Mehmet Eroğlu / Hayattaki en büyük başarımı sorsanız, alto saksofon çalmayı becermektir, derdim

0

Uzun yıllar mühendislik yapan, öğlen tatillerinde yazan Mehmet Eroğlu 50 yaşına geldiğinde işinden ayrılıp sevdiği şeyleri yapacağı konusunda kendisine söz vermişti. 1998’de sözünde durdu. Ve ilk iş alto saksofon çalmayı öğrendi. Değişim sürecini anlatırken “İnsanlara karşılıksız olarak birşeyler verebileceğim bir yerde çalışmak istiyordum. Bir kişiye bile olsa, hayatını değiştirebilecek bilgiyi, deneyimi aktarabilirsem ne mutlu” diyor. Yazma eylemine kendisini yönlendiren duyguyu ise “acı” olarak tanımlıyor.

Neden hayatınızda köklü değişiklik yaptınız?

– 2S’ime girdiğimde. 48’İndc ölen babamı hatırlayıp, 50 yaşıma geldiğimde ne olursa olsun, işi bırakacağım ve sevdiğim şeyleri yapacağım, diye kendime söz vermiştim. Yıllarca mühendislik yaptım. Büyük bir inşaat şirketinde üst düzey yöneticiydim. 50 yaşında, işimi ve mesleğimi terketmeye karar verdiğimde, arkadaşlar, “Çıldırmış olmalısın” dedi. Çünkü, konumum pek terk edilebilecek gibi değildi, işimi seviyordum Sözümü tuttum, iki yıl önce mühendislik defterini kapadım. Öyle ki uluslararası iş sözleşmelerinde uzman sayılırdım, kitap yazacak kadar dokümanım vardı Ofisten eşyaları toplarken onları bile yırtıp attım. İnsanlara karşılıksız olarak birşeyler verebileceğim bir yerde çalışmak istiyordum. Uğur Mumcu Vakfı’na katılıp bunu gerçekleştirdim.

Uyurken bile sigara içecek kadar sıkı tiryakiydiniz, nasıl bıraktınız?

– 25 yıl günde üç paket sigara içtim. Hayattaki en önemli şeydi benim için. Öyle tiryakiydim ki ODTÜde öğrenciyken, 5 Mart olaylarında makineli tüfek ateşi altında, sığındığımız yerden çıkıp sınıflardan izmarit topladığımı, onları içtiğimi hatırlarım Birinci ile başladım, Harman ve Tokat’la devam ettim. Bana hükmeden bir alışkanlıktı. Haklamam gerekiyordu. Bıraktım, tekrar spora başladım. Lisede sporcuydum. 4×100 Yıldızlar Türkiye rekorunu kırmıştım. Şimdi yine koşuyorum, kültür fizik çalışıyorum, yürüyorum ve arada yüzüyorum. Spor yapmayınca kendimi çok kötü hissediyorum. Sigaradan boşalan yere müziği koydum. İki yıl boyunca günde 2.5 saat çalışıp alto saksofon çalmayı öğrendim. Hayatta en büyük başarımı sorarsanız, saksofon çalmayı becermektir, derim.

 İnat etti saksofon çalmayı öğrendi

Neden alto saksofonu seçtiniz?

Bir arkadaş toplantısında bu kararı vermiştim. Alto saksofoncu Desmond ünlü Take Five’ı çalıyordu. Ben de böyle çalabilsem, diye düşündüğümü hatırlıyorum. Biri “Sen kanat takıp uçarsın” dese, yapabileceğimi düşünürdüm. Ama müzik, saksofon çalmak bana bundan çok daha uzaktı. Saksofon almaya gittiğimde 10 parmak bu çalgıya yetmez, diye geçti aklımdan. Özel ders almaya karar verdim. İlk derste öğretmen, “vaz geçin, dünyanın en zor çalgılarından biridir” dedi. Kararlılığımı göstermek için İngiltere’ye gidip Selmer marka saksofon aldım. “Siz Arnavutsunuz galiba, çok inatçısınız” deyip derse başladı. Şimdiki aklım olsaydı tenora başlardım. Tonunu daha çok seviyorum.

CD arşiviniz ne alemde.

– CD arşivim yaklaşık 10 kat arttı. Çok iyi bir kulağım olduğunu söyleyemem. Ama Sonny Rollins, Coleman Hawkins’ı, Paul Weber’i ayırt edebiliyorum artık.

Hedefim cazda doğaçlama

Zamanınızın büyük bölümü Um:ag’da geçiyor. Sadece yazmak varken neden böyle özverili bir çabayı sürdürüyorsunuz?

– Kendimi hep topluma borçlu hissettim. Belki bu nedenle üniversitede dünyayı kurtarmaya soyundum. Hapiste arkadaşlarıma, sonraki yıllarda çevremdekilere destek olmak benim için çok önemli oldu. Lisedeki felsefe hocam Attila İlhan’ın kardeşi Cengiz İlhan’dı. Daha ilk derste söyledikleriyle hayata bakışımı değiştirmişti. Şunları söylemişti: “Ansiklopediye girenler iki gruba ayrılır: Politikacı, devlet adamı olarak girenler ve bir de sanatçı, bilimadamı, kaşif ya da kurtarıcı olarak girenler. Zor olan ikinci gruptur Bunun için çalışın.” Hayatım boyunca ansiklopediye ikinci grupta girmek için çalıştım. Ve İlhan’ı kendime örnek aldım. Ben de bir kişiye bile olsa, hayatını değiştirebilecek bilgiyi, deneyimi aktarabilirsem ne mutlu. Bu umutla üç yıldır Um:ag’da çalışıyorum. Akşam saatlerinde düzenlediğim yazı kurslarına çok ilginç kişiler geliyor: Doktorlar, avukatlar, diplomatlar, işçiler, şoförler. Aralarında bir psikiyatri profesörü bile var. Toplumsal sorumluluk doğrultusunda, edebiyatın sanallaşmasına tepki duyuyorlar, Edebiyatın ciddiyetim, gerçeklerle ilişkisini keşfetmek, yazmak, kendi sınırlarım genişletmek istiyorlar Elimizde balyoz, tüm duvarları yıkıyoruz birlikte. Önyargıları, koşullanmışlıkları, sınırları. Derslerdeki zihin jimnastiği kendimi geliştirmeme de yardımcı oluyor, birçok şey öğreniyorum.

Emekliye ayrılmanız ailenizde fark edilebildi mi?

– Eşim ODTÜ’de öğretim üyesi. Yazma serüveninde çok yardımcı oldu. Hatta bir daktilo alıp, haydi artık yazmaya başla, demişti. 28 yıldır evliyiz. Kızlarım 26 ve 17 yaşında. Büyüğü Almanya’daki Avrupa Moleküler Biyoloji Enstitüsü’nde genetik doktorası yapıyor. İkisi de iyi okur,

Her gün iyi bir cümle kurarım

15 yıl önceki bir sohbetimizde, her gün öğle tatilinde şirketteki odanızın kapısını kilitlediğinizi, telefonları kapatıp mutlaka bir sayfa yazdığınızı söylemiştiniz. Romanlarım böyle çıktı, demiştiniz. 1993’ten bu yana yaklaşık iki bin sayfa yazmış olmalısınız. Ne zaman gün ışığına çıkacaklar?

– Yazma eylemini matematiksel olarak açıklamak mümkün değil. Sayfalar defalarca yazılabiliyor. Son yedi yılda iki senaryo, 13 bölümlük bir TV senaryosu ve 450 sayfalık bir roman yazdım. 80’inci Adım’ı Tomris Giritlioğlu filmleştirdi. Solmuş Bir Sarıgül adlı öykümü senaryolaştırdım, Canan Evcimen çekti. Tutku Çemberi adlı TV senaryosu ise TRT-I için, önümüzdeki yayın döneminde yayımlanmak üzere çekilecek.

Yazma eylemine bakışınızda, gerekçelerinizde zaman içinde değişiklik oldu mu?

– Yazmak için bir neden lazım. Genellikle bu içinizde tutamadığınız acıdır. Bizim nesil için bu, 1970’lerdeki büyük yenilgi olmuştur. Ben hep ütopyası olan insanlık idealine inandım, bu nedenle Marksist çizgimi hala koruyorum. Bana yazma motivasyonunu bu dönemde yaşadıklarım verdi.

İki eliniz kanda olsa da, hala günde bir sayfa yazıyor musunuz?

– Romanı bitirdim ve teslim ettim. Bir haftadır yazmıyorum. Okumak istediğim kitaplar var. Bu yaz onlarla geçecek. Fakat her gün mutlaka daha önce söylenmemiş, iyi birkaç cümle kurarım. Herhangi bir şeyi, bir insanlık durumunu hiç kimsenin tanımlamadığı, betimlemediği gibi ifade eden cümleler. Bunları not alırım. Yazma alışkanlığım değişmedi. Her gün erken saatte kalkıyorum, düzenli olarak Um:ag’a gidiyorum. Yazma alışkanlığını akşama kaydırdım. Hala elle yazıyorum. Metin son halini aldığında, yıllardır birlikte çalıştığım bir dostum diziyor. Bilgisayarda bir kez daha gözden geçiriyorum.

Bu kez kahramanım bir “yuppie”

Son romanınız. Yüz: 1981’den bahsedelim biraz da. Diğer romanlarınızın eksenini oluşturan kahraman, kahramanlık gibi temalar bu roman için de sözkonusu mu? Üslubunuzda önemli bir değişiklik yaptınız mı?

– Bu roman ilk beşinden çok farklı. Ekseninde bir anti kahraman var. 35-40 yaşlarında, hırslı, başarılı, halinden memnun, çok çalışmak yerine fırsat avlayan bir adam Daha ilk satırda “Hiçbir hayatın başrolünü oynamadım, erdemlerle akrabalığım yok” diyor. Aşık olmak yerine ilişki kurmayı seçiyor. Günün birinde bir kadına aşık oluyor. Ve gerçek yüzünü keşfediyor. Fakat kitabın diğer kişilerinde hayatla, düzenle hesaplaşma tavrı var. Bu roman üzerinde en uzun çalıştığım eserim oldu. Üç kez yeniden yazdım. En sevdiğim eserim oldu, diyebilirim. Okuyan bir dostum, başkası bu romandaki betimlemelerle dört roman çıkarırdı, dedi Uzun zamanda çıktığı için yoğun oldu.

Kahramanlarınız eskisi gibi her sayfada bir sigara yakıyor mu?

– Hayır eskisi kadar fazla sigara içmiyor hiçbiri. Ama kahraman günde 10 sigara içerken, bırakmaya karar vermiş. Arada bir çok istiyor içmek. Fakat çok fazla içki içiyor.

Okurlarınızdan ne gibi tepkiler alıyorsunuz?

– Okurlarla pek sık buluşan bir yazar değilim, romanlarımı tartışmak beni mahcup eder. Yine de ısrarlı okurlar beni buluyor. Ya intihar ve yalnızlıkla ilgili ya da aşk temasıyla ilgili konuşurlar. İntiharda silah kullanımını çok soran oldu. Bir okurum. Issızlığın Ortasında’da sözü edilen Gaziosmanpaşa’daki evin yanında oturduğunu, kahramanlan tanıdığını iddia etti. Hayal mahsulü olduğuna ikna edinceye kadar akla karayı seçtim. Bir başka kadın okur Almanya’dan geldi Adını Unutan Adam’da anlatılan kişiler, İsrail gizli servisleriyle karşılaşmaları konusunda beni ince ince sorguladı.

Gelecekle ilgili ne gibi tasarılarınız var?

– Saksofonda bundan sonraki büyük adımım tıpkı iyi bir roman cümlesi kurar gibi doğaçlama yapabilmek Ayrıca bundan sonra, üç yılda bir roman yayımlamak istiyorum Kastında yazmaya başlayacağım roman duyarlı bir müzikçi üzerine olacak. Keşke gün 36 saat olsaydı, çok sevdiğim briçe de ayıracak vaktim kalsaydı

(Serhan Yedig / 16 Temmuz 2000 / Hürriyet)

Linkler

Mehmet Eroğlu’nun web sayfası

Mehmet Eroğlu’nun Twitter hesabı

Mehmet Eroğlu’nun Facebook hesabı

 

 

Share.

Leave A Reply

six + four =

error: Content is protected !!