Bonn’un Beethoven mevsimi

0

1990’a kadar tam 41 yıl Almanya’nın başkentiydi. Buna karşın ne Berlin, Hamburg gibi dev metropole dönüştü ne de Frankfurt gibi gökdelen cenneti oldu. Sessizce akan Ren Nehri’nin kıyısında, ormanlarla çevrili bir huzur şehri hâlâ. Bu çelişkili durum geçmişte “köy başkent” esprisine konu olmuştu. Şehir her yıl sonbaharı has evladı Beethoven’in anısına düzenlenen bir aylık iddialı festivalle karşılıyor. Müzik konser salonlarından meydanlara, sokaklara, okullara taşıyor. Fırsatı değerlendirip geçen hafta yıllık iznimin son üç gününü Bonn’u keşfe ayırdım. Ayvalık Cunda Adası’ndaki ilk üç günden sonra gittiğim Bonn’un restoranları, küçük otelleri ucuzluğuyla beni şaşırttı. Beethoven’in doğduğu evde, 30’unda sağırlığa mahkum olan bestecinin dramına tanık oldum. Çağları aşan ses ustası Schumann’ın akıl hastanesinde son nefesini verdiği odanın yanı başında üç yetenekli gençten eserlerini dinledim. Yaşayan en önemli Alman ressamlardan Anselm Kiefer’in izleyicisini cüceleştiren eserleriyle tanıştım.

Bazı şehirlere sonbahar çok yakışıyor. Merkezindeki geniş parkları, bu parkların tadını çıkarmasını bilen halkı, Ren Nehri’nin kıyısındaki yeşil alanları, çevresindeki ormanlarıyla Bonn bu şehirlerden biri. Geçen hafta kente vardığımda üniversitenin çevresindeki parklarda ve Botanik Bahçesi’ne uzanan geniş koridordaki dev at kestaneleri yapraklarını yeni dökmeye başlamıştı. Bir hafta içinde yerler altın sarısı yapraklarla dolacaktı. Ağaçlardan çevreye cilalanmış tahta misketleri andıran at kestaneleri saçılıyordu. Öğrenciler kente dönmüştü. Çimlerin, sarı yaprakların üstüne uzanmış gençler yaz güneşiyle vedalaşıyordu. Caddeler, meydanlar, mağazalar Beethoven Festivali’nin flamalarıyla donatılmıştı… Yola çıkmadan şehri GoogleEarth’ten incelemiş, gar, otelim, konser salonu ve müzeler arasındaki mesafeleri ölçmüş, sokak görünümü programıyla önemli binaları hafızama kaydetmiştim. Tüm önemli yapılar birbirine 10-15 dakika yürüyüş mesafesindeydi. Müzeler Hattı’nın en ucundaki Kunstmuseum’a bile 35 dakikada ulaşılabiliyordu. Metro, tramvay, otobüsler de vızır vızır çalışıyordu, üstelik hepsinde geçerli seyahat kartıyla sembolik bir ücrete, tüm gün, sınırsız dolaşmak mümkündü.

Beethoven, Elvis kılığında

Bonn’un Beethoven’ı hatırlama üslubu, Viyana’nın Mozart pazarlamasından çok farklıydı. Çikolatasından taksilerine kadar her şeye Beethoven imgeleri giydirilmemişti örneğin. Bıktırmıyordu. Cumartesi günü tren garından çıkar çıkmaz caddeye kurulan festival sahnesindeki konserle karşılaşmıştım. Yolumun üstündeki Münster Meydanı’na rengarenk 22 Beethoven heykeli sıralanmıştı. Meydandaki karşılıklı iki kapalı sahnede dönüşümlü caz ve rock konserleri veriliyordu. Cumartesi gecesi heykeller meydandan kayboldu, pazartesi sabahı ise sahneler. Sadece açılışı izleyen hafta sonunda açık havaya çıkmıştı müzik. Sonraki üç hafta boynunca klasik ve caz konser salonlarının yanı sıra üniversite kampuslarında, müzelerde yankılanacaktı. Buna karşın kitapçıların, plakçıların vitrinleri Beethoven CD ve kitaplarıyla süslenmişti. Gördüğüm en ilginç vitrin bir teleskop mağazasındaydı. 1815 Beethoven astreoidi ile bestecinin bir eserinin notasyonu arasındaki bağlantıyı grafiklerle açıklıyordu… Meydandaki 22 heykel ise bunları tasarlayan mağazaların içine ya da kapısına alınmıştı. Her biri Jullius Hahnel’in yaptığı, Münster Meydanı’na 1845’te dikilen ünlü Beethoven heykelinin kopyasıydı. Kiminde rockçu, kiminde popçu olmuştu besteci. İlk iki akşam Londra Senfoni (LSO), son akşam ise Berlin Alman Senfoni (DSO) orkestralarını dinleyecektim. Konserler nehir kıyısında, geniş bir yeşil alanın ortasındaki 2 bin kişilik Beethovenhalle’deydi. 53 yıllık salon kapısındaki sıradışı heykelle tanınıyordu. Klaus Khammerichs’in “Beethon” heykeli sadece giriş kapısı yönünde cepheden bakıldığında Beethoven’e benziyordu. Diğer tüm açılardan görünümü ismi gibiydi. İlk akşam konsere 10 dakika kala Beethovenhalle’ye gittiğimde, heykelin yanına bisikletlerin yığıldığını gördüm. Fakat binanın girişi, gişenin bulunduğu alan adeta bomboştu. Şık giyimli birkaç çift arkamdan geliyordu. “Salon bomboş herhalde” diye düşündüm. Fuayede de küçük bir kalabalık vardı. Salona girdiğimde tüm koltuklar doluydu… Herkes çok şık giyinmişti. Ve yaş ortalaması çok yüksekti. Ertesi gün LSO’nun birinci keman grubundan Lennox Mac Kenzie’yle sohbet ederken, “Bonn dinleyicisi çok farklıdır” diyordu. Yedi yıldır üst üste orkestrayla festivale katılan Mac Kenzie’ye göre, ne Londra ne de Berlin’li müzikseverlere benziyordu Bonn’lular. “Çok şık giyinir, orkestrayı önemsediklerini bu yolla da gösterirler. Kot pantolon, spor kıyafet göremezsiniz. Müziği, konser repertuvarını iyi bildiklerini hissedersiniz. Jestleriyle, alkışlarıyla müzikçiyi desteklerler. Bu da icranın kalitesini çok etkiler…”

Sahnede yuvarlanan süperstar

Akşamın yıldızı Amerikalı piyanist Emanuel Ax’tı. Beethoven’in Üçüncü Piyano Konçertosu’nu seslendirdi, müthiş alkış aldı, Salonda “bravo”lar yankılanırken, alkışlamadan ve kıpırdamadan koltuğunda oturan tek kişi herhalde yanımdaki müzik eleştirmeniydi. Kölner Stadt Anzeiger’den Von Markus Schwering konser boyunca not almış, önündeki koltukta oturan arkadaşlarıyla icranın eleştirisini yapmıştı. Yazısında Ax’ı yerden yere vuracağına emindim. Oysa iki gün sonra sütununda çok nazik bir ifadeyle Ax’ın yorumunu zayıf bulduğunu, orkestranın zaman zaman geride kaldığını belirtmekle yetiniyordu… Ax ise ertesi gece sahnede kendini yerden yere vuruyordu… Kemancı Aleksey Igudesman ve piyanist Hyung-ki Joo ikilisinin star piyanistleri eleştirdiği komedi şovunda, Ax kiralık piyanist, tenisçi, temizlikçi kılığında sahneye çıktı. Zaman zaman groteske kayan esprilerle izleyicileri kahkahaya boğdu. Bir yandan da ciddi ciddi Beethoven, Chopin, Schubert, Bernstein çaldı… Ax gibi bir efsaneyi böyle bir şovda izlemek çölde penguenle karşılaşmak kadar şaşırtıcıydı. Her gece konser çıkışında nehir kıyısına indim. Münster ve bir zamanlar Beethoven’in arkadaşlarıyla bira içmek için buluştuğu Markt meydanlarında yürüdüm. Parklardan geçtim. Bonn’da su gibi bira içiliyordu ama ne yerlere serilen vardı ne de kavga çıkaran, sarkıntılık yapan. Bisikletleriyle nehir kıyısına, parklara gelen gençler çimlere bağdaş kurup sohbet ediyor, ışık saçan frizbilerle oynuyordu. Gece yarısından sonra sokaklarda sadece Türk dönerciler ve Uzakdoğuluların işlettiği büfeler açık kalıyordu. Ve 330 bin nüfuslu bu şehirde 15 bin Türk yaşıyordu.

Ustanın ayak izlerinde

Ludwig van Beethoven, pazar meydanına açılan sokaktaki iki katlı bir evde, 1770’te dünyaya gelmişti. 22 yaşında Haydn’dan ders almak için Viyana’ya gitti, 56 yaşında bu şehirde öldüğünde geriye dokuz senfoni, 16 yaylı çalgılar dörtlüsü, beş piyano konçertosu dahil 260’a yakın eser bıraktı. Dokuzuncu senfonisiyle insanlığın ve evrensel barışın simgesi oldu. Pek çok talihsiz sanatçının aksine dehası çocukluk çağında fark edildi, Başta Arşidük Maksimilian olmak üzere döneminin önemli yöneticilerinin takdirini kazandı, onların desteğiyle eğitimini tamamladı, sarayın orgcusu ilan edildi, sağlanan maaşla babasına ve kardeşlerine baktı, Viyana’ya gitti. Buna karşın özel yaşamında çok talihsizdi. Piyano dersi verdiği, aşık olduğu aristokrat kadınların hepsi onun yerine soylularla evlenmeyi tercih etti. Şöhretinin sihrine kapılan sıradan kadınlara ise o yüz vermedi. Çalışırken sürekli kemirdiği kurşun kalemin yarattığı zehirlenmeyle 30’lu yaşlardan itibaren işitme yeteneğini yavaş yavaş yitirdi. Cenazesine 20 bin kişi katılsa da, hayatının son yılları hırçınlığı yüzünden derin bir yalnızlıkla geçti. Bugün Bonn’da Beethoven’in dünyasından pek az detay kalmış. Turizm Ofisi’nin düzenlediği “Beethoven’in Ayakizlerinde” başlıklı turun 13 durağından yarısı gerçekten bestecinin çağından kalma. Bunlardan en önemlisi Markt Meydanı’nın yanıbaşındaki, doğduğu ev… Arşidük’ün huzuruna çıktığı, konser verdiği saray bugün Bonn Üniversitesi. İlk org derslerini aldığı şapel de bu binada. 17 yaşındayken kaybettiği annesinin mezarı Bomheimer Caddesi’ndeki tarihi mezarlıkta, Schumann’ın komşusu. 10 yaşında orgculuğa atandığı St. Remigius Kilisesi, Haydn’dan önce konser verdiği La Redote salonu, kimi zaman org çaldığı Martins Meydanı’ndaki Minster binası da hâlâ ayakta. Güçlü akıntısını kendi karakterine benzettiği, 21 yaşında umutsuzluğa kapılıp kendisini atmak istediği Ren Nehri eskisi gibi coşkuyla akıyor. 22 yaşında Viyana’ya giderken şehre son kez baktığı Kreuzberg Tepesi bugün mezarlık ve park alanı. Felix Huch’un 1927’de yayımlanan biyografik romanı “Genç Beethoven”de uzun uzun bahsettiği Bayan von Breuning’in evi ise yok artık. Yerinde kentin en büyük mağazası Karstadt yükseliyor. Beethoven, 12 yaşından itibaren Breuning Ailesi’nin çocuklarına ders vermek için bu eve gitmiş, annesi ölünce evin hanımını ikinci annesi olarak benimsemiş, onlar sayesinde aristokrasiyi tanımış, kızları Eleonore ile ilk platonik aşkını yaşamıştı.

Reddedilen deha

Şehrin ikinci önemli bestecisi, Beethoven’den 40 yıl sonra Saksonya’da doğan Schumann. Ölümünden bir süre sonra unutulan Beethoven’i gündeme getirmek için büyük çaba harcayan, mallarını satıp heykelini diktirmek isteyen Schumann 1854’te, 44 yaşında kendini Ren Nehri’ne atarak intihara kalkışmıştı. Bonn’daki akıl hastanesine tedaviye getirildi. Merkezin yaklaşık 3 kilometre doğusundaki Endenich semtindeki hastanede 2 yıl küçük bir odada yaşadı ve burada son nefesini verdi. Hastane bugün Schumann Müzesi. Öldüğü odada mektupları, eşi Clara’nın beğenmeyip söktürdüğü ilk mezar taşı, resimleri sergileniyor. Bir zamanlar bestecinin kızları tüm özel eşyalarını Bonn’a bağışlayıp burada bir müze kurulmasını önermiş. Kabul edilmeyince, doğum yeri Zwickau’ya müze kurulmasını sağlamış. Oysa şimdi Bonn’daki müze el üstünde tutuluyor, müzik kütüphanesi ve konser salonu olarak kullanılıyor. Her yıl Schumann Festivali düzenleniyor. Bestecinin deli gömleğiyle sokulduğu kapıdan geçen hafta ben de geçtim ve son nefesini verdiği odanın yanı başında Beethoven Festivali kapsamında verilen konseri dinledim. Eserleri Beethoven’inkilerle seslendirildi…

Festivalin Türkleri

Bonn Beethoven, yeni, yaratıcı, özgün projeler geliştirerek Avrupa’daki festivallerden ayrışıyor. Festival yöneticisi Ilona Schmiel, gençlere özel önem verdiklerini söylüyor. Bu yılın iddialı gençlik projeleri El Sistema’nın ürünü olan Caracas Gençlik Orkestrası ve Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası’ndan. Türkiye’nin farklı konservatuvarlarından yetenekli öğrencilerle kurulan TGFO, 19 Eylül’de “Beethoven’le Buluşma” başlıklı konserde bestecinin üçlü konçertosunu seslendirecek. Solistler piyanist Hüseyin Sermet, çellist Efe Baltacıgil ve orkestranın başkemancısı Hande Küden. Ayrıca Almanya’nın Sesi Radyosu tarafından sipariş verilen Mehmet Tanman’ın Trafik adlı eserinin prömiyeri yapılacak. Orkestra kampus ve okullarda da konserler verecek, atölye çalışmaları yapacak. 4 Ekim’de ise Almanya’da yaşayan gitarcı Mehmet Ergin basçı Martin Gjakonovski’yle “Müzikal Düş Yolculuğu” başlığı altında, doğaçlama ağırlıklı bir konser verecek. (www.beethovenfest.de)

BEETHOVEN ÜNLÜ SONATINI İPLİKLE DİKMİŞ

İkinci Dünya Savaşı’nda bombalanan tüm Alman şehirleri gibi Bonn’da da pek çok tarihi bina yeniden yapılmış. Fakat Beethoven’in doğduğu ev bombalardan, yangınlardan korunmuş. Bonn Sokağı’ndaki evi ve çevresindeki birkaç yapıyı 12 müziksever 1889’da satın alıp müzeye dönüştürmüş, yönetimini kurulan vakfa teslim etmiş. Bugün dünyanın en büyük Beethoven notaları arşivi bu binada. Ayrıca bir konser salonu, hediyelik eşya mağazası bulunuyor. Tuvaleti bile olmayan evin çatı arasındaki küçük odada doğmuş Beethoven. Saray müzikçisi olan dedesi, ardından annesi ölünce, babası alkole boğulunca 14 yaşında evin yönetimini ele almış. Evde hayattayken ve ölümünde alınan yüz kalıpları, kilisede çaldığı ilk org, son piyanosu, viyolası, ona hediye edilen çello ve kemanları, gözlük, ustura, makas gibi özel eşyaları, bir tutam saçı sergileniyor. Esrarengiz aşklarıyla ilgili notlar, mektuplar, resimler özel hayatından kesitler sunuyor. Serginin en dikkat çekici camekanında bestecinin sağırlık süreci anlatılıyor. Bestecinin doktor dostuna yazdığı, sağırlık endişesiyle ilgili mektup da bu camekanda. Çare olarak metronomun mucidi Maelzel işitme cihazları yapmış. Küçük borularla başlayıp, nihayet kışla kepçesi benzeri bir metrelik cihazlara kadar gelmiş. Başarılı olamayınca besteci diyalog defterleriyle iletişim kurmaya başlamış. Bu defterlerden biri de müzede sergileniyor. Orta kattaki geçici sergi salonunda ekim ayına kadar piyano sonatlarının elyazmaları sergileniyor. Beethoven seloteypin olmadığı çağda sayfaları hata yaptıkça keser, dikerek birleştirirmiş. Ünlü Waldstein sonatında da dikilmiş bir sayfa bulunuyor. Zemin kattaki küçük salonda geçmişin pek çok ünlü piyanisti bestecinin eserlerini seslendirmiş. Schöenberg’in Beethoven müziği üzerine analizleri de bu salonda sergileniyor. (www.beethoven-haus-bonn.de)
(Serhan Yedig /17 Eylül 2012 / Hürriyet Seyahat İlavesi)

Share.

Leave A Reply

five + 6 =

error: Content is protected !!