin alıyor ve bizi özel dairesine götürüyor. Odasında bir koltuğa yan, yana oturuyor ve uzun müddet konuşuyoruz.
“Mazi”yi çok beğendiğini ve ekseriya konserlerinde okuduğunu söylüyor, diğer bütün eserlerimle alâkadar oluyor. Bilhassa gözlerimin iyileşmesi için temiz ve sâf kalbiyle sık, sık yaptığı temenniler. Vakit geçiyor.
Nihayet ayrılmak lâzım geliyor. Kapıdan çıkarken ona musikili bu rüya temenni ediyorum. O da bana ayni şeyi temenni ediyor. Ertesi akşam için Kadıköy Hale Sineması’ndaki konserine davet ediyor.
“Mazi”yi hayret verecek kadar tatlı söylüyordu
Hâle’nin önünde müthiş bir kalabalık, güçlükle yer açarak ilerliyoruz. Kapıda kendimizi tanıttıktan sonra içeri girebildik… Bahçe hınca, hınç dolmuş, oturacak yer yok… Kalabalık sanatçının sahnede görünmesini bekliyor…
Biz de bir kenara iliştik..
Nihayet Evelin Holt sahnede göründü. Müthiş bir alkış! Sırasıyla Fransızca, İtalyanca, Almanca.. Nihayet, sıra Türkçeye gelmişti. Birdenbire “Mazi” çalınmaya başladı.
Evelin Hold’un sesi bağırdı:
— “Mazi”… Necib Celâl!
Şayanı hayret bir tatlılıkla söylüyordu..
Eser bitti. Israrla tekrar ettirildi.
Az sonra kulisdeyim beni görünce ilk sözü: “Nasıl buldunuz?” demek oldu.
Ben sevincimden ellerimle elini tutmuş takdirle öpüyordum. Mütemadiyen etraftan da tebrik ediliyordu. Gene ertesi akşam Suadiye Plajı’nda buluşmak üzere ayrıldık.
Suadiye Plajı’ndaki unutulmaz gece
Suadiye Plajı bu akşam bana her zamankinden daha güzel geliyor. Tam burundayız. Mehtap denize vurmuş, etraf sessiz. Bu doyulmaz güzellik içinde, konuşmadan geceyi dinliyoruz. Oldukça kalabalığız, kıymetli artistimiz Feriha Tevfik, ağabeyim Yusuf Kenan, Hollywood muhabiri Turan Aziz ve daha birçok sevdiğim arkadaşlarım… Bu sükutu plajın sahibi Mustafa sağladı.
– Haydi bakalım, sanatkarlar geceyi boşa geçirmeyelim. Bize bu akşam, bu samimi havada, mehtaba karşı bir konser lütfedin…
Etraftan “bravo” sesleri yükseldi….
Şimdi elimde akordeon, parmaklarım tuşların üzerinde, içimden kopup gelen bütün duygularımı söylüyor. Kendimden geçmiş halde, mütemadiyen çalıyorum.
O da etrafın isteği üzerine “Mazi”yi söyledi. Bu kadar duyarak çaldığımı hatırlamıyorum. Benden bizzat keman çalmamı istedi: “Schumann’ın akşam şarkısı ‘Fibich Poem’ ve onun çok sevdiği ‘Toselli serenat’…
Kemandan yükselen sesler yavaş yavaş sönerken mehtap da artık yavaş, yavaş kayboluyordu.
Gazino tamamen bizim için kapatılmıştı. Epeyce dans ettik, eğlendik. Bana dans ederken:
– Mazi’yi hiç unutmayacağım, asla dudaklarımdan eksik etmeyeceğim, dedi.
Vakit gece yarısını çoktan geçmiş, içimden coşup gelen bir takım sesler var. Kafamın içinde mütemadiyen dolaşıyor. Fakat bir türlü toparlayamıyorum. İsteği üzerine akordeonu elime alarak “Ayrılık”ı çaldım. İşte o esnada bana üzerine çok samimi yazılmış birkaç satırla beraber güzel bir fotoğrafını verdi. Teşekkür ettim ve gayri ihtiyari dedim ki:
– Bu gece bana birçok şey ilham etti. Zihnimde dolaşan bir melodi var, yeni bir kompozisyon olacak. Müsaade edin, bunu size ithaf edeceğim.
Her zamanki kibar, sevimli tavrıyla bu ithafın kendisini pek çok sevindireceğini söyledi.
Ve tekrar dans etmeye başladık, o kadar güzel dans ediyordu ki, az rastlanır. Ona “Ne olur bu gece bitmese” dedim. O da kuvvetle elimi sıktı. Şimdi daha coşkun dönüyoruz. Fakat heyhat, ayrılmak lâzım.
O sırada plajın saati 3.00’ü çalıyordu.
Ertesi gün memleketine dönecek bu güzel artiste iyi bir seyahat temenni ederek bizi unutmamasını söyledim.
– Siz de bizi, cevabını verdi. Ve ayrıldık.
O akşam ağabeyimin Erenköy’ündeki köşkünde kalacaktım, yürümeyi tercih ederek sessizce eve geldim. Evdekiler, çoktan uyumuş, içerde çıt bile yok.
Zihnim hep o melodiyle meşgul, öylece pencerenin kenarına oturdum. Dışarda öten ağustos böcekleri, uzaktan gelen kurbağa sesleri, ara sıra karşımızdaki köşklerin sık ağaçları arasında öten tek bir bülbül var.
Ortalık hafifçe aydınlanır gibi oldu.
Gayri ihtiyari piyanoya doğru yürüdüm. Hemen oturup ve en sessiz pedala basarak, içimden gelen sesleri yavaş, yavaş çalmaya başladım.
Bu bir irticaldi… Bundan bugünkü “Özleyiş” doğdu. Hem tam manasıyla bir özleyiş…
Notayı kendisine gönderdim. Cevabında teşekkür ediyor ve bu eseri hayatının en güzel hatırası olarak saklayacağını söylüyordu.
(31 Ağustos 1950 / Resimli Radyo Dünyası / Arşiv çalışması: Zeynep Erdoğan / Dizgi, redaksiyon: Serhan Yedig)
Linkler
Evelyn Holt’un biyografisi (İngilizce)
Cumhuriyet Gazetesi’ndeki 23 Haziran 1933 tarihli haber
Necip Celal Anel: İnşallah gözlerim açılacak, operet besteleyeceğim (1935 tarihli röportaj)