Bekledim de Gelmedin”, “Ömrüm Seni Sevmekle Geçecek”, “Biz Heybeli’de Her Gece Mehtaba Çıkardık” gibi unutulmaz şarkıların bestecisi Yesari Asım Arsoy müezzinlikten müziğe geçmişti. Az konuşur, sosyalleşmeyi sevmezdi. 57 yaşındayken, dostu Hikmet Münir röportaj yapmış, ağzından sadece 5 cümle alabilmişti…
Geçen gün, Kadıköy’de bir lokantada Yesari Asım’la yemek yerken, onu seven, onunla bir dakika olsun karşı karşıya bulunmak isteyen hayranları hesabına ne kadar düşündüm bilemezsiniz.
Yerimde olmayı kim bilir nasıl arzu ederlerdi. Sesini ve bestelerini plaktan dinlemiş olanlar, onu semavi bir mahluk gibi tanıyor. Hâlbuki, ne kadar fâni ve mütevazı. Çok dinler ve pek az konuşur. Hemen hemen hiç gülmez ve pek az tebessüm eder.
Bu itibarla, yemek esnasında kendisiyle “konuşmadan” mülakat yaptım, diyebilirim. Yesari Asım Arsoy, sanki düşüncelerini, yalnız bestelerinde seslendiren bir adamdır. Onunla konuşmak, içten içe, ruhların anlaşması gibi bir şeydir.
Uzun bir boy, geriye doğru taranmış fakat kabarık duran saçlar. Kırışmamaya, âdetâ azmetmiş bir yüz… Pembe bir renk… Yumuşak bir tecessüsle bakan kahverengi gözler. Bir de; ben var yüzünde. Ellerini mümkün olduğu kadar az kımıldatarak plâklarındaki şiir okuyuşunu andıran sesiyle, yudum yudum konuştukça, çok şeyler anlaşılıyor sözlerinden…
Yesari Asım’ın, her şeyden önce son derece dindar, sofu bir adam olduğunu öğrendim. Sözlerinde vakit vakit bir Peygamber hadisi duyuluyor veya gerçekten kıymetli, bir atasözü hükümlerini ifade etmek için temsiller getiriyor. Gayet kısa, fakat veciz fıkralar anlatıyor.
Kırlangıç misaliyim
O tükenmez, sabır ve tahammül şiirleri, o derin aşk besteleri, o hasret nağmelerinin altında öyle bir felsefe var ki, bazen eserlerini kendisinden küçük buluyorsunuz.
Bir ara, niçin pek çok çekingen, insanlardan kaçar olduğunu sordum. Yine bir atasözüyle cevap verdi:
“Kırlangıca sormuşlar; her kuş dümdüz bir hat üzerinde uçuyor… Sen niçin böyle aşağılı yukarılı uçarsın?
Kırlangıç cevap vermiş:
— Ben, öyle uçuşumla, belâların bazen altından, bazen üstünden geçerim.”
Yesari Asım bu kadar cevap verdi. Ve kendine has sessizliğiyle gözlerini benden ayrı bir noktaya çevirdi, öylece kaldı.
Şimdi plâk mevsimi. Bunun ne demek olduğunu bilir misiniz? Yani, İngiltere’den bir mühendis gelerek, İstanbul’da bütün bir yıl içinde hazırlanmış olan yeni besteleri, meşhurların sesiyle bir fabrikada plâğa alır… Yesari Asım da, bugüne kadar bestelemiş olduğu 200 eserine bir kaç tane daha ilâve ederek plâklara vermek üzere bulunuyor. Bu bestelerin, mısralarını bile okumaktan çekindi. Kendisini beğendirmek mânasına gelecek diye… Yalnız, bir tanesinin bir tek mısraını çok rica ederek öğrendim:
“Takarım kalbime açtıkça gönül
güllerini…”
Eserleri canlı mahluk gibi
Şu halde, “Ömrümce o saf aşkını…” şarkısına bir rakip geliyor. Kendi eserine, kendi eliyle yarattığı bir rakip. Fakat, Yesari, onların hepsini birer canlı mahlûk gibi kabul ediyor:
— Bir eseri bestelerken, hangi ses artistine okutacağınızı düşünür müsünüz?..
Diye sordum.
— Eserler, hangi artist için yaratıldıklarını, kendileri bildirir. Beni, ancak şu, en güzel okuyabilir, diye âdeta bana emreder.
Yemekten sonra Beyoğlu’na doğru bir gezinti yaptık. Mesud Cemil’e, Necmi Rıza’ya, Ankara Radyosu’nun, eski yayın mü-dürü Fuad Münir’e rastladık. Ve her tesadüfümde, “keşfedilmiş olmaktan” adeta ürktü. Bir an evvel ayrılmayı, yolumuza (belki de arka sokaklardan) devam etmeyi dört gözle bekliyordu sanki… O kadar mahçup ve konuşmaktan çekinen bir insana nâdir rastlarsınız. Her içtimaî münasebette, cevherinden bir şey eksilecekmiş, ömrü tükenecekmiş gibi işi uzatmaktan öyle sakınıyor ki…
Fakat, şarkı edebiyatımızın kendine mahsus uslûbunda en güzel eserlerini yalnız başına ve çekildiği köşede veren bu sanatkârı, kendi hâline bırakmak en doğru hareket değil midir?
Bir iki saat müddetle, yalnız bana nasip olan bu arkadaşlığı da suiistimal etmemeliydim. Erenköy’ün, şimdi artık bir sonbahar hüznüne bürünmekte olan sessizliği içindeki mütevazı köşkünü, hayâlinde özlüyor gibiydi. Nasıl vedalaştık bilmiyorum. Fakat, uzun zaman, sessiz, sadasız, onu yanımda hissettim… Zaten konuşmamıştı ki…
(Hikmet Münir /19 Eylül 1953 / Radyo Haftası / Arşiv çalışması, redaksiyon: Serhan Yedig)
Besteciliğe başladığım dönem, velud
günlerimdi, bir ayda birkaç eser yazdım
Musiki merakımın altı yaşından itibaren mevcut olduğunu sonra sonra hatırlıyorum… Fakat musikiye takriben 1914 senesinde (17 yaşında) başladım. Aklımda kaldığına göre, Adapazarı’nda Mızıkalı Hikmet Bey isminde bir zatla Adapazarı Rehberi Terakki Mektebi muallimlerinden Recai Bey isminde bir zattan o günkü acemilik halime göre nota hususunda faydalanmıştım. Her ikisi de musikişinas kişilerdi, öğrendiğim bilgilerle kendi kendimi yetiştirirken, beste denemelerine de başlamıştım. İlk bestemi 25 sene evvel (1928) Fatih Çarşambası’nda yaptım… Gerek güfte gerek beste aşağı yukarı bir hafta içerisinde meydana gelmişti… Hatırladığıma göre, besteye ilk başladığım günler çok velût günlerimdi! Çünkü ilk şarkımı müteakip üst üste birkaç eser besteledim! Ve o birkaç eseri hemen hemen bir ay içinde meydana getirdim… İlk bestemi muganni Hamit Dikses’e plâğa okuttum… Aynı eseri iki sene sonra Safiye Ayla plâğa okudu.
(Radyo Haftası Bizim Yıldızlar Ansiklopedisi / Radyo Haftası / 7 Ağustos 1954)
Lakabı solaklığından
Mustafa Asım Arsoy, sol elle ut çaldığı için Yesari lakabını almıştı. Konya’dan Kosova’ya göçüp adıyla tekke kuran hattat Şeyh Ömer Efendi’nin torunuydu. Drama’da doğan Arsoy, liseyi aynı şehirde bitirip müezzinlik yaptı. Bağlamadan sonra ut çalmaya başladı. 1920 sonlarında ailesiyle Adapazarı’na, ardından İstanbul’a yerleşti. Hayatının ilk 59 yılında 211, sonrasındaki 36 yılda ise 42 şarkı besteledi. 1991’de Devlet Sanatçısı ilan edildi. Yılmaz Öztuna’ya göre Arsoy “verimli fakat kullandığı makamlar ve üslup açısından yeknesak ve mahdut” bir besteciydi. 19 Ocak 1992’de 91 yaşında hayata veda etti.
Linkler
Yesari Asım Arsoy / Tüm bestelerimi eşit oranda severim (1951)
Yesari Asım Arsoy / Şarkılarım hangi sanatçı için yaratıldıklarını bildirir (1954)