Can Çakmur / Fizikçi ya da kayakçı olabilirdim, 12 yaşında piyanoyu seçtim

0

İstanbul Müzik Festivali’ni ilk kez 2015’te konservatuvar öğrencisi ya da mezunu olmayan bir solist açtı. Ankara ODTÜ Koleji son sınıf öğrencisi Can Çakmur, 18 yaşında. Müzik eğitimini 14 yıldır özel derslerle sürdürüyor. Tam zamanlı konservatuvar eğitimini seçmemesinin nedenini anlatırken “Her kaynaktan beslenmek, müziğin dışında da gereken temel donanımları edinmek istiyorum” diyor. Bu yıl Weimar Konservatuvarı’na girmeyi deneyecek, başarabilirse yan dal olarak biyoloji okuyacak. Çakmur, müzik serüvenini ve festivalde seslendireceği konçertoyu anlattı.

 

Ailenizde müzikçi var mı, müzikle hangi koşullarda tanıştınız?
– Müzisyen yok, ama müziksever bir çiftin tek çocuğuyum. Barış, babam, ODTÜ’de siyaset bilimi konusunda akademisyen; geçmişte gitar çalarmış. Elif, annem, mühendis, bir zamanlar koro üyesiymiş. Evimizde çok geniş bir klasik müzik arşivi var. Elektronik ortamda kaydedilmiş  binlerce esere ulaşabiliyorum. Evimizde çoğunlukla klasik, ve arada caz ve rock dinlenir. Pink Floyd ve ELP dinlemeyi özellikle çok severim. Çocukluğumda Bilkent Senfoni’nin konserlerine gitmeye başladım. Okumayı öğrendikten hemen sonra, program notlarını inceleme ve eserleri bu bilgilerin ışığında anlamlandırmaya çalışarak dinleme alışkanlığını kazandım.

Andersen yolu gösterdi

Enstrüman çalmayı siz mi istediniz, ebeveynlerinizin arzusu muydu?
– İlk göz ağrım gitardı. Barış Manço’ya hayrandım, onun etkisiyle 3-4 yaşlarında gitar öğrenmek isteyince Ankara’da Emre Şen’in Chopin Müzik Okulu’na götürüldüm. O yaşta gitar çalabilmek için ellerimin çok küçük olduğu söylendi, piyano önerildi. Bu enstrümanı pek istemediğim halde, daha sonra gitara geçebileceğim söylendiği için kabul ettim. Leyla Mamedova Bekensir ile çalışmaya başladık. Bir yandan da ODTÜ Koleji’ndeki tam zamanlı öğrenimimi sürdürüyordum. 11 yaş civarında, Beklensir ile armoni ve form bilgisi çalışmalarına da başladım. 2009’da ise Emre Şen’in öğrencisi oldum. Ertesi yıl Belçika’da ilk uluslararası yarışmaya katıldım, EPTA Wallonie-Bruxelles’in düzenlediği Uluslararası Genç Piyanistler Buluşması’nda finale kaldım. Daha sonra jüri başkanı, Brüksel Kraliyet Konservatuvarı onursal üyesi Prof. Diane Andersen’e elektronik posta ile tavsiyelerini sordum. “Bir şey anlatmak istiyorsun, bu önemli. Fakat yanlış parçalar seçmişsin, parmakların düşünceni anlatmıyor. Yazın düzenlediğim ustalık sınıfına katılmanı öneririm” cevabını aldım. Ustalık sınıfına katıldığımda farklı ülkelerden gençler ve hocalarla karşılaşınca çok etkilendim, piyanist olmaya karar verdim.
O ana kadar gelecekle ilgili ne gibi planlarınız vardı, hangi mesleği seçmek istiyordunuz?
– Bilim insanı olmak istiyordum. Fiziğe ilgim var. Bu konudaki merakım hâlâ devam ediyor. Gelecek yıldan itibaren yurtdışında konservatuvar eğitinin yanı sıra, hobi olarak biyoloji okumak istiyorum. Ayrıca kayak yapmayı çok seviyorum. Bir dönem çok yoğun kayak yaptım, bisiklete bindim. O dönemde kayakçı olmayı da düşünmüştüm.
Piyanistlik kararınız ne zaman pekişti?
–  2012’de, 14 yaşında, Roma Piyano Yarışması’nda birincilik ödülü aldım. Ödül ve jüri üyelerinin desteği moral verdi, doğru yolda gittiğimi anlamak beni sevindirdi. Aynı yıl, Güher-Süher Pekinel’in Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler projesine kabul edildikten sonra “bu yolda sonuna kadar gitmeye kararlıyım” düşüncesine ulaştım. 2011 sonunda, Belçika’da Diane Andersen’le çalışmaya başladım. Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler projesinin bursu sayesinde ayda bir kez gidip çalışma yapıyorum. Bu arada ODTÜ Koleji’nde de lise eğitimine devam ediyorum. Weimar Müzik Yüksek Okulu’nda eğitimime devam etmeyi arzu ediyorum. Prof. Grigory Gruzman ile çalışmayı planlıyorum. Bu yıl 1700 kişinin başvurduğu Weimar Hochshule fur Music’de haziranda giriş sınavına gireceğim.
Neden tam zamanlı konservatuvar eğitimine geçmediniz, müziği özel derslerle sürdürmeyi tercih ettiniz?
– Geçen yıl ve bu yıl BİLKENT Konservatuarı’nda özel öğrenci olarak oda müziği dersleri aldım. Her kaynaktan beslenmek, müziğin dışında da gereken temel donanımları edinmek istiyorum. ODTÜ Koleji’nde çok mutluyum, çok iyi hocalarım ve arkadaşlarım var ve onlardan ders programının ötesinde çok şey öğrendim. Müzik çalışmalarım için gereken destek sağlanıyor. Uygun her fırsatta okulun piyanosunda çalışabiliyorum. Eğitim sürecim, bana pek çok konuda derinlemesine bilginin yanı sıra insan ilişkileri açısından çok şey kazandırdı. Ağır bir iş yüküydü, ama bu yıla kadar lise ve müzik derslerini bir arada sürdürmek asla bir angarya olmadı. Geçen bunca yılı nasıl atlattığımı bilmiyorum, ikisini bir arada götürmeyi başardım. Türkiye’deki üniversite sınavına hazırlanmam gerekmediği için son yılımı da sorunsuz atlatacağım sanırım.
Okul ve müzik çalışmaları sosyal ilişkilerinizi, hobilerinizi sürdürmenize fırsat veriyor mu, yoksa sanal ortamda sürdürülen arkadaşlıklarla mı yetiniyorsunuz?
– Farklı ilgi alanlarına sahip arkadaş gruplarım var, zaman zaman bir araya geliriz. Mecburiyetlerden, çoğunlukla sanal ortamda iletişimimiz sürüyor. Örneğin edebiyat meraklısı arkadaşlarımla geçen yıl şiir akşamları düzenledik. Sahnede, şiir okuyan tiyatroya ilgi duyan arkadaşlarıma piyanoyla emprovize eşlik yaptım. Almanca’dan şiir tercümeleri yapıyorum. Geçen yıla kadar bolca futbol oynuyordum. Takım tutmamakla birlikte tutkulu bir futbol izleyicisiyim. Kayağa ve bisiklete meraklıyım. Okumayı çok seviyorum. Dünya edebiyatının yanı sıra Türk edebiyatını da takip ediyorum. Sabahattin Ali’yi çok severdim, şimdi Yaşar Kemal’i ilgiyle okuyorum. Quanta gibi bilim dergilerini takip ediyorum. Konserlere program notları yazmak, açıklamalı konserler yapmak hoşuma gidiyor.
Müziğe ve diğer uğraşlara ne kadar zaman ayırıyorsunuz?
– Okul sırasınca derslerden fırsat buldukça öncelik piyanoda… Eve gelince biraz dinlenip, dikkatimi topladıktan sonra piyanonun başına oturuyorum. Saat 10.30’da mutlaka müzik bitiyor (komşulara da yazık!), derslerime başlıyorum. 12.00 civarında yatıyorum. Asla ne kadar çalıştığımı görmek adına saat tutmadım. Ne zaman “Evet, bu yeterli.” dersem o zaman çalışmayı bırakıyorum. Sonuçta öncelikli olan, yaptığımız müziğin ruhumuza dokunması, dokunduğu sürece çalmaya devam ediyorum.
Farklı öğretmenlerle çalışmak problem yaratmadı mı?
– Her zaman birden fazla hocam oldu, şanslıyım ki birbiriyle aynı müzikal dili konuşuyorlardı, beni zorlayacak büyük çelişkiler yoktu aralarında. En önemli ortak noktaları özgürlüğüme izin vermeleriydi sanırım. Doğru ve önemli kişilerle karşılaştığım, tanıştığım için çok mutluyum.

Toplam resital repertuvarı 6,5 saat

Size hangi piyanistler yorumlarıyla ışık tutuyor?
– Sevdiğim piyanistler Annie Fischer, Arturo Beneditti Michelangeli, Alfred Cortot, Sviatoslav Richter. En sevdiğim besteciler ise Schubert ve Bartok. Her ikisi de insanı olduğu gibi yansıtan müzikler yapıyor. Bartok “insanı olduğu haliyle, mükemmellikleri kadar şeytani yönüyle de yansıtmaya çalışıyorum” demiş. Bu yalınlık ve dürüst ifade beni çok etkiledi.
Repertuvarınızda hangi dönemin eserleri ağırlıkta, nasıl geliştirmeyi planlıyorsunuz?
– Ağırlık solo piyano eserlerinde. Resital repertuvarım yaklaşık 6,5 saat. Öğreneceğim eserleri seçerken önceliğim, farklı yaklaşımlarda resital sunabilme avantajı sağlamaları. Yazdığım resital programlarına eksen olan eserlere uyanları belirleyip bunları öğreniyorum. Repertuvarımda konsere hazır altı konçerto var, bir kısmını henüz çalma fırsatı bulamadım.  Bartok’un 2’inci, Brahms’ın 1’inci konçertoları sırada… Grieg’in Opus 24 Balad’ı da listemde.
Bir esere nasıl hazırlanırsınız?
– Yorumlarını dinlerim, bestecinin anlatmak istediği fikri, kullandığı tekniğin nedenini, eserin armonik yapısını analiz ederim. Armonik yapıyı kavradıktan sonra ezberlemek kolaylaşır. Hafızam bu konuda iyi, kolay öğrenirim. İcrada taklitten uzak durmaya çalışırım, yani “Richter böyle yapıyor; ben de öyle yapayım.” demekten… Eğer ancak Richter’in yaptığı benim de içimden çıkıyorsa, benim olmuştur o artık. Bestecinin sözünü en iyi şekilde aktarmaktır önemli olan, bunun için çaba gösteririm.
Emprovizasyon ilginizi çekiyor mu?
– Emprovizasyon yapmayı çok seviyorum. Ancak bir günlük tutar gibi, insanlara sunmak için değil, kendim için. Ancak mesela Mozart’ın sonatlarının röprizlerini süslemek bana müziğin doğası gereği gerekli geliyor. Kendimi geliştirmek ve uygulamak istiyorum.
Güher-Süher Pekinel’in “Dünya Sahnelerinde Genç Yetenekler” bursuna kabul edilmeniz iki yılda size neler kazandırdı?
– Çok önemli bir destek… İki yıldır ekonomik desteğin yanı sıra, geleceğimi planlarken gereksinim duyduğum tüm bilgileri alabiliyorum. Güher ve Süher Pekinel’in mentorluğu bu projeyi farklılaştıran nokta… Örneğin hangi masterclass’a katılmamın, kiminle çalışmamın, hangi okulları hedeflememin benim için yararlı olacağını öğrenebiliyorum. Kapasitemi fark etmek açısından da bana ayna tutuyor. Yurtdışında önemli kurumlara tanıtılma, referans bulma konusundaki sorunlar çözülüyor. Ayrıca konserlerimiz profesyonel olarak kaydediliyor ve Youtube’a yükleniyor. Bu modern klasik müzik dünyası için olmazsa olmaz!  Young Musicians on the World Stages’in Youtube kanalında kayıtlarımız bulunabilir. Hepsinden önemlisi projeye katılan arkadaşlarımla bir aileyiz, bana duygusal destek sağlıyor bu yakınlık. Bir yarışmaya, konsere hazırlanırken sorun yaşadığımda telefon edip dertleşebiliyorum, deneyimlerinden yararlanabiliyorum.

Piyanonun yanı sıra biyoloji öğrenimi alacağım

Weimar Konservatuvarı’na girmeyi başarırsanız, sonrasındaki eğitim programınız, hedeflerinizi belirlediniz mi, yakın gelecekte hangi yarışmalara katılmayı planlıyorsunuz?
– Giriş sınavında başarılı olursam, uzun bir eğitim süreci beni bekliyor. Bu süreç ustalık sınıflarında karşılaşacağım kişiler ve onların önerileri doğrultusunda değişebilir. Gençlik yarışmaları için yaşımı doldurdum. Yetişkin yarışmalarının tarihlerini incelediğimde önemli yarışmaların 2017-18 yıllarına rastladığını fark ettim. Bu tarihler yaklaştığında, eriştiğim düzeye, repertuvarıma ve yeni eser öğrenme programıma uyanlara katılmak istiyorum.
Sahne heyecanı sizi zorluyor mu, nasıl başa çıkıyorsunuz?
– Belçika’daki ilk uluslararası yarışma deneyimimde, sahneye çıktığımda yaprak gibi titriyordum. Heyecanıma hakim olamadım, belki de bu yüzden ezber hatası yaptım. Fakat jüri bunu önemsemedi. Sonrasında kendimi şöyle telkin ettim: Söyleyecek bir sözün var, bunu merak edenler toplanmış seni dinliyor. Önemli olan sözünü aktarmak. Hata yapmak insani bir durum… O günden sonra benzer korkuyu yaşamadım.
İstanbul Festivali’nin açılış konseri özel bir stres yarattı mı?
– Geçen yıl Eskişehir Senfoni Orkestrası’nın açılış konserinin solistiydim. Orkestra ve Ender Sakpınar’ın 16 yaşında ve konservatuvarlı olmayan bir genç piyaniste fırsat verme cesareti beni çok etkiledi, mutlu etti. Grieg’in piyano konçertosunu Eskişehir’de yorumladıktan sonra, bu moralle Almanya’daki yarışmaya katıldım ve başarılı oldum. İstanbul Festivali’nin açılışında çalmak da benim için büyük onur ve mutluluk. Ancak farklı bir stres yaratmadı bu. Gerçekten hayatımızı değiştirecek konserler olabilir. Yine de sahnede bulunma amacımız değişmemeli: Maria Joao Pires’in dediği gibi, dünyada uğuruna yaşamaya, savaşmaya değer şeyler olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak…
Festivalin açılış konseri için neden Şostakoviç’in ikinci konçertosunu seçtiniz, bu eser ne kadar zamandır repertuvarınızda?
– Festivale, elimdeki iki konçertoyu önermiştim; bu eser kabul gördü. Hikayenin öncesi ise şöyle: Geçen yıl hocam Diane Andersen’le yeni repertuvar seçimi konusunda sohbet ederken “Neden Şostakoviç’i düşünmüyorsun” diye sormuştu. Prelüd ve Fügleri’ni iyi tanıdığım halde, bestecinin konçertolarını iyi bilmiyordum. Az çalınan ikinci konçertoyu seçtim. Ve çalışmaya başladım.

Şostakoviç sürprizlerle dolu

Esere nasıl hazırlandınız?
– Öncelikle bestecinin kendi yorumunu dinleyip, bu eserin neden çalınmaya değer olduğunu kavramaya çalıştım. Tuhaf bir şey oldu: Tıpkı Mendelssohn’un  re minör trio’sunda yaşadığım gibi, eser ilk bakışta bana sıradan geldi. Mendelssohn’un eserindeki dehayı, ifade araçlarını anladıkça çözmüştüm. Şostakoviç, eserin neredeyde tamamında piyanoyu eller bir veya iki oktav arayla aynı notaları çalacak şekilde yazmış. Bu iki yazım arasındaki fark nedir? İfade nasıl şekilleniyor buna göre? Piyanodaki bazı özel tekniklere ağırlık vermiş. Tüm bunların nedenini çözmeye çalıştım. Besteci ne yapmaya çalışmış olabilirdi? Eser hakkında okumaya başladığımda biraz kafam karıştı. Birinci piyano konçertosunu çok seven eleştirmenler bu eseri pek benimsememiş. Besteci de “zaten müzikal açıdan önemli bir eser değil” demiş. Demekle beraber, nerdeyse her fırsatta bu eseri seslendirmiş! Esere çalışmaya başladığımda, konçertoyu oğlu Maksim’i tanıtmak için bestelediğini fark ettim. Onun başarılı olduğu teknikleri ön plana çıkarmış. Sonuçta bu konçerto Maksim’e mezuniyet hediyesi.  İkinci bölüm gerçekten özel. Bu bölümü Maksim doğduğu gece yazmış. Şostakoviç gibi enigmatik, her eseri başka karakterde olan biri için bu bölüm gerçekten çok özel.
Zorlandığınız bölümler oldu mu?
– Birkaç nokta gerçekten alışılmadık ve zorlayıcı oldu. En önemlisi Şostakoviç’in istediği tınıydı. Bartok veya Prokofiev’le karşılaştırırsak Şostakoviç çok daha belirli, metalik bir ses kalitesi istiyordu ve bu benim için tamamen yeniydi. Ayrıca parçanın bir bütün olarak durmasını sağlayan unsur bence bestecinin istediği çılgın tempolar. Bunları nasıl anlaşılır, yani takip edilebilir, kılacağımı düşünmeliydim.
(Serhan Yedig / Haziran 2015 / Andante)

 

Linkler

Can Çakmur’un Twitter hesabı

Dünya Sahnelerinde Genç Yetenekler

YouTube videoları

Share.

Leave A Reply

one × two =

error: Content is protected !!