Kaliforniya’daki evlerindeki 2 bin taş plaktan Tanburi Cemil’i, Yorgo Bacanos’u dinleyerek büyüyen Harold Agopyan, Amerika’ya Türk Müziği’ni tanıştırmanın haklı gururunu yaşıyor. 1994’te Tanburi Cemil projesiyle Yılın En İyi Akustik Kaydı ödülünü kazanan Agopyan, şu anda RCA’nın tarihi kayıtları bilgisayarla temizleyip yayımlayan biriminde çalışıyor. Kurduğu Traditional Crossroads firmasıyla Anadolu’nun ses mirasını gün ışığına çıkarıp yayımlıyor.
Tanburi Cemil, Udi Hrant gibi ustalarının nadide kayıtlarını eski koleksiyonlardan bulup yayımladınız. CD’ler sayesinde isimleri Amerika’da duyuldu. Çalışmalarınızda Türk bürokratlardan, aydınlardan destek aldınız mı? Arayıp teşekkür eden oldu mu?
– “İstanbul 1925”i yayımlarken bazı Türk Müziği uzmanlarına faks göndermiş, CD’nin kitapçığı için yardım istemiştim. Cevap alamadım. Türkiye’ye geldiğimde Çinuçen Tanrıkorur ve Necdet Yaşar ‘la tanıştım, bazı yardımları oldu. Bugüne kadar, hiç teşekkür ya da destek sözü almadım. Tek övgü Hürriyet’te yayımlandı. Murat Bardakçı, “Nasıl oluyor da New York’ta yaşayan, Türk bile olmayan biri müziğimiz için bu kadar güzel şeyler yapıyor, biz hiçbir şey yapmıyoruz” diye yazmış. Kupürü gönderdiler; okudum, çok mutlu oldum.
Juilliard mezunu, Bernstein gibi efsanevi şefle çalışan bir kemancının nereden aklına geldi plak firması kurmak ve Tanburi Cemil’in ilk kayıtlarını yayımlamak?
– Bu müziği dinleyerek büyüdüm. Babam da öyle. Evimizde yaklaşık iki bin taş plak vardı. Tanburi Cemil’i, Yorgo Bacanos’u dinlerdik. Babam 10 yaşında ud çalmaya başlamış. Sultan Abdülhamit’in kanunilerinden Garbis’ten ders almış. Sevgisini bizlere aşıladı. Udi Yorgo kadar olmasa da ben de ud ve kanun çalarım. Kardeşlerimden biri udi, babamın grubunda çalıyor. Diğeri eczacı; o da kanun çalar.
Crossroads tarihi kayıt yayımlamak için mi kuruldu?
– İhmal edilen, farkedilmeyen etnik müzikleri yayımlamak amacıyla kurdum. Crossroads CD’lerinin çoğu yeni kayıtlar. Fakat ilk yayımladığım CD’ler çocukluğumda dinlediğim, çok sevdiğim tarihi yorumlardı. Bazı firmalar eski taş plakları CD’ye aktarıyor. Ben metal kalıplarını bulup, mükemmele yakın ses elde ettim.
Plak kaydına helvacının sesi girmiş
80 yıl önce basılmış plakların kalıplarını nasıl buldunuz?
– Dedektif gibi çalışarak. Arşivleri tarayıp, koleksiyoncuları dolaşarak.
Anlatsanız da öğrensek şu işin sırrını…
– EMI, yüzyıl başında Türkiye’de Sahibinin Sesi’ni kurmuş. 1935’te ilk plak fabrikası yapılana kadar, İngiltere’den teknisyen gelir, kayıtlar Londra’da basılırmış. İngilizler kalıpları savaşta silah fabrikalarına göndermiş. Arşivlerden, Türkiye’ye giden teknisyenleri öğrendim, onları aradım. Sonuncusu dört yıl önce ölmüştü. Firma, plakların pazarı olduğunu farkedince bazı kalıpları ABD’ye göndermiş. Kurtulan kalıplar, koleksiyoncuların eline geçen bu örnekler. 100 kadarını buldum, sahiplerinin izniyle CD’ye aktardım.
Kalıp çalacak donanımı yapmak başlı başına bir icat olsa gerek…
– Doğru. Donanımı yapmak da yetmiyor, kalıpların merkezini doğru noktadan delmek, gerçek kayıt hızını bulmak lazım. Safiye Ayla‘nın Yunanistan’da CD’ye aktarılmış bir şarkısını dinlemiştim. Devir hızı yanlış, sesi çok tiz; farketmemişler. Aynı yanlışı yapmamak için, ben üç dakikalık bir şarkı aktarımına bazen bir gün harcıyorum. Sonuç emeğe değiyor. Udi Hrant’ın taksim sırasında caddeden gelen ‘helvaa’ haykırışını bile duyabiliyorsunuz…
Kalıbını bulamadığınız taş plakları nasıl temizliyorsunuz?
– RCA’nın Caruso, Kreisler gibi önemli solistlerin ve yorumcularının tarihi kayıtlarını temizlediği sistemi kullanıyorum. Zaten bu benim işim, hayatımı böyle kazanıyorum. Boş zamanlarımda sevdiğim eski kayıtları temizliyorum. Kullandığımız çok gelişmiş bilgisayar programları sesle taş plak gürültüsünü birbirinden ayırıyor ve müziğe zarar vermeden yılların plak üzerinde yarattığı tahribatı ortadan kaldırıyor.
Tarihi olmasının ötesinde bu kayıtların müzisyenler için özel bir önemi var mı?
– Taş plaklarda, eski ustaların taksimlerindeki tonlama, uslup hışırtıdan duyulamıyor. Eski ustalar gibi taksim yapmayı bilmeyen, 1920’lerin unutulan zarif taksim uslubunu öğrenmek isteyen genç kuşak için bu çok önemli. Eski kayıtlar kaybolan bir anlayışı yeniden canlandırabilir.
Adı çılgına çıktı
Albümler kendisini finanse ediyor mu? Mesela Tanburi Cemil CD’si Amerika’da kaç tane satıldı?
– Bin civarında. Diğerleri biraz daha az. Görüştüğüm firmalar, satılmaz, boşuna uğraşma demişlerdi. İlk CD yayımlanınca çok şaşırdılar. İkinci Tanburi Cemil çıktığında, “yaptığın çılgınlık” dendi.
Unkapanı’ndakilerin de aynı şeyi söylediğini duydum.
– Haklılar. Kalan Müzik bile ilkini yayımladı, ikincisini ithal etmeyi seçti. Taşplakların bir dakikasını bilgisayarda temizlemek için RCA’ya 75 dolar ödüyorum. Çoğu kez harcanan para geri dönmüyor. Bu müziği öyle seviyorum ki, biriktirdiğim parayı severek harcıyorum. Bazen diğer CD’ler çok satıp açığı kapatıyor.
Amerika’da çalışmalarınıza olumlu tepki alıyor musunuz?
– Crossroads, saygın bir firma olarak değerlendiriliyor. Amerikalı müzikologlar artık yazılarında Tanburi Cemil’den bahsediyor. Bu mutluluk bana yetiyor…
Türk Müziği’nden yayımladıklarınız arasında en çok hangisini seviyorsunuz?
– Seçmek çok zor. Çocukluğumdan beri Münir Nurettin’in sesinden dinlediğim “Çıkar Yücelerden”, Şükrü Tunar’ın taksimleri… 1940 öncesinde İstanbul’da çalınan müzik, Romantik Dönem ilgimi çekiyor. İddia ediyorum, Nubar Tekyay, Şükrü Tunar, Yorgo Bacanos, Ahmet Yatman’ın çaldığı Kürdili Hicazkar Peşrev’i bugün kimse böyle çalamaz…
Neden?
– Çünkü gelenek zinciri 1930’larda kırılmış. Bir dönemin müzik birikimi görmezlikten gelinmeye çalışılmış. Gençler o dönem ustalarının uslubunu bilmiyor. Gariptir, yüzyıl başında ABD’ye göçenler bu uslubu korumayı başarmış. Türkiye’den gelen müzikçiler, babamı ya da beni dinlediklerinde, artık kimse böyle çalmıyor, çok eski bir tavır bu, diyorlar. Eski ustaların yaratıcı olduğu kadar zarif uslubu neredeyse kaybolmakta. 1989’da ilk kez Türkiye’ye geldiğimde İstanbul’un havasına, sokaklarına sinmiş olduğunu sandığım bu eski uslubu artık kimsenin hatırlamadığını gördüm ve çok şaşırdım.
Nasıl bir İstanbul düşlemiştiniz?
– Sokaklarında hala Tanburi Cemil’in, Şükrü Tunar‘ın, Yorgo Bacanos’un taksimlerinin yankılandığı bir şehir düşlüyordum. Neredeyse tüm şehri dolaştım. Gece kulüplerini, konser salonlarını gezdim. Bazı müzikçilerle tanıştım. Mesela, konservatuvar mezunu iyi bir klarnetçiyle arkadaş olduk. Şükrü Tunar’ı sordum ona. Adını bile duymamıştı. Juilliard’ı bitirip Heifetz’in adını duymamış bir kemancı olabilir mi?..
Türkiye’de müzikle ilgili kurumlardan herhangi bir talebiniz var mı?
– Özel koleksiyonlardaki, radyo arşivlerindeki eski kayıtlara ulaşmam sağlansa, hiçbir karşılık beklemeden, masraflarını da üstlenerek bu kayıtların kataloglarını hazırlar, çok önemlilerini temizleyerek CD’ye kaydedebilirdim.
Yeni projeleriniz?
– Türk müzisyenlerle dört CD’lik, Osmanlı Müziği Antolojisi hazırlıyorum. İlk CD’de sultanlarının besteleri yer alıyor. İkincisinde Osmanlı’daki azınlıkların müziği olacak. Üçüncüsünü köçekçelere ayırdık. Sonuncusu ise fasıl albümü. Kayıtları New York’ta Reha Salbaş’ın grubuyla yaptık. Şimdi, antoloji için 100 sayfalık bir kitapçık hazırlıyorum. Ayrıca Crossroads’tan yayımlayacağım Klezmer ve Balkan müziği kayıtları üzerinde çalışıyorum.
MÜŞERREF HANIM’DAN SAFİYE AYLA’YA: Bu CD, İstanbul 1925 gibi bir albüm daha hazırlamaya çalışırken ortaya çıktı. `Dönemin taşplaklarında kadın solistlerin ağırlıkta olduğunu farkettim. Çağa meydan okuyan bu kadınların anısına bir albüm yapılmalıydı. Kayıtları birkaç ayda toplayıp, bilgisayarda temizledim. CD kitapçığını yazmak tam iki yılımı aldı. Kitapçılar, plakçılar bilgiyle doludur, diye düşünüp İstanbul’a geldim. Çocukluğum boyunca ‘Anam Olasın Ömer’le dinlediğim Fahriye Hanım hakkında tek satır bilgi yoktu. Müşerref, Mahmur Handan, Küçük Nezihe Hanımlar tanınmıyordu. Üç kez İstanbul’a geldim, Safiye Ayla’yla röportaj yaptım.”
SES ARKEOLOĞU : Harold Agopyan’ın dedeleri yüzyılın başında, Kayseri ve Erzurum’dan Kaliforniya’ya göç etmiş. Babasının dev taş plak arşivinden Tanburi Cemil, Yorgo Bacanos gibi ustaları dinleyerek büyüdüğünü anlatıyor. “Yedi yaşında Jascha Heifetz’i dinlediğimde kemancı olmaya karar vermiştim” diyor. Julliard Müzik Akademisi’ni bitirdikten sonra bir süre Almanya’da Leonard Bernstein’ın yönettiği Festival Orkestrası’nda çalışmış: “Doğu müziği çalmak ayrıcalıktır, derdi. Klasikle etnik müziği birleştiren bir repertuvar oluşturmamı önerdi ve beni Kürt-Ermeni asıllı Amerikalı besteci Alan Hovanes’le tanıştırdı. Hovanes’in benim için yazdığı keman konçertosunu 1994’te Tulare Senfoni Orkestrası eşliğinde seslendirdim.” 34 yaşındaki Agopyan, 1993’den bu yana kayıt teknisyeni olarak çalışıyor. “Ekipmanı kullanmama izin verilen ilk stüdyo işimde Tanburi Cemil’in kayıtlarını temizledim. Konserde dinlediğim, Göksel Kartay’ın kanun taksimlerini kaydettim. Yayımlayacak firma bulamayınca Crossroads’u kurdum. Bugüne kadar yayımladığım 30 CD’yi biriktirdiğim paralarla hazırladım.” 1994’te Tanburi Cemil projesiyle Yılın En İyi Akustik Kaydı ödülünü kazanan Agopyan, şu anda RCA’nın tarihi kayıtları bilgisayarla temizleyip yayımlayan biriminde çalışıyor. Enrico Caruso, Fritz Kreisler ve Arturo Toscanini’nin eski kayıtlarından oluşan CD’lerde müzik yönetmeni olarak imzası var. Projeleri Grammy’ye aday gösterildi. Şu anda Artur Rubinstein kayıtlarından oluşacak 90 CD’lik bir proje üzerinde çalışıyor.
MERAKLISINA SES DEFİNESİ : Crossroads, etnik müzik meraklılarına zor bulunacak bir koleksiyon sunuyor. 30 CD arasında Udi Hrant, Yorgo Bacanos, Tanburi Cemil, Kudsi Erguner, Göksel Kartal’ın yanısıra 1920’lerden İrlanda halk şarkıları, bilinmeyen Senegal, Küba, Bulgar müzikleri, dudukçu Civan Gasparyan’ın ve yüzyıl başında Anadolu’dan dört bin ezgi derleyen Gomitas Vardapet’in kayıtları yer alıyor.
(Serhan Yedig / 16 Mart 1999 / Hürriyet)