Ertuğrul Sevsay / Tüm dünyada çaldığımız Türk tangolarını Türkiye’de seslendirmemiz yasak!

0

Avusturya’da yaşayan doktor, besteci, akademisyen Ertuğrul Sevsay’ın Viyana’da kurduğu tango topluluğu Band-O-Neon, 20 yaşını geride bıraktı. Üç kıtadan, klasik müzik ve tango kökenli 16 sanatçının bir araya geldiği topluluğun repertuvarı 100 yıllık tango geleneğindeki tüm önemli akımları kapsıyor. Ayrıca, Türk tangolarını da içeriyor. 2006’nın son günlerinde, topluluğuyla İstanbul’da vereceği konser öncesinde Sevsay’ı Viyana’dan aradık. Türkiye’de tangoya getirilen yasal sansürden şikayetçiydi. “Dünyayı dolaşıp tango geleneğindeki önemli eserleri seslendiriyoruz. Türk tangolarını da çalıyoruz. Ama bu tangoları Türkiye’de çalmamız yasak” diyordu.

Schubert, Brahms, Beethoven, Mozart’ın şehrinde yaşayan, üniversitede kompozisyon ve orkestra şefliği dersleri veren bir klasik müzikçinin, bu ilhamla iddialı bir piyanolu üçlü kurması beklenir. Siz neden tango topluluğu kurdunuz?
– Çocukluğumdan beri tangoya meraklıyım. Ortaokulda Fehmi Ege’ye telefon edip randevu almış, tanışmak için evine gitmiştim. Bu tanışıklık beni çok etkiledi. Viyana’ya geldiğimde klasik müziğe yöneldim. 1992’de Viyana’daki iki Brezilyalı kompozisyon öğrencim, ülkelerine davet etti. Yazın Miami’deki derslerden sonra Latin Amerika’yı gezdim. Buenos Aires’teki birkaç gün kaldım. Tango tutkum birden canlandı. Bu geleneği çok iyi öğrenmeye karar verdim. Ertesi yaz Buenos Aires’te geçti. Bandoneon aldım, derslere başladım. O tarihten bu yana her yıl tatilde 1,5 ay Arjantin’e gidiyorum. Buenos Aires’te tangonun, tıpkı Viyana’da Mozart, Schubert müziği gibi ciddi ele alındığını, müthiş bir virtüöziteyle seslendirildiğini gördüm. Tangolar farklı stillerde, düzenlemelerde çok farklı kişiliklere bürünebiliyordu. Tıpkı Brahms ile Schubert yorumu arasındaki fark kadar belirgindi üsluplar arasındaki ayrılıklar. Tango dans müziği değil, bir yaşam tarzıydı. Bu kültürü, orijinal zenginliğiyle Avrupa’ya taşıyan topluluk yoktu. 1995’te Viyana’da ilk tango dörtlüsünü kurduk. 1996’da büyük orkestraya dönüştü, Avrupa’nın tek tam kadrolu tipik tango orkestrası oldu.
Band-O-Neon’un tüm üyeleri Viyana’daki orkestralarda çalışan klasik müzikçiler mi?
– Evet, bu açıdan çok şanslıyım. Hepsi klasikçi, çok üst düzeyde müzikçiler. Tango geleneğini çok iyi özümsediler. Dört bandoneoncumuzu ben yetiştirdim. Çünkü bırakın bandoneon dersi vermeyi, Alman icadı bu enstrümanın artık Avrupa’da tamircisi bile yok.

Avrupa tangoyu bozdu

Band-O-Neon üyeleri, repertuvarı, dinleyici kitlesi açısından 11 yılda nereden nereye geldi? Sadece bir orkestra olarak mı kaldı, yoksa aynı zamanda bir müzik kulübü gibi mi çalışıyor?
– Başlangıçta klasik tango albümlerini hep beraber dinleyip analiz ettik. Üyelerin stil bilgisini geliştirmeye çalıştık. Örneğin tangoda bandoneondan sonra en önemli enstrüman kontrbastır. Tangodaki kontrbas stilini kavramak başlı başına bir ustalık ister. Buenos Aires ziyaretlerimde, çeşitli enstrümanların büyük ustalarının çalışmalarını videoya kaydettim. Arkadaşlarımız bunları izleyerek tekniklerini geliştirdi. Bir tür tango atölyesi gibi çalıştık. Çünkü Avrupa’da gerçek tango geleneğine dair bize yol gösterebilecek kişi, grup yok. Avrupa’ya gelen, bir süre kalan Arjantin’in gözde tango grupları bile zamanla bozulmuş, ülkelerine döndüklerinde prestijini kaybetmiş. Örneğin 1938-51 arasında Türkiye’ye de gelen Eduardo Bianco Orkestrası. Bu nedenle Bianco tekrar Avrupa’ya döndü ve burada öldü. Band-O-Neon’un gelişme sürecinde bir de dernek kurduk. Bu arada Amerika’dan Karaip Adaları’na dek birçok yerde konserler verdik.
Dünyayı dolaşıp ders ve konser veren bandoneoncu Amenabar, tangonun en çok Almanya ve Fransa’da sevildiğini söylemişti. Viyana’da durum nasıl?
– Bence Avrupa’da tangoyu gerçekten seven ülkeler Almanya, Türkiye ve Finlandiya. Viyana’da büyük bir dinleyici kitlesi yok. Yine de milongalar yapılıyor. Ancak İstanbul’daki gibi tutkuyla seven bir topluluk yok.
Yılda kaç konser veriyorsunuz, konser olmasa da düzenli olarak bir araya gelir misiniz?
– Yılda ortalama 30 konser veririz. Sadece 2003’te, bir yıl çalışmalarımızı azalttık. Kompozisyon üzerine kapsamlı bir kitap yazmam gerekiyordu, konserler biraz aksadı. Ama konserimiz olmasa bile her cumartesi, öğleden sonra toplanır, prova yaparız. Band-O-Neon üyeleri Viyana’nın önde gelen orkestralarında yoğun bir tempoyla çalışıyor. Bu nedenle istediğimiz halde daha sık buluşamıyoruz. Talep geldiği halde daha fazla konser veremiyoruz. Yine de konserler yaklaştığında provaları artırırız.
Pugliese, Calo, D’Arienzo gibi birbirinden çok farklı üslupların bulunduğu, Piazzolla yandaşlarıyla karşıtlarının bile neredeyse karşılıklı cephelere dönüştüğü tango dünyasında, Band-O-Neon kendini nasıl konumluyor, bu gelenekte karşı olduğu ya da hararetle savunduğu ilkeleri var mı? Repertuvarınızda ne kadar eser var?
– 1950’lere kadar Arjantin’deki her tango orkestrasının kendi aranjörü vardı. Bu sayede müzikleri belirgin biçimde farklılaşıyordu. Daha sonra tüm orkestralar birkaç aranjörle çalışmaya başladı, aralarındaki stil farkı ortadan kayboldu. Avrupa’daki birçok orkestra tangoyu tekdüze bir dans müziği gibi yorumlanıyor. Eser nasıl başlıyorsa öyle bitiyor. Oysa eserleri farklı tango stillerinde düzenlediğinizde çok farklı, zengin bir müzik çıkar. Repertuvarımızdaki eserlerin düzenlemelerinde bu çeşitliliğe dikkat ediyorum. Konserlerimiz klasik müzik konserleri gibi müzikseverleri tatmin ediyor. Piazzolla’ya gelince… Müthiş bir bandoneoncuydu, yepyeni sonoriteler getirdi müziğe. Ama besteci olarak gayet vasattı. Caz ve klasik müzik tekniklerini kullanıp tangoda yenilik yapmaya çalışsa da ortaya tekrarlar üstüne kurulu, tekdüze bir müzik çıkarabildi ancak. Bu nedenle muhafazakarlar kadar, tangoyu ve müziği iyi bilenler de Piazzolla’yı sevemedi. Band-O-Neon, tango geleneğinde dünden bugüne tüm stillere, önemli bestecilerin eserlerine repertuvarında yerveriyor. Piazzolla dahil. İlkemiz şu: Bir tango hangi grup tarafından meşhur edildiyse onun stilinde seslendiriyoruz.

Arjantinli tango ustalarından çalışmalarınıza ne tür tepkiler geliyor, Avrupa’ya davet edip birlikte konser veriyor musunuz?
– Avrupa’ya misafir çağırmak, birlikte konser vermek kapsamlı bir organizasyon gerektiriyor. Buna hiçbirimizin zamanı yok. Her yıl Arjantin’e gidiyorum. Tango okul, vakıf ve enstitüleriyle yakın bağlantımız var. Ustalara orkestranın kayıtlarını dinletiyorum, görüşlerini alıyorum. Birinci kemancımız Serkan Gürkan’ın kayıtlarını Buenos Aires’te yaşlı tango ustalarına dinlettim. Bu üslubu kimden öğrendiğini, nasıl kazandığını sordu hepsi; hayran kaldılar. Hatta birisi teybe tebrik mesajını kaydedip, gönderdi.

Klasikçiler akbaba gibi
tangoyu yağmalamaya koşuyor

Gidon Kremer, Yo-Yo Ma, Maxim Vengerov gibi klasik müziğin çok ünlü solistleri son 20 yıldır tango geleneğine sahip çıkıyor, dünyada tanıtmaya çalışıyor. Kimileri tango ruhunu öldürdüklerini, kimileri kalite kattıklarını söylüyor. Sizce klasikçiler günümüzde tangoya ne kazandırdı?
– Tango, Avrupa’nın klasik müziği geleneğinden yola çıkarak yaratıldı. Alman enstrümanı bandoneonu Arjantin’e denizciler götürdü. İtalyan, Fransız göçmen besteciler napoliten müziğinden etkilenip, Buenos Aires’te yepyeni bir müzik yarattı. Verdi ve Mozart operalarından birçok temayı tangolarda duyabilirsiniz. Latin ritmleriyle, tonlarıyla farklı bir şekil kazanmıştır. Yani, tangoyu yaratanlar klasikçilerdi büyük oranda. Bugün tangoya koşan klasikçileri ise nimete üşüşen akbabalara benzetiyorum. Amaçları isimlerini daha çok duyurmak, klasik müziğin dışındaki geniş dinleyici kitlesine ulaşmak. Gidon Kremer, Placido Domingo, Jose Carreras’ın yorumlarına tango dünyası gülüyor. Domingo’nun şeflik girişimi, Kremer’in denemeleri geçmişte yaptıklarının sanatsal kalitesiyle hiç bağdaşmıyor. Ortaya çıkan ürünler, tangonun geleneksel inceliklerinden uzak, karakterini zedeleyen, kalitesiz yorumlar. Tıpkı 1940 sonrasında ortaya çıkan, Türkiye’de de örnekleri görülen Avrupa tangosu gibi. Çaça, rumba ya da tango çalmışsın fark etmez. Başladığı gibi biten, tekdüze bir müzik.
Türk tangolarını da dünyaya tanıtmayı misyon edinmişsiniz. Türk tango geleneğinde hangi dönem, besteciler ilginizi çekiyor?
– Çok güzel, başarılı Türk tangoları var. Ancak düzenlemeleri çok zayıf. Hepsi başladığı gibi biter, orkestrasyonlarına gereken önem verilmemiştir. 15 civarında tangomuzun düzenlemesini yaptım, repertuvarımıza aldık. Özellikle eserlerine odaklandığım besteci Necip Celal. Az sayıda eser vermekle birlikte her tangosu birbirinden güzeldir. İstanbul’daki konserimizde de dört eserini seslendireceğiz. Çocukluğumda tanıştığım, eserlerini ve kendisini sevdiğim için Fehmi Ege’nin de tangolarını düzenledim. Ancak mirasçıları bu eserlerin Türkiye’de seslendirilmesine izin vermiyor. Tüm dünyada seslendiriyoruz, telif ücretleri ödeniyor. Türkiye’de ise standart telifi ödemek yetmiyor, bestecilerin varislerinden ayrıca izin almak gerekiyor. Kapılarını çaldığınızda astronomik ücretler talep ediyorlar. Bu nedenle Necdet Koyutürk’ün “Papatya”sını, Fehmi Ege’nin birçok eserini Almanya’dan Hindistan’a tüm dünyada çalıyoruz, büyük ilgi çekiyor. Türkiye’de ise seslendiremiyoruz, yasak!
Yasağı protesto etmek için herhangi bir girişiminiz oldu mu?
– 1998-99’da İstanbul’da verdiğimiz birkaç konserde durumu açıkladım. Kamuoyunda herhangi bir tepki oluşmadı. Tangocularımızın ailelerinin yasak koymak yerine bizlere başvurmalarını, bu eserlerin daha çok duyulması sevilmesi için destek istemelerini beklerdim. Biz tangocularımıza sevgiyle yaklaşıyoruz. Mesela Necip Celal’in tango geleneğine hizmetini vurgulamak, şükran duygularımızı iletmek için ailesine bir teşekkür plaketi vermiştik. Dr. Kadri Yücel Cerrahoğlu ve İbrahim Özgür’ün yakınlarıyla bağlantı kurduk. Onun da eserlerini repertuvarımıza alacağız.
1999’de yayımlanan ilk albümünüzden başka CD yayımladınız mı, yeni albüm kaydetmeyi düşünüyor musunuz?
– Bu albümden sonra bir DVD hazırladık, yakınlarda yayımlanacak. Şu anda yeni bir albüm yapacak kadar vaktimiz yok hiçbirimizin. Gelecekte ise Türk tangolarından oluşan bir albüm hazırlamak istiyoruz.

TIP VE MÜZİKTE ÇİFTE DİPLOMALI TANGOCU: Ertuğrul Sevsay (52), İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu. Öğrenciliği döneminde 10 yıl Cemal Reşit Rey’den özel piyano ve kompozisyon, Celal Akadlar’dan obua dersi aldı. 1976’da, 22 yaşında, Filarmoni Oda Orkestrası’nı kurdu, dört yıl şefliğini üstlendi. Üniversitede asistanlık kadrosu açılmayınca, İDSO kemancılarından Dr. Erdoğan Saydam’ın yardımıyla Viyana Üniversitesi’ne gitti. Mide ve barsak hastalıkları üzerine ihtisasını tamamladı. Bir yandan da Viyana Müzik Akademisi’nde Thomas Christian David’in öğrencisi oldu. Kompozisyon ve orkestra şefliği bölümlerini bitirdi. 1985’te Amerika’ya gidip, Miami Üniversitesi’nde müzik doktorasını tamamladı, ders vermeye başladı. Bu arada hekimlik yaptı. 1989’da Viyana Müzik Akademisi’ndeki hocası emekli olup, yerine Sevsay’ı önerdi. Avusturya’ya dönen Sevsay, kompozisyon ve şeflik dersleri vermeye başladı. Geçen yıla kadar Miami Üniversitesi’nde yılda iki ay ders vermeyi sürdürdü. Her iki ülkede de ses teknisyenlerine orkestrasyon bilgisi veren birer birim kurdu. 1992’de doktorluğu bıraktı. Şu anda Viyana Üniversitesi’nde derslerini sürdürüyor. Tango düzenlemelerinin yanı sıra çağdaş müzik alanında orkestra ve oda müziği toplulukları için eserler yazıyor.
(Serhan Yedig / 9 Aralık 2006 / Hürriyet)

Linkler

Band-O-Neon

Share.

Leave A Reply

four × 2 =

error: Content is protected !!